63. Makale Paper 63
İlk İnsan Ailesi The First Human Family
63:0.1 (711.1) URANTİA; ikizler olarak ilk iki insan varlığı on bir yaşında iken, ve onlar mevcut insan varlıklarının ikinci neslinin ilk doğan üyelerinin ebeveynleri olmadan önce yerleşik bir dünya olarak kaydedilmiştir. Ve Salvington’dan gelen baş melek iletisi, resmi gezegensel tanınmanın bu durumu üzerine, şu cümleler ile sonlanmıştır: 63:0.1 (711.1) URANTIA was registered as an inhabited world when the first two human beings—the twins—were eleven years old, and before they had become the parents of the first-born of the second generation of actual human beings. And the archangel message from Salvington, on this occasion of formal planetary recognition, closed with these words:
63:0.2 (711.2) “İnsan-aklı Satania’nın 606’ncı dünyası üzerinde ortaya çıkmıştır, ve yeni ırkın bu ebeveynleri Andon ve Fonta olarak adlandırılmalıdır. Ve bütün baş melekler, bu yaratılmışların Kâinatın Yaratıcısı’nın ikamet eden ruhaniyet hediyesini ile hızlı bir biçimde kazanabilmesini umut etsinler.” 63:0.2 (711.2) “Man-mind has appeared on 606 of Satania, and these parents of the new race shall be called Andon and Fonta. And all archangels pray that these creatures may speedily be endowed with the personal indwelling of the gift of the spirit of the Universal Father.”
63:0.3 (711.3) Andon; “insanın kusursuzluk açlığını sergileyen ilk Yaratıcısal yaratılmış” anlamına gelen Nebadon ismidir. Fonta’nın anlamı ise “insanın kusursuzluk açlığını sergileyen ilk Evlatsal yaratılmıştır.” Andon ve Fonta, Düşünce Düzenleyicileri ile bütünleşme zamanına kadar kendilerine bu isimlerinin bahşedildiğini hiçbir şekilde bilmemekteydiler. Urantia üzerindeki fani ikametleri boyunca onlar birbirlerini, Sonta-an ve Sonta-en olarak çağırdılar; Sonta-an “annenin sevgilisi” ve Sonta-en ise “babanın sevgilisi” anlamına gelmekteydi. Onlar birbirlerine bu isimleri vermiş olup, bunların anlamları karşılıklı saygı ve sevgiyi göstermesi bakımından önemlidir. 63:0.3 (711.3) Andon is the Nebadon name which signifies “the first Fatherlike creature to exhibit human perfection hunger.” Fonta signifies “the first Sonlike creature to exhibit human perfection hunger.” Andon and Fonta never knew these names until they were bestowed upon them at the time of fusion with their Thought Adjusters. Throughout their mortal sojourn on Urantia they called each other Sonta-an and Sonta-en, Sonta-an meaning “loved by mother,” Sonta-en signifying “loved by father.” They gave themselves these names, and the meanings are significant of their mutual regard and affection.
1. Andon ve Fonta ^top 1. Andon and Fonta ^top
63:1.1 (711.4) Birçok açıdan Andon ve Fonta, dünya üstünde bahse konu zaman zarfına kadar yaşamış olan insan varlıklarının en dikkate değer çiftiydi. Bu muhteşem çift, insan varlıklarının hepsinin mevcut ebeveynleri olarak; birincil soylarının çoğundan her bakımdan üstün olup, birincil ve ikincil akrabalarının tümünden köklü bir biçimde farklıydılar. 63:1.1 (711.4) In many respects, Andon and Fonta were the most remarkable pair of human beings that have ever lived on the face of the earth. This wonderful pair, the actual parents of all mankind, were in every way superior to many of their immediate descendants, and they were radically different from all of their ancestors, both immediate and remote.
63:1.2 (711.5) Her ne kadar bu ilk insan çiftinin ebeveynleri; taş atmayı ve kavgada sopaları kullanmayı ilk öğrenen topluluk olarak, daha ussal üyeler arasında olsalar da, kabilelerinin ortalama niteliklerinden görünüşte çok az farka sahip unsurlardı. Onlar aynı zamanda taş, çakmaktaşı ve kemiğin sivri uçlarından faydalanmışlardır. 63:1.2 (711.5) The parents of this first human couple were apparently little different from the average of their tribe, though they were among its more intelligent members, that group which first learned to throw stones and to use clubs in fighting. They also made use of sharp spicules of stone, flint, and bone.
63:1.3 (711.6) Ebeveynleri ile yaşarken bile, bir sopanın ucuna çakmaktaşının sivri bir parçasını hayvan tendonlarını kullanıp bağlamışlardır; ve bir düzineden daha az olmayan durumda bu türden bir silahı, kendi yaşamını ve keşif gezintilerinde kendisini hiç yalnız bırakmayan onunla eşit derecede bulunan maceraperest ve araştırmacı kız kardeşininkini kurtararak yararlı bir biçimde kullanmıştır. 63:1.3 (711.6) While still living with his parents, Andon had fastened a sharp piece of flint on the end of a club, using animal tendons for this purpose, and on no less than a dozen occasions he made good use of such a weapon in saving both his own life and that of his equally adventurous and inquisitive sister, who unfailingly accompanied him on all of his tours of exploration.
63:1.4 (711.7) Andon ve Fonta’nın Primat kabilelerinden ayrılma kararı, maymun kabilelerinin alt düzey akla sahip kuzenleri ile çiftleşmekten vazgeçen daha sonraki soylarının birçoğunu niteleyen temel ussun çok üzerinde bir akıl niteliğini simgelemektedir. Ancak onların hayvanlardan biraz daha fazlası olduklarına dair belirsiz hisleri, kişiliğe sahip olmalarından kaynaklanmış olup ve Düşünce Düzenleyicisi’nin ikamet eden mevcudiyeti tarafından çoğalmıştır. 63:1.4 (711.7) The decision of Andon and Fonta to flee from the Primates tribes implies a quality of mind far above the baser intelligence which characterized so many of their later descendants who stooped to mate with their retarded cousins of the simian tribes. But their vague feeling of being something more than mere animals was due to the possession of personality and was augmented by the indwelling presence of the Thought Adjusters.
2. İkizlerin Kaçışı ^top 2. The Flight of the Twins ^top
63:2.1 (712.1) Andon ve Fonta kuzeye doğru kaçmaya karar verince, babalarını ve öncül ailelerini özellikle gücendirme endişesi biçiminde, kısa bir süreliğine korkularını yendiler. Onlar; akrabaları tarafından pusuya düşürülmeyi öngörmüş olup, böylelikle ölümlerini kıskanç kabile üyelerinin ellerinde tatma olasılığının farkına varmışlardır. Genç bireyler olarak ikizler, vakitlerinin büyük bir kısmını beraber geçirmişlerdir; bu nedenden dolayı onlar, Primat kabilesinin hayvan kuzenleri arasında fazlasıyla gözde bireyler hiçbir zaman olmamışlardır. Buna ek olarak onlar, ayrı ve çok üstün bir ağaç evi inşa etmek kendilerine duyulan saygınlığı arttırmamıştır. 63:2.1 (712.1) After Andon and Fonta had decided to flee northward, they succumbed to their fears for a time, especially the fear of displeasing their father and immediate family. They envisaged being set upon by hostile relatives and thus recognized the possibility of meeting death at the hands of their already jealous tribesmen. As youngsters, the twins had spent most of their time in each other’s company and for this reason had never been overly popular with their animal cousins of the Primates tribe. Nor had they improved their standing in the tribe by building a separate, and a very superior, tree home.
63:2.2 (712.2) Ve ağaç tepeleri arasında bu yeni ev içerisinde bir gece şiddetli bir kasırgayla uyandıktan sonra, birbirlerini korkuyla ve sevgiyle sarmalarken, kabile yaşamından ve ağaç tepesi evinden ayrılmaları gerektiği konusunda nihai ve bütünsel olarak karar verdiler. 63:2.2 (712.2) And it was in this new home among the treetops, one night after they had been awakened by a violent storm, and as they held each other in fearful and fond embrace, that they finally and fully made up their minds to flee from the tribal habitat and the home treetops.
63:2.3 (712.3) Onlar, kuzey doğrultusunda bulunan kendilerine ait ilkel bir ağaç tepesi barınağını yarım gün içerisinde çoktan hazırlamışlardı. Bu barınak, ağaç ormanlarından ayrı kalacakları ilk gün için kendilerine ait gizli ve güvenli gizlenme yeriydi. Her ne kadar ikizler; Primatlar’a ait gece vakti yerde bulunmanın ölümcü korkusunu taşısalar da, kuzeye doğru olan yolculuklarında havanın kararmasından önce kısa bir süreliğine ilerlediler. Dolunay zamanında bile bu türden bir gece gezintisine girişmek onların olağan dışı cesaretini gerektirirken, onlar yokluklarının belli olmayacağının ve kabile üyelerine ek olarak akrabaları tarafından takip edilmeyeceklerinin doğru bir biçiminde çıkarımında bulundular. Ve onlar gece yarınsından kısa bir süre sonra daha öncesinden hazırlamış oldukları buluşma yerlerine güvenli bir biçimde ulaştılar. 63:2.3 (712.3) They had already prepared a crude treetop retreat some half-day’s journey to the north. This was their secret and safe hiding place for the first day away from the home forests. Notwithstanding that the twins shared the Primates’ deathly fear of being on the ground at nighttime, they sallied forth shortly before nightfall on their northern trek. While it required unusual courage for them to undertake this night journey, even with a full moon, they correctly concluded that they were less likely to be missed and pursued by their tribesmen and relatives. And they safely made their previously prepared rendezvous shortly after midnight.
63:2.4 (712.4) Kuzeye doğru gerçekleştirdikleri seyahatlerinde onlar, açıkta bulunan bir çakmaktaşı parçası keşfettiler; ve çeşitli birçok amaç için elverişli bir şekle sahip birçok taş parçası bularak bunları gelecekte kullanmak amacıyla biriktirdiler. Belirli amaçlar için hazır hale gelmesi amacıyla bu çakmaktaşlarını yontma girişiminde Andon; onların kıvılcım özelliğini keşfetmiş olup, ateş yakma fikrini algıladı. Ancak bu zaman zarfında iklim hâlihazırda elverişli olduğu ve çok az bir ateş ihtiyacı bulunduğu için bu düşünce onun aklında çok derin bir yer teşkil etmedi. 63:2.4 (712.4) On their northward journey they discovered an exposed flint deposit and, finding many stones suitably shaped for various uses, gathered up a supply for the future. In attempting to chip these flints so that they would be better adapted for certain purposes, Andon discovered their sparking quality and conceived the idea of building fire. But the notion did not take firm hold of him at the time as the climate was still salubrious and there was little need of fire.
63:2.5 (712.5) Ancak sonbahar güneşi gökyüzünde alçalmaktaydı, ve onlar kuzeye doğru ilerlerken geceler gittikçe soğuk bir hale gelmekteydi. Hâlihazırda onlar hayvan derilerini ısınmak için kullanmak zorunda kalmışlardı. Ulaşacakları yerleşkeden bir ay öncesinde Andon eşine, çakmaktaşından ateş yakabileceği düşüncesini ifade etti. Onlar, çakmaktaşı kıvılcımını bir ateş yaratmak için kullanma üzerinde iki ay uğraş verdiler; ancak onlar yalnızca başarısızlıktan başka bir şey elde edemediler. Her gün bu çift, çakmaktaşlarını çakmakta ve odunlarını ateşe vermeye çalışmaktaydı. En sonunda bir gece güneş batımı zamanında ateş yakma tekniğinin sırrına Fonta, terk edilmiş bir kuş yuvasını elde etmek için yakın bir ağaca çıkışı esnasında erişti. Yuva kuru ve oldukça yanıcıydı, bunun sonucunda kıvılcımın buraya düştüğü andan itibaren bütüncül bir ateş parıltısı önünde belirdi. Onlar başarılarına o kadar şaşırmışlar ve bir o kadar afallamışlardı ki, neredeyse ateşi kaybetmişlerdi; ancak onlar ateşi, elverişli bir sıvıyı ekleyerek kurtarıp, bunun sonrasında tüm insanlığın ebeveynleri olarak gerçekleştirdikleri çıraların ilk arayışına giriştiler. 63:2.5 (712.5) But the autumn sun was getting lower in the sky, and as they journeyed northward, the nights grew cooler and cooler. Already they had been forced to make use of animal skins for warmth. Before they had been away from home one moon, Andon signified to his mate that he thought he could make fire with the flint. They tried for two months to utilize the flint spark for kindling a fire but only met with failure. Each day this couple would strike the flints and endeavor to ignite the wood. Finally, one evening about the time of the setting of the sun, the secret of the technique was unraveled when it occurred to Fonta to climb a near-by tree to secure an abandoned bird’s nest. The nest was dry and highly inflammable and consequently flared right up into a full blaze the moment the spark fell upon it. They were so surprised and startled at their success that they almost lost the fire, but they saved it by the addition of suitable fuel, and then began the first search for firewood by the parents of all mankind.
63:2.6 (712.6) Bu durum, kısa fakat önemli yaşamlarında en neşe dolu anlardan bir tanesiydi. Bütün gece boyunca onlar; iklime meydan okumalarını ve böylelikle güney bölgesindeki hayvan akrabalarından sonsuza kadar bağımsız olmalarını kendileri için mümkün kılan bir keşfi gerçekleştirdiklerinin farkına henüz belirgin olmayan bir biçimde vararak, ateşlerinin yanışını oturup izlediler. Üç günlük dinlenişlerinden ve ateş eğlencelerinden sonra onlar, yolculuklarına devam ettiler. 63:2.6 (712.6) This was one of the most joyous moments in their short but eventful lives. All night long they sat up watching their fire burn, vaguely realizing that they had made a discovery which would make it possible for them to defy climate and thus forever to be independent of their animal relatives of the southern lands. After three days’ rest and enjoyment of the fire, they journeyed on.
63:2.7 (712.7) Andon’un Primat ataları, yıldırım sonucunda yanan ateşi tazelemeyi sıklıkla gerçekleştirmişlerdi; ancak bu zaman zarfından önce dünya üzerindeki yaratılmışların hiçbiri, irade dâhilinde ateş yakmanın yöntemine sahip değildi. Ancak bu gelişmeler, ikizlerin kuş yuvalarına ek olarak kuru yosunların ve diğer maddelerin ateşi yakacağını öğrenmesinden uzun bir zaman önce gerçekleşmiştir. 63:2.7 (712.7) The Primates ancestors of Andon had often replenished fire which had been kindled by lightning, but never before had the creatures of earth possessed a method of starting fire at will. But it was a long time before the twins learned that dry moss and other materials would kindle fire just as well as birds’ nests.
3. Andon’un Ailesi ^top 3. Andon’s Family ^top
63:3.1 (713.1) İlk çocuklarının doğuş anı ile ikizlerin evden ayrıldıkları gece arasında neredeyse iki yıl geçmiştir. Onlar bu çocuğun ismini Sontad koymuşlardır; ve Sontad, doğum anında koruyucu örtüler içinde sarınan Urantia üzerinde doğmuş ilk yaratılmıştı. İnsan ırkı ilerleyiş sürecine çoktan başlamıştı; ve bu yeni evrim ile birlikte, daha saf bir biçimde hayvan olan türlerin aksine, ussal düzeye ait aklın ilerleyici gelişimini niteleyen artan bir şekilde zayıf doğan bebeklere gösterilen yerinde bir ilgi açığa çıktı. 63:3.1 (713.1) It was almost two years from the night of the twins’ departure from home before their first child was born. They named him Sontad; and Sontad was the first creature to be born on Urantia who was wrapped in protective coverings at the time of birth. The human race had begun, and with this new evolution there appeared the instinct properly to care for the increasingly enfeebled infants which would characterize the progressive development of mind of the intellectual order as contrasted with the more purely animal type.
63:3.2 (713.2) Andon ve Fonta toplam on dokuz çocuğa sahipti; ve onlar, neredeyse elli torun ve altı büyük torundan oluşan bir aile birlikteliğini memnuniyetle deneyimlediler. Aile, birbirine bitişik dört kaya sığınağı veya diğer bir değişle yarı-mağara için konumlanmıştı; bunların üçü birbirine, Andon’un çocukları tarafından geliştirilen çakmaktaşı aletleri ile yumuşak kireçtaşının kazılmasıyla oluşturulmuş koridorlar ile bağlıydı. 63:3.2 (713.2) Andon and Fonta had nineteen children in all, and they lived to enjoy the association of almost half a hundred grandchildren and half a dozen great-grandchildren. The family was domiciled in four adjoining rock shelters, or semicaves, three of which were interconnected by hallways which had been excavated in the soft limestone with flint tools devised by Andon’s children.
63:3.3 (713.3) Bu öncül Andonsal unsurları, oldukça belirgin bir kavim ruhaniyetini sergilediler; onlar, topluluklar içinde avlanıp, ev yerleşkesinden hiçbir zaman çok uzağa gitmediler. Onlar; kendilerinin tecrit edilmiş ve benzersiz yaşayan varlıklar olduklarının, bu nedenle ayrılmalarından kaçınmaları gerektiğinin farkına varmış bir görünüme sahip oldular. İçten akrabalığın bu duygusu kuşkusuz bir biçimde, emir-yardımcı ruhaniyetlerinin gelişmiş akıl hizmetinin sayesinde gerçekleşmiştir. 63:3.3 (713.3) These early Andonites evinced a very marked clannish spirit; they hunted in groups and never strayed very far from the homesite. They seemed to realize that they were an isolated and unique group of living beings and should therefore avoid becoming separated. This feeling of intimate kinship was undoubtedly due to the enhanced mind ministry of the adjutant spirits.
63:3.4 (713.4) Andon and Fonta, sürekli bir biçimde kavimlerini büyütmek ve geliştirmek için çabaladıklar. Onlar; üzerlerinde sallanan bir kayanın bir deprem sonucunda düşüp ölümlerine sebep oldukları zaman zarfına kadar, kırk iki yıl yaşadılar. Onların beş çocuğu ve on bir torunu onlar ile birlikte hayatlarını kaybetti; ve neredeyse bu kadar soy üyeleri ciddi bir biçimde yaralandılar. 63:3.4 (713.4) Andon and Fonta labored incessantly for the nurture and uplift of the clan. They lived to the age of forty-two, when both were killed at the time of an earthquake by the falling of an overhanging rock. Five of their children and eleven grandchildren perished with them, and almost a score of their descendants suffered serious injuries.
63:3.5 (713.5) Ebeveynlerinin ölümü üzerine Sontad, ciddi bir biçimde yaralanan ayağına rağmen derhal kavminin önderliğini üstlendi; ve o, en büyük kız kardeşi olan karısı ona yetkin bir biçimde yardımda bulundu. Onların ilk görevi; ölü ebeveynlerini, erkek ve kız kardeşlerine ek olarak çocuklarını etkin bir biçimde defnetmek için kayaları onların etrafında çitlemek oldu. Ölümden sonra kurtuluşlarına dair onların düşünceleri, hayali ve çeşitli düş dünyasından büyük ölçüde kaynağını olan bir biçimde oldukça belirsiz ve kesinlikten uzaktı. 63:3.5 (713.5) Upon the death of his parents, Sontad, despite a seriously injured foot, immediately assumed the leadership of the clan and was ably assisted by his wife, his eldest sister. Their first task was to roll up stones to effectively entomb their dead parents, brothers, sisters, and children. Undue significance should not attach to this act of burial. Their ideas of survival after death were very vague and indefinite, being largely derived from their fantastic and variegated dream life.
63:3.6 (713.6) Andon ve Fonta’nın bu ailesi; kavimin dağılmasına sebep olan yiyecek sıkıntısı ve toplumsal anlaşmazlıklar ile birleşen gelişmelerin baş gösterdiği zaman zarfı olan, yirminci neslin başlamasına kadar birbirine sıkıca bağlı bir biçimde yaşamıştır. 63:3.6 (713.6) This family of Andon and Fonta held together until the twentieth generation, when combined food competition and social friction brought about the beginning of dispersion.
4. Andonsal Kavimler ^top 4. The Andonic Clans ^top
63:4.1 (713.7) Andonsal unsurlar olarak ilkel insan, siyah gözlere ek olarak sarı ve kırmızının bir karışımına benzer bir biçimde esmer ten rengine sahiplerdi. Melanin, insan varlıklarının derilerinde bulunan bir renk verici özdür. Bu öz, kaynak Andonsal deri renklendiricisidir. Olağan dış görünüş ve ten rengi bakımından bu öncül Andonsal unsurlar, yaşayan insan varlıklarının herhangi birine kıyasla daha yakın bir biçimde çağdaş Eskimolar’a benzemekteydi. Onlar, soğuğa karşı bir korunum olarak hayvan derilerinden yararlanan ilk yaratılmışlardı; onlar, çağdaş insanlara kıyasla bedenlerinde biraz daha fazla kıla sahipti. 63:4.1 (713.7) Primitive man—the Andonites—had black eyes and a swarthy complexion, something of a cross between yellow and red. Melanin is a coloring substance which is found in the skins of all human beings. It is the original Andonic skin pigment. In general appearance and skin color these early Andonites more nearly resembled the present-day Eskimo than any other type of living human beings. They were the first creatures to use the skins of animals as a protection against cold; they had little more hair on their bodies than present-day humans.
63:4.2 (713.8) Bu öncül insanların hayvan atalarına ait kabile yaşamı, sayısız toplumsal davranışın başlangıcını simgelemiştir; ve bu varlıkların genişleyen duyguları ve çoğalan beyin güçleri ile orada, toplumsal örgütlenme içinde doğrudan bir gelişme ve yeni bir kavim iş bölümü gerçekleşmiştir. Onlar aşırı bir biçimde taklitsel varlıklardı; ancak oyun içgüdüsü yalnızca az bir biçimde gelişmişti; ve mizah anlayışından neredeyse bütünüyle yoksundular. İlkel insan ara sıra gülümsemekteydi; fakat o, derinden gelen bir kahkahaya hiçbir zaman sahip olmamıştı. Mizah, daha sonraki Âdem ırkının bir mirasıydı. Bu öncül insan varlıkları, daha sonraki evrimleşen fanilerin birçoğu gibi ne acıya oldukça duyarlı ne de olumsuz durumlara karşı oldukça tepki gösteren niteliğe sahipti. Çocuk doğumu, Fonta ve onun birincil nesli için ne acı veren ne de ıstırap çektirici bir deneyimdi. 63:4.2 (713.8) The tribal life of the animal ancestors of these early men had foreshadowed the beginnings of numerous social conventions, and with the expanding emotions and augmented brain powers of these beings, there was an immediate development in social organization and a new division of clan labor. They were exceedingly imitative, but the play instinct was only slightly developed, and the sense of humor was almost entirely absent. Primitive man smiled occasionally, but he never indulged in hearty laughter. Humor was the legacy of the later Adamic race. These early human beings were not so sensitive to pain nor so reactive to unpleasant situations as were many of the later evolving mortals. Childbirth was not a painful or distressing ordeal to Fonta and her immediate progeny.
63:4.3 (714.1) Onlar muhteşem bir kavimdi. Erkekler, çiftleri ve doğumlarının güvenliği için kahramanca mücadele ederlerdi; kadınlar ise çocuklarına sevgi dolu bir biçimde bağlanmıştı. Ancak onların sevgi dolu doğaları bütünüyle birincil kavimleriyle sınırlıydı. Onlar ailelerine oldukça sadıklardı; çocuklarını korumak için bir an bile düşünmeden ölürlerdi; ancak onlar, torunları için dünyayı daha iyi bir hale getirmeye çalışmanın düşüncesini kavramaya yetkin değillerdi. Her ne kadar dinin doğuşu için hayati derece önemli olan duyguların hepsi hâlihazırda bu Urantia yerlileri içinde mevcut bulunmuşsa da, toplumsal fedakârlık henüz insan kalbinde doğmamıştı. 63:4.3 (714.1) They were a wonderful tribe. The males would fight heroically for the safety of their mates and their offspring; the females were affectionately devoted to their children. But their patriotism was wholly limited to the immediate clan. They were very loyal to their families; they would die without question in defense of their children, but they were not able to grasp the idea of trying to make the world a better place for their grandchildren. Altruism was as yet unborn in the human heart, notwithstanding that all of the emotions essential to the birth of religion were already present in these Urantia aborigines.
63:4.4 (714.2) Bu öncül insanlar, akranları için etkileyici derecede bir sevgi beslemişlerdir; ve kesin bir içimde onlar, her ne kadar ilkel bir düzeyde bulunsa da, arkadaşlık düşüncesine sahip olmuşlardır. Aşağı düzeyde bulunan kabileler ile yaptıkları tekrar eden savaşlarında bu ilkel insanların bir tanesini; cesurca bir eliyle savaşırken diğer eliyle yaralanmış bir savaşçı yoldaşını korumak ve onun hayatını kurtarmak için çabalarken görmek, daha sonraki zamanların sıklıkla gözlenen bir olguydu. Sonraki evrimsel gelişmenin en soylu ve en yüksek insan niteliklerinden çoğu, etkileyici bir biçimde bu ilkel insanlarda geleceğin habercisi olarak sergilenmiştir. 63:4.4 (714.2) These early men possessed a touching affection for their comrades and certainly had a real, although crude, idea of friendship. It was a common sight in later times, during their constantly recurring battles with the inferior tribes, to see one of these primitive men valiantly fighting with one hand while he struggled on, trying to protect and save an injured fellow warrior. Many of the most noble and highly human traits of subsequent evolutionary development were touchingly foreshadowed in these primitive peoples.
63:4.5 (714.3) Kökensel Andonsal kavim, yirmi yedinci nesle kadar önderliğin istikrarlı bir idaresine sahip olmuştur; bu süreçten sonra, Sontad’ın birincil doğumları arasında hiçbir erkek dünyaya gelmediği zaman, kavimin iki olası idarecisi üstünlük için kavgaya girişmişlerdir. 63:4.5 (714.3) The original Andonic clan maintained an unbroken line of leadership until the twenty-seventh generation, when, no male offspring appearing among Sontad’s direct descendants, two rival would-be rulers of the clan fell to fighting for supremacy.
63:4.6 (714.4) Andonsal kavimlerinin geniş ölçekli parçalanışından önce oldukça gelişmiş bir dil, iletişim için öncül çabaları sonucunda evrimleşmiştir. Bu dil büyümeye devam etmiştir; ve, bu etkin, oldukça hareketli ve maceraperest insanlar tarafından geliştirilen bir çevre için gerçekleştirilen icatlar ve uyarlamalar nedeniyle neredeyse günlük eklentiler bu dile kazandırılmaktaydı. Ve bu dil, renkli ırkların daha sonraki ortaya çıkışlarına kadar öncül insan ailesinin ana dili olarak Urantia’nın sözü haline gelmişti. 63:4.6 (714.4) Before the extensive dispersion of the Andonic clans a well-developed language had evolved from their early efforts to intercommunicate. This language continued to grow, and almost daily additions were made to it because of the new inventions and adaptations to environment which were developed by these active, restless, and curious people. And this language became the word of Urantia, the tongue of the early human family, until the later appearance of the colored races.
63:4.7 (714.5) Zaman geçtikçe Andonsal kavimlerin nüfusu arttı, ve genişleyen ailelerin birbirleriyle olan ilişkileri gerginlikleri ve anlaşmazlıkları beraberinde getirdi. Sadece iki husus bu insanların akıllarında yer etmekteydi: yiyecek bulmak için avlanmak ve komşu kabileler tarafından uğradıkları, gerçeklik taşıyıp taşımamasından bağımsız olarak, adaletsizlik veya haksızlık karşısında öçlerini almaktı. 63:4.7 (714.5) As time passed, the Andonic clans grew in number, and the contact of the expanding families developed friction and misunderstandings. Only two things came to occupy the minds of these peoples: hunting to obtain food and fighting to avenge themselves against some real or supposed injustice or insult at the hands of the neighboring tribes.
63:4.8 (714.6) Aile anlaşmazlıkları arttı, kabile savaşları patlak verdi, ve ciddi kayıplar daha yetkin ve daha gelişmiş olan toplulukların en iyi nitelikleri arasında gözlenmekteydi. Bu kayıplardan bazıları onarılamaz nitelikte olanlardı; yetkinlik ve usun en değerli özelliklerinden bazıları sonsuza kadar dünya üzerinden yok oldu. Bu öncül ırk ve onun ilkel medeniyeti, kavimlerin bitmek tükenmek bilmeyen savaşları nedeniyle yok olmakla karşı karşıya kaldı. 63:4.8 (714.6) Family feuds increased, tribal wars broke out, and serious losses were sustained among the very best elements of the more able and advanced groups. Some of these losses were irreparable; some of the most valuable strains of ability and intelligence were forever lost to the world. This early race and its primitive civilization were threatened with extinction by this incessant warfare of the clans.
63:4.9 (714.7) Bu türden ilkel varlıkları barış içerisinde beraber yaşamayı arzulamaya ikna etmek imkânsızdır. İnsan kavgacı hayvanların soyundan gelmektedir; ve yakın bir biçimde bir araya geldiklerinde kültürsüz insanlar, birbirlerini kızdırıp gücendirmektedirler. Yaşam Taşıyıcıları, evrimsel yaratılmışlar arasında bu eğilimi bilmekteydi; ve bunun uyarınca onlar, en az üç ve daha sıklıkla gerçekleşen bir biçimde altı farklı ve ayrışmış ırka gelişen insan varlıkların nihai bölünmelerine dair karara varmaktadırlar. 63:4.9 (714.7) It is impossible to induce such primitive beings long to live together in peace. Man is the descendant of fighting animals, and when closely associated, uncultured people irritate and offend each other. The Life Carriers know this tendency among evolutionary creatures and accordingly make provision for the eventual separation of developing human beings into at least three, and more often six, distinct and separate races.
5. Andonsal Unsurlar'ın Dağılımı ^top 5. Dispersion of the Andonites ^top
63:5.1 (715.1) Öncül Andon ırkları, Asya’nın çok derinlerine girmediler; ve onlar ilk başta Afrika kıtasına gitmediler. Bahse konu zamanların coğrafyası, onların kuzeye doğru ilerleyişini sağlamıştır; ve bu insanlar, üçüncü buzul döneminin yavaşça ilerleyen buzulu tarafından engelleninceye kadar kuzeye doğru ilerlemeye devam ettiler. 63:5.1 (715.1) The early Andon races did not penetrate very far into Asia, and they did not at first enter Africa. The geography of those times pointed them north, and farther and farther north these people journeyed until they were hindered by the slowly advancing ice of the third glacier.
63:5.2 (715.2) Bu geniş buz tabakası Fransa ve Britanya Adaları’na ulaşmadan önce Andon ve Fonta’nın soyları; Avrupa üzerinden kuzeye doğru ilerleyip, Kuzey Denizi’nin bahse konu zamanlarda sıcak olan sularına açılan büyük nehirler boyunca sayıca binden daha fazla ayrı yerleşke kurdular. 63:5.2 (715.2) Before this extensive ice sheet reached France and the British Isles, the descendants of Andon and Fonta had pushed on westward over Europe and had established more than one thousand separate settlements along the great rivers leading to the then warm waters of the North Sea.
63:5.3 (715.3) Bu Andonsal kabileler, Fransa’nın öncül nehir sakinleriydi; onlar, binlerce yıl boyunca Somme nehri boyunca yaşamışlardı. Somme, bahse konu zaman zarfında bugünkü gibi denize dökülmekte olan bir biçimde, buzullar tarafından seviyesi değişmeyen bir nehirdir. Ve bu durum, Andonsal soylarına dair neden bu kadar çok kanıtın bu nehir vadisi uzantısı boyunca bulunmakta olduğunu açıklamaktadır. 63:5.3 (715.3) These Andonic tribes were the early river dwellers of France; they lived along the river Somme for tens of thousands of years. The Somme is the one river unchanged by the glaciers, running down to the sea in those days much as it does today. And that explains why so much evidence of the Andonic descendants is found along the course of this river valley.
63:5.4 (715.4) Her ne kadar ağaç tepelerine hala kendilerini tehlike anında atsalar da, Urantia’nın bu yerlileri ağaç sakinleri değillerdi. Onlar düzenli bir biçimde, barındıkları yerleşkeye yaklaşmakta olan varlıkları görmeleri için iyi bir açı sağlayan ve onları hava olaylarından koruyan nehir boylarındaki asılı yamaçlara veya dağ eteği mağaralarına yerleşmişlerdir. Böylelikle onlar, dumandan çok rahatsız olmadan ateşlerinin sağladığı rahatlığı memnuniyetle deneyimlemişlerdir. Her ne kadar ilerleyen zamanlarda geç buz tabakaları daha güneye doğru ilerleyip sonraki soylarını mağaralara doğru itmişse de, onlar gerçek anlamıyla mağara sakinleri de değillerdi. Onlar, bir ormanın eşiğinde ve bir ırmağın kenarında konaklamayı tercih etmişlerdir. 63:5.4 (715.4) These aborigines of Urantia were not tree dwellers, though in emergencies they still betook themselves to the treetops. They regularly dwelt under the shelter of overhanging cliffs along the rivers and in hillside grottoes which afforded a good view of the approaches and sheltered them from the elements. They could thus enjoy the comfort of their fires without being too much inconvenienced by the smoke. They were not really cave dwellers either, though in subsequent times the later ice sheets came farther south and drove their descendants to the caves. They preferred to camp near the edge of a forest and beside a stream.
63:5.5 (715.5) Onlar çok öncesinden, özellikle seçilmiş korunaklı yerleşkelerini saklamakta dikkate değer bir zekâya sahip oldular; ve onlar, gece vakti içlerine kıvrılıp yatacakları kubbe biçimli kaya barakaları olarak uyku odaları inşa etmede büyük bir beceri gösterdiler. Bu türden bir barakaya giriş, bu girişin karşısına konumlandırılmış yuvarlanan bir kaya tarafından kapanmaktaydı; bu büyük kaya, tavan kayaları nihai olarak yerleştirilmeden önce sadece bu amaç için içeriye konulmuştu. 63:5.5 (715.5) They very early became remarkably clever in disguising their partially sheltered abodes and showed great skill in constructing stone sleeping chambers, dome-shaped stone huts, into which they crawled at night. The entrance to such a hut was closed by rolling a stone in front of it, a large stone which had been placed inside for this purpose before the roof stones were finally put in place.
63:5.6 (715.6) Andonsal unsurlar; korkusuz ve başarılı avcılar olup, ağaçların yaban dutları ve belirli meyveleri dışında ayrıcalıklı bir biçimde etten besinlerini sağlamaktaydılar. Andon taş baltasını icat ederken, onun soyundan gelen unsurlar ise öncül bir biçimde çubuk ve zıpkın fırlatımını etkin bir biçimde kullandılar. En sonunda alet yaratım aklı, el becerisi ile birlikte faaliyet göstermekteydi; ve bu öncül insanlar, çakmaktaşı aletlerine biçim vermede oldukça hünerli hale geldiler. Onlar uzak ve geniş alanlara, tıpkı çağdaş insanların dünyanın sonuna kadar altın, platin ve elmas peşinde seyahatlere çıkmaları gibi, çakmaktaşı aramak için yolculuklarda bulundular. 63:5.6 (715.6) The Andonites were fearless and successful hunters and, with the exception of wild berries and certain fruits of the trees, lived exclusively on flesh. As Andon had invented the stone ax, so his descendants early discovered and made effective use of the throwing stick and the harpoon. At last a tool-creating mind was functioning in conjunction with an implement-using hand, and these early humans became highly skillful in the fashioning of flint tools. They traveled far and wide in search of flint, much as present-day humans journey to the ends of the earth in quest of gold, platinum, and diamonds.
63:5.7 (715.7) Ve birçok açıdan bu Andon kabileleri, her ne kadar ateş yakmanın çeşitli yöntemlerini sürekli bir biçimde yeniden keşfettilerse de, gerileyen soylarının yarın milyon yıldır erişemedikleri ussun bir seviyesini sergilediler. 63:5.7 (715.7) And in many other ways these Andon tribes manifested a degree of intelligence which their retrogressing descendants did not attain in half a million years, though they did again and again rediscover various methods of kindling fire.
6. Onagar — İlk Doğruluk Öğretmeni ^top 6. Onagar—The First Truth Teacher ^top
63:6.1 (715.8) Andonsal kopuşlar genişlerken, Onagar’ın ortaya çıkışına kadar neredeyse on bin yıl boyunca kavimlerin kültürel ve ruhsal düzeyi gerilemiştir; bu kabilelerin önderliğini üstlenen Onagar, “insanlara ve hayvanlara Nefes Verici’ye” olan ibadete onların hepsini yönlendirerek ilk kez onlara barışı getirmiştir. 63:6.1 (715.8) As the Andonic dispersion extended, the cultural and spiritual status of the clans retrogressed for nearly ten thousand years until the days of Onagar, who assumed the leadership of these tribes, brought peace among them, and for the first time, led all of them in the worship of the “Breath Giver to men and animals.”
63:6.2 (716.1) Andon’un felsefesi, büyük bir kafa karışıklığı içerisindeydi; o, şans eseri ateşi buluşundan kaynaklanan büyük rahatlık nedeniyle kıl payı farkla bir ateş tapıcısı olmaktan kurtulmuştu. Nedensellik, buna rağmen, kendi keşfinden güneşi daha üstün ve ısıya ek olarak ışığın daha merak uyandırıcı kaynak biçiminde tanımasına onu sevk etmiştir; ancak bu kavrayış derinsel değildi, ve bu nedenle o bir güneş tapıcısı olmayı başaramamıştır. 63:6.2 (716.1) Andon’s philosophy had been most confused; he had barely escaped becoming a fire worshiper because of the great comfort derived from his accidental discovery of fire. Reason, however, directed him from his own discovery to the sun as a superior and more awe-inspiring source of heat and light, but it was too remote, and so he failed to become a sun worshiper.
63:6.3 (716.2) Andonsal unsurlar öncül olarak, — gök gürültüsü, yıldırım, yağmur, kar, dolu ve buz gibi — hava olaylarından duyulan bir korkuyu geliştirmişlerdir. Ancak açlık, bu öncül zamanların sürekli ortaya çıkan dürtüsüydü; ve onlar büyük oranda hayvanlardan beslendikleri için, hayvanlara yapılan ibadetin bir türünü nihai olarak geliştirdiler. Andon için büyük hayvanlar, yaratıcı kudret ve gücü elinde bulundurmanın simgeleriydi. Zaman zaman, bu büyük hayvanları ibadetin nesneleri olarak tanımlamak adet haline gelmişti. Bir özel hayvanın revaçta olduğu zamanlarda, onun dış hatları ilkel bir biçimde mağara duvarlarına resmedilirdi; ve daha sonra bu ilerleyen gelişme olarak sanatta gerçekleşirken, bu türden bir hayvan tanrısı çeşitli süslemeler üzerine kazınmıştır. 63:6.3 (716.2) The Andonites early developed a fear of the elements—thunder, lightning, rain, snow, hail, and ice. But hunger was the constantly recurring urge of these early days, and since they largely subsisted on animals, they eventually evolved a form of animal worship. To Andon, the larger food animals were symbols of creative might and sustaining power. From time to time it became the custom to designate various of these larger animals as objects of worship. During the vogue of a particular animal, crude outlines of it would be drawn on the walls of the caves, and later on, as continued progress was made in the arts, such an animal god was engraved on various ornaments.
63:6.4 (716.3) Çok öncül Andonsal topluluklar, kabilenin taptığı hayvan etini yemeden sakınmanın alışkanlığını getirdiler. Yakın bir süre zarfında, kabile gençlerinin akıllarını daha yerinde bir biçimde etkilemek için, bu tapılan hayvanların bir tanesine ait beden etrafında düzenlenen bir saygı töreni geliştirdiler; ve daha sonra, bu ilkel sergiler, kabile soylarının daha derin kurbanlık törenlerine varıncaya kadar gelişme gösterdi. Ve bu gelişme, kurbanların ibadetin bir parçası olarak ortaya çıkışını oluşturmaktaydı. Bu düşünce; Tevrat geleneği içinde Musa tarafından ayrıntılı bir biçimde detaylandırılmış olup, “kan dökülmesi” kavramı tarafından günahın temizlenmesi savı şeklinde ilke olarak Aziz Paul tarafından korunmuştur. 63:6.4 (716.3) Very early the Andonic peoples formed the habit of refraining from eating the flesh of the animal of tribal veneration. Presently, in order more suitably to impress the minds of their youths, they evolved a ceremony of reverence which was carried out about the body of one of these venerated animals; and still later on, this primitive performance developed into the more elaborate sacrificial ceremonies of their descendants. And this is the origin of sacrifices as a part of worship. This idea was elaborated by Moses in the Hebrew ritual and was preserved, in principle, by the Apostle Paul as the doctrine of atonement for sin by “the shedding of blood.”
63:6.5 (716.4) Bu ilkel insan varlıklarının yaşamları içinde bu önemli şeyin yiyecek olduğu, onların büyük öğretmeni olan Onagar tarafından bu basit insanlara öğretilen dua ile sergilenmiştir. Ve bu dua şuydu: 63:6.5 (716.4) That food was the all-important thing in the lives of these primitive human beings is shown by the prayer taught these simple folks by Onagar, their great teacher. And this prayer was:
63:6.6 (716.5) “Sen Yaşam Nefesi, bu gün bize günlük yiyeceğimizi ver, buzun lanetinden bizleri koru, orman düşmanlarımızdan bizleri kurtar, ve bağışlama ile bizleri Büyük Ahiret’e kabul et.” 63:6.6 (716.5) “O Breath of Life, give us this day our daily food, deliver us from the curse of the ice, save us from our forest enemies, and with mercy receive us into the Great Beyond.”
63:6.7 (716.6) Onagar; Mezopotamya’nın güney kısmından kuzeye doğru olan seyahat rotasının batı dönüşünde bekleme yeri biçimindeki Oban olarak adlandırılan bir yerleşkede, bugünün Hazar Gölü bölgesinde tarihi Akdeniz’in kuzey kıyı yakasında yönetim merkezini idare etmiştir. Oban’dan, tek İlahiyat’a dair yeni savlarını ve Büyük Ahiret olarak adlandırdığı kavramsallaşmasını yaymak için uzak yerleşkelere eğitmenler göndermiştir. Onagar’ın bu elçileri, dünyanın ilk misyonerleriydi; onlar aynı zamanda, yiyeceğin hazırlanışında ateşi en önce düzenli olarak kullanmaya başlayan ilk insan varlıklarıydı. Onlar eti, çubukların ucunda ve aynı zamanda sıcak kayalarda pişirdiler; daha sonra onlar, büyük parçalar halinde eti ateşte közlediler; ancak onların soyları neredeyse bütünüyle eti çiğ olarak yemeye geri döndü. 63:6.7 (716.6) Onagar maintained headquarters on the northern shores of the ancient Mediterranean in the region of the present Caspian Sea at a settlement called Oban, the tarrying place on the westward turning of the travel trail leading up northward from the Mesopotamian southland. From Oban he sent out teachers to the remote settlements to spread his new doctrines of one Deity and his concept of the hereafter, which he called the Great Beyond. These emissaries of Onagar were the world’s first missionaries; they were also the first human beings to cook meat, the first regularly to use fire in the preparation of food. They cooked flesh on the ends of sticks and also on hot stones; later on they roasted large pieces in the fire, but their descendants almost entirely reverted to the use of raw flesh.
63:6.8 (716.7) (M.S. 1934 yılına göre) Onagar 983.323 yıl önce doğmuş, ve altmış dokuz yaşına kadar yaşamıştır. Gezegensel Prens-öncesi zamanının bu üstün aklı ve ruhani önderinin kazanımlarına dair kayıtlar, bu ilkel insanların gerçek bir toplum birlikteliğine olan örgütlenişine dair heyecan verici bir öyküdür. O, birçok bin boyunca takip eden nesiller tarafından erişilmeyecek etkin bir kabilesel hükümeti kurmuştur. Gezegensel Prens’in varışına kadar bu türden yüksek bir medeniyet dünya üzerinde bir daha gerçekleşmemiştir. Bu basit insanlar, gerçek fakat ilkel bir dine sahip oldular; ancak bu din, kötüleşen soyları tarafından ilerleyen süreçte kaybedilmiştir. 63:6.8 (716.7) Onagar was born 983,323 years ago (from a.d. 1934), and he lived to be sixty-nine years of age. The record of the achievements of this master mind and spiritual leader of the pre-Planetary Prince days is a thrilling recital of the organization of these primitive peoples into a real society. He instituted an efficient tribal government, the like of which was not attained by succeeding generations in many millenniums. Never again, until the arrival of the Planetary Prince, was there such a high spiritual civilization on earth. These simple people had a real though primitive religion, but it was subsequently lost to their deteriorating descendants.
63:6.9 (717.1) Her ne kadar Andon ve Fonta Düşünce Düzenleyicileri’ni birçok soyları gibi almış olsalar da, Onagar’ın zamanına kadar Düzenleyiciler ve koruyucu yüksek melekler geniş sayılarda Urantia’ya gelmemiştir. Bu zaman zarfı gerçekten ilkel insanın altın çağıydı. 63:6.9 (717.1) Although both Andon and Fonta had received Thought Adjusters, as had many of their descendants, it was not until the days of Onagar that the Adjusters and guardian seraphim came in great numbers to Urantia. This was, indeed, the golden age of primitive man.
7. Andon ve Fonta’nın Kurtuluşu ^top 7. The Survival of Andon and Fonta ^top
63:7.1 (717.2) İnsan ırkının muhteşem kurucuları olan Andon ve Fonta, Gezegensel Prens’in varışı üzerine Urantia’nın yazgı döneminin kayıt altına alınması sürecinde tanınmışlardır; ve bu zaman aralığında onlar, Jerusem üzerinde vatandaşlık düzeyi ile malikâne dünyasının düzeni içerisinde yeniden dirilmişlerdir. Her ne kadar onların Urantia’ya olan dönüşlerine hiçbir zaman izin verilmemiş olsa da, kurdukları ırkın tarihinden haberdar haldedirler. Onlar, Caligastia ihanetinden derin bir biçimde üzüntüyü Âdemsel başarısızlık nedeniyle kederlenen bir biçimde hissettiler; ancak kendi dünyalarını Mikâil’in nihai bahşedilişinin ana mekânı olarak tercih ettiğinin duyurusunu aldıklarında fazlasıyla mutlu oldular. 63:7.1 (717.2) Andon and Fonta, the splendid founders of the human race, received recognition at the time of the adjudication of Urantia upon the arrival of the Planetary Prince, and in due time they emerged from the regime of the mansion worlds with citizenship status on Jerusem. Although they have never been permitted to return to Urantia, they are cognizant of the history of the race they founded. They grieved over the Caligastia betrayal, sorrowed because of the Adamic failure, but rejoiced exceedingly when announcement was received that Michael had selected their world as the theater for his final bestowal.
63:7.2 (717.3) Jerusem üzerinde Andon ve Fonta, Sontad’ı içine alan bir biçimde birkaç çocukları ile birlikte, Düşünce Düzenleyicileri ile bütünleştiler; ancak onların birincil soylarının bile büyük bir çoğunluğu yalnızca Ruhaniyet ile bütünleşmeyi elde etmişlerdir. 63:7.2 (717.3) On Jerusem both Andon and Fonta were fused with their Thought Adjusters, as also were several of their children, including Sontad, but the majority of even their immediate descendants only achieved Spirit fusion.
63:7.3 (717.4) Jerusem’e varışlarından kısa bir süre sonra Andon ve Fonta, Sistem Egemeni’nden; Urantia’dan cennetsel âlemlere gelen kutsal yolcuları karşılayan morontia kişilikleri olarak hizmet etmek için ilk malikâne dünyasına geri dönüş izni almışlardır. Ve onlar, bu göreve süresiz olarak atanmışlardır. Onlar, Urantia’ya bu açığa çıkarışlar ile ilişkili olarak selam göndermeyi amaçladılar; ancak bu rica, bilge bir biçimde reddedilmiştir. 63:7.3 (717.4) Andon and Fonta, shortly after their arrival on Jerusem, received permission from the System Sovereign to return to the first mansion world to serve with the morontia personalities who welcome the pilgrims of time from Urantia to the heavenly spheres. And they have been assigned indefinitely to this service. They sought to send greetings to Urantia in connection with these revelations, but this request was wisely denied them.
63:7.4 (717.5) Ve böylece bu anlatım; tüm insanlığın benzersiz ebeveynlerine ait evrimin, yaşam mücadelelerin, ölümün ve ebedi kurtuluşunun hikâyesi olarak Urantia’nın tüm tarihi içinde en kahramansal ve en heyecan verici bölümün bir öyküsüdür. 63:7.4 (717.5) And this is the recital of the most heroic and fascinating chapter in all the history of Urantia, the story of the evolution, life struggles, death, and eternal survival of the unique parents of all mankind.
63:7.5 (717.6) [Urantia üzerinde ikamet eden bir Yaşam Taşıyıcısı tarafından sunulmuştur.] 63:7.5 (717.6) [Presented by a Life Carrier resident on Urantia.]