97. Makale Paper 97
İbraniler Arasında Tanrı Kavramının Evrimi Evolution of the God Concept Among the Hebrews
97:0.1 (1062.1) İBRANİLER’in ruhsal önderleri; — Tanrı kavramsallaşmalarını, sadece filozoflar tarafından kavranılabilecek İlahiyat’ın soyut bir kavramına dönüştürmeyen bir şekilde insansı nitelikten çıkararak — kendilerinden önce hiç kimsenin bu zamana kadar başaramadığını gerçekleştirmişlerdi. Genel halk bile; bir birey olmasa da en azından bir ırka ait biçimde, Yahveh’in olgunlaşmış kavramsallaşmasını bir Yaratıcı olarak değerlendirmeye yetkindi. 97:0.1 (1062.1) THE spiritual leaders of the Hebrews did what no others before them had ever succeeded in doing—they deanthropomorphized their God concept without converting it into an abstraction of Deity comprehensible only to philosophers. Even common people were able to regard the matured concept of Yahweh as a Father, if not of the individual, at least of the race.
97:0.2 (1062.2) Tanrı’nın kişiliğine dair kavramsallaşma, her ne kadar açık açık Melçizedek döneminde Salem’de öğretilmiş olsa da, Mısır’dan kaçış zamanında belirsiz ve muğlaktı; ve yalnızca kademeli olarak, İbrani aklında nesilden nesile ruhsal önderlerin öğretilerine gösterilen karşılık sonucunda evirildi. Yahveh’in kişiliğine dair algı, İlahiyat’ın diğer birçok niteliğinkine kıyasla ilerleyici evrimi bakımından çok daha fazla devamlılık içindeydi. Musa’dan Malaçi’ye kadar İbrani aklında Tanrı’nın kişiliğine dair neredeyse aralıksız gerçekleşmiş bir düşünsel büyüme açığa çıktı; ve bu kavramsallaşma nihai olarak, gökteki Yaratıcı hakkındaki İsa öğretileri tarafından geliştirilmiş ve yüceltilmişti. 97:0.2 (1062.2) The concept of the personality of God, while clearly taught at Salem in the days of Melchizedek, was vague and hazy at the time of the flight from Egypt and only gradually evolved in the Hebraic mind from generation to generation in response to the teaching of the spiritual leaders. The perception of Yahweh’s personality was much more continuous in its progressive evolution than was that of many other of the Deity attributes. From Moses to Malachi there occurred an almost unbroken ideational growth of the personality of God in the Hebrew mind, and this concept was eventually heightened and glorified by the teachings of Jesus about the Father in heaven.
1. Samuel — İbrani Peygamberlerin İlki ^top 1. Samuel—First of the Hebrew Prophets ^top
97:1.1 (1062.3) Filistin’deki çevre toplulukların düşmansı baskısı yakın zaman içerisinde İbrani şeyhlerine, kabile örgütlenmelerini merkezileşmiş bir hükümet haline getirerek konfederasyonlaşmada bulunmadıkları takdirde hayatta kalmayı ümit dahi edemeyeceklerini öğretmişti. 97:1.1 (1062.3) Hostile pressure of the surrounding peoples in Palestine soon taught the Hebrew sheiks they could not hope to survive unless they confederated their tribal organizations into a centralized government. And this centralization of administrative authority afforded a better opportunity for Samuel to function as a teacher and reformer.
97:1.2 (1062.4) Samuel, ibadet türlerinin bir parçası olarak Melçizedek gerçekliklerini korumada kararlı olmuş Salem öğretmenlerinin eski bir kuşağından gelmişti. Bu öğretmen coşkulu ve kararlı bir kişiydi. Olağanüstü azmiyle birlikte yalnızca büyük sadakati, İsrail’in tümünü Musa dönemlerinin yüce Yahvehi’ne olan ibadete döndürmeye giriştiğinde karşılaştığı neredeyse her kesin gösterdiği tepkiye karşı gelmede onu yetkin kılmıştı. Ve bu dönemde bile o sadece kısmi bir biçimde başarılı olmuştu; o, Yahveh’in daha yüksek kavramsallaşmasına yapılacak hizmette İbraniler’in yalnızca daha ussal yarısını geri kazanmıştı; arta kalan diğer yarısı ise, ülkenin kabile tanrılarına ek olarak Yahveh’in daha alt düzeydeki kavramsallaşmasına yapılmakta olan ibadeti sürdürdü. 97:1.2 (1062.4) Samuel sprang from a long line of the Salem teachers who had persisted in maintaining the truths of Melchizedek as a part of their worship forms. This teacher was a virile and resolute man. Only his great devotion, coupled with his extraordinary determination, enabled him to withstand the almost universal opposition which he encountered when he started out to turn all Israel back to the worship of the supreme Yahweh of Mosaic times. And even then he was only partially successful; he won back to the service of the higher concept of Yahweh only the more intelligent half of the Hebrews; the other half continued in the worship of the tribal gods of the country and in the baser conception of Yahweh.
97:1.3 (1062.5) Samuel; bir günde birliktelikleri ile çıkıp, Baal’a inanan yerleşkelerinin yirmi kadarında ona yapılan ibadete son verebilen, uygulayıcı bir kökten değiştirici olarak sert-ve-hazır bir karakterdi. Onun gerçekleştirdiği ilerleme, tamamen zorlama etkisiyle sağlanmaktaydı; o çok az vaaz vermişti, bundan da azını öğretmişti, ancak yeterince faaliyette bulunmuştu. Bir gün Baal’in dinadamıyla alay ediyor; diğer bir gün esir bir kralı parçalarına ayırıyordu. O kendini adamış bir biçimde tek Tanrı’ya inanmıştı; ve o, bu tek Tanrı’nın yer ve gökyüzünün yaratanı olduğuna dair belirgin bir kavramsallaşmaya sahipti: “Dünyayı ayakta tutan sütunlar Koruyucu’ya ait olup, o dünyayı bunların üstüne yerleştirmiştir.” 97:1.3 (1062.5) Samuel was a rough-and-ready type of man, a practical reformer who could go out in one day with his associates and overthrow a score of Baal sites. The progress he made was by sheer force of compulsion; he did little preaching, less teaching, but he did act. One day he was mocking the priest of Baal; the next, chopping in pieces a captive king. He devotedly believed in the one God, and he had a clear concept of that one God as creator of heaven and earth: “The pillars of the earth are the Lord’s, and he has set the world upon them.”
97:1.4 (1063.1) Ancak Samuel’in İlahiyat’ın kavramsallaşmasının gelişimine yaptığı büyük katkı; hatasız kusursuzluk ve kutsallığın sonsuza kadarki aynı vücuda bürünüşü olarak Yahveh’in değişmez olduğuna dair güçlü resmi duyurusuydu. Bu dönemlerde Yahveh, yaptığı her şeyden her zaman pişmanlık duyan, kıskanç huysuzluğun acınası bir Tanrı olduğu düşünülmekteydi; ancak bu aşamada, Mısır’dan dışa doğru yelken açtıkları zamandan beri İbraniler ilk kez şu şaşırtıcı kelimeleri duymuşlardı: “İsrail’in Gücü ne yalan söyler, ne de pişmanlık duyar; zira o bir insan değildir, insan bunu düşündüğü için tövbe etmelidir.” Kutsallık ile ilgili olarak istikrar duyuruldu. Samuel; Melçizedek’in Ephraim ile olan sözleşmesini vurgulayıp, İsrail’in Koruyucu Tanrısı’nın tüm gerçekliğin, istikrarın ve devamlılığın kaynağı olduğunu duyurdu. İbraniler öncesinde Tanrıları’nı her zaman, bilinmeyen kökenden gelen yüceltilmiş bir ruhaniyet olarak, üstün-insan şeklinde bir insan olarak görmüşlerdi; ancak bu aşamada onlar, bir zamanların Horeb ruhaniyetinin yaratan kusursuzluğa ait değişmez bir Tanrı olarak yüceltildiğini duydular. Samuel; insan aklındaki değişikliklerden ve fani mevcudiyetin iniş-çıkışlarından çok daha yukarılara çıkması için evirilmekte olan Tanrı kavramsallaşmasına destek vermekteydi. Öğretisi altında İbraniler’in Tanrısı; kabile tanrılarının düzeyindeki bir düşünceden, tüm yaratımın her-şeye-gücü-yeten, değişmez Yaratanı’nı ve Yüksek-Denetimcisi idealine yükselmeye başlamaktaydı. 97:1.4 (1063.1) But the great contribution which Samuel made to the development of the concept of Deity was his ringing pronouncement that Yahweh was changeless, forever the same embodiment of unerring perfection and divinity. In these times Yahweh was conceived to be a fitful God of jealous whims, always regretting that he had done thus and so; but now, for the first time since the Hebrews sallied forth from Egypt, they heard these startling words, “The Strength of Israel will not lie nor repent, for he is not a man, that he should repent.” Stability in dealing with Divinity was proclaimed. Samuel reiterated the Melchizedek covenant with Abraham and declared that the Lord God of Israel was the source of all truth, stability, and constancy. Always had the Hebrews looked upon their God as a man, a superman, an exalted spirit of unknown origin; but now they heard the onetime spirit of Horeb exalted as an unchanging God of creator perfection. Samuel was aiding the evolving God concept to ascend to heights above the changing state of men’s minds and the vicissitudes of mortal existence. Under his teaching, the God of the Hebrews was beginning the ascent from an idea on the order of the tribal gods to the ideal of an all-powerful and changeless Creator and Supervisor of all creation.
97:1.5 (1063.2) Ve o, sözleşmeye sadık kalan güvenilirliği olarak Tanrı’nın içtenliğine dair hikayeyi yeniden duyurdu. Samuel şunu söyledi: “Koruyucu insanlarını yalnız bırakmaz.” “O bizimle, her ayrıntısını belirleyip teminat altına aldığı, sonsuza kadar sürecek bir sözleşme yaptı.” Ve böylece, Filistin’in tümü boyunca, yüce Yahveh’in ibadetine doğru geri çağırım yankılandı. Bu coşkulu öğretmen “Sen büyüksün, Sen Koruyucu Tanrı’mız, zira ne senin gibi birisi var ne de senden başka herhangi bir Tanrı var.” 97:1.5 (1063.2) And he preached anew the story of God’s sincerity, his covenant-keeping reliability. Said Samuel: “The Lord will not forsake his people.” “He has made with us an everlasting covenant, ordered in all things and sure.” And so, throughout all Palestine there sounded the call back to the worship of the supreme Yahweh. Ever this energetic teacher proclaimed, “You are great, O Lord God, for there is none like you, neither is there any God beside you.”
97:1.6 (1063.3) Bu döneme kadar İbraniler, Yahveh’in lütfunu başlıca olarak maddi refah bakımından değerlendirmişti. Samuel şunu duyurmaya cesaret ettiğinde, İsrail için büyük sarsıntı olup, neredeyse onun yaşamına mal oluyordu: “Koruyucu zenginleştirir ve fakirleştirir; o alçaltır ve yükseltir. O fakiri çöpten çıkarır, dilencileri ihtişamın tahtını alması için prenslerin arasına yerleştirir.” Musa’dan beri alt tabakada bulunanlar ve daha az talihsiz olanlar için bu tür teselli edici sözler duyurulmamıştı; ve fakirler arasında çaresizlerin binlercesi, ruhsal düzeylerini geliştirebilecekleri umudunu beslemeye başladılar. 97:1.6 (1063.3) Theretofore the Hebrews had regarded the favor of Yahweh mainly in terms of material prosperity. It was a great shock to Israel, and almost cost Samuel his life, when he dared to proclaim: “The Lord enriches and impoverishes; he debases and exalts. He raises the poor out of the dust and lifts up the beggars to set them among princes to make them inherit the throne of glory.” Not since Moses had such comforting promises for the humble and the less fortunate been proclaimed, and thousands of despairing among the poor began to take hope that they could improve their spiritual status.
97:1.7 (1063.4) Ancak Samuel, bir kabile tanrı kavramsallaşmasının çok ötesine geçen bir biçimde ilerleyememişti. O, her insanı yaratan bir Yahveh’i duyurmuştu; ancak o başlıca olarak, seçilmiş insanları biçiminde İbraniler ile meşgul olmuştu. Böyleyken bile, Musa dönemlerinde olduğu gibi, bir kez daha Tanrı kavramsallaşması kutsal ve doğru olan bir İlahiyat’ı tasvir etmişti. “Orada, Koruyucu kadar kutsal olan biri yoktur. Bu kutsal Koruyucu Tanrı’yla kim karşılaştırılabilir?” 97:1.7 (1063.4) But Samuel did not progress very far beyond the concept of a tribal god. He proclaimed a Yahweh who made all men but was occupied chiefly with the Hebrews, his chosen people. Even so, as in the days of Moses, once more the God concept portrayed a Deity who is holy and upright. “There is none as holy as the Lord. Who can be compared to this holy Lord God?”
97:1.8 (1063.5) Seneler ilerledikçe, saçlarına aklar düşmüş eski önder Tanrı’nın anlayışında ilerledi; zira o şunu duyurdu: “Koruyucu bir bilgi Tanrısı’dır, ve eylemler onun tarafından ölçülür. Koruyucu, merhametliye merhamet göstererek dünyanın sonunu yargılayacak, doğru insana o da doğru davranacaktır.” Burada bile, her ne kadar merhametli olan ile sınırlı olsa da, bağışlamanın başlangıcı söz konusudur. Daha sonra Samuel, fazlasıyla sıkıntı çektikleri bir durumda insanlarından şunu yapmaları için onları ikna etmeye çalıştığında bir adım daha atmıştı: “Tanrı’nın ellerine düşmemize izin verin, zira onun merhametleri büyüktür.” “Çok azını veya çok fazlasını kurtarması için Koruyucu’nun üzerinde hiçbir sınırlama yoktur.” 97:1.8 (1063.5) As the years passed, the grizzled old leader progressed in the understanding of God, for he declared: “The Lord is a God of knowledge, and actions are weighed by him. The Lord will judge the ends of the earth, showing mercy to the merciful, and with the upright man he will also be upright.” Even here is the dawn of mercy, albeit it is limited to those who are merciful. Later he went one step further when, in their adversity, he exhorted his people: “Let us fall now into the hands of the Lord, for his mercies are great.” “There is no restraint upon the Lord to save many or few.”
97:1.9 (1063.6) Ve Yahveh’in kişiliğinin kavramsallaşmasına dair bu kademeli gelişim, Samuel’in varislerinin hizmeti altında devam etti. Onlar Yahveh’i, sözleşme-sadığı bir Tanrı olarak sunmaya giriştiler; ancak nadiren, Samuel tarafından kurulan barışı muhafaza edebildiler; onlar, Samuel’in daha sonra düşünmüş olduğu Tanrı’nın merhametine dair düşünceyi geliştirmede başarısız oldular. Yahveh’in tüm diğer tanrıların üstünde oluşunun muhafazasına rağmen, diğer tanrıların tanınmasına doğru düzenli bir kayış bulunmaktaydı. “Seninkisi krallıktır, Ey Koruyucu, sen her kesin başı olarak yüceltilmişsindir.” 97:1.9 (1063.6) And this gradual development of the concept of the character of Yahweh continued under the ministry of Samuel’s successors. They attempted to present Yahweh as a covenant-keeping God but hardly maintained the pace set by Samuel; they failed to develop the idea of the mercy of God as Samuel had later conceived it. There was a steady drift back toward the recognition of other gods, despite the maintenance that Yahweh was above all. “Yours is the kingdom, O Lord, and you are exalted as head above all.”
97:1.10 (1064.1) Bu dönemin temel vurgusu kutsal güçtü; bu çağın tanrı-elçileri İbrani tahtına gelecek kralı teşvik etmek için tasarlanmış bir dini duyurmaktaydı. “Seninkisi, Ey Koruyucu, büyüklük, güç, ihtişam, zafer ve görkemdir. Senin elinde güç ve kudret bulunup, sen muhteşem bir şeyi yapmaya ve her şeye güç vermeye muktedirsin.” Ve bu söylem, Samuel ve onun doğrudan varisleri dönemi boyunca Tanrı kavramsallaşmasının düzeyiydi. 97:1.10 (1064.1) The keynote of this era was divine power; the prophets of this age preached a religion designed to foster the king upon the Hebrew throne. “Yours, O Lord, is the greatness and the power and the glory and the victory and the majesty. In your hand is power and might, and you are able to make great and to give strength to all.” And this was the status of the God concept during the time of Samuel and his immediate successors.
2. İlyas ve Elyasa ^top 2. Elijah and Elisha ^top
97:2.1 (1064.2) İsa’dan önceki onuncu çağda İbrani milleti, iki krallığa ayrılmış hale geldi. Bu siyasi bölümlerin her ikisi içinde de, birçok gerçeklik öğretmeni; başlamış ve bölünme savaşından sonra oldukça zarar verici bir şekilde devam etmiş ruhsal yozlaşmanın gerici dalgasını durdurmak için çaba sarf etmişlerdi. Ancak İbrani dininin geliştirmek için bu çabalar, doğruluğun kararlı ve korkusuz savaşçısı olan İlyas öğretilerine başlayana kadar başarılı bir biçimde serpilmemişti. Elyasa, Samuel’in döneminde beslenen görüş ile karşılaştırabilir bir Tanrı kavramsallaşmasını kuzey krallığında eski haline getirdi. İlyas, Tanrı’ya dair gelişmiş bir kavramsallaşmayı sunmak için çok az olanağa sahipti; o, daha önce Samuel’in olduğu gibi, Baal’ın sunaklarını yerinden etmekle ve sahte tanrıların putlarını yıkmakla meşgul edilmişti. Ve o, putlara tapan bir kralın karşıtlığı karşısında köklü değişikliklerine devam etmişti; onun görevi, Samuel’in karşılaşmış olduğundan bile daha devasa ve zordu. 97:2.1 (1064.2) In the tenth century before Christ the Hebrew nation became divided into two kingdoms. In both of these political divisions many truth teachers endeavored to stem the reactionary tide of spiritual decadence that had set in, and which continued disastrously after the war of separation. But these efforts to advance the Hebraic religion did not prosper until that determined and fearless warrior for righteousness, Elijah, began his teaching. Elijah restored to the northern kingdom a concept of God comparable with that held in the days of Samuel. Elijah had little opportunity to present an advanced concept of God; he was kept busy, as Samuel had been before him, overthrowing the altars of Baal and demolishing the idols of false gods. And he carried forward his reforms in the face of the opposition of an idolatrous monarch; his task was even more gigantic and difficult than that which Samuel had faced.
97:2.2 (1064.3) İlyas alıkonulduğunda onun sadık birlikteliği Elyasa görevini devralmıştı, ve çok az kişi tarafından tanınan Micaiah’ın kıymetli desteğiyle gerçekliğin ışığını Filistin’de canlı tuttu. 97:2.2 (1064.3) When Elijah was called away, Elisha, his faithful associate, took up his work and, with the invaluable assistance of the little-known Micaiah, kept the light of truth alive in Palestine.
97:2.3 (1064.4) Ancak bu dönemler İlahiyat’ın kavramsallaşmasında ilerleyişin gerçekleştiği zamanlar değildi. Henüz İbraniler Musasal ideale bile yükselememişti. İlyas ve Elyasa’nın dönemi; yüce Yahveh’e olan ibadete daha iyi sınıfların dönmesiyle sonlanmış olup, Kainatın Yaratıcısı’na dair düşüncenin yaklaşık olarak Samuel’in bıraktığı yere doğru yeniden gelişini gözlemlemişti. 97:2.3 (1064.4) But these were not times of progress in the concept of Deity. Not yet had the Hebrews ascended even to the Mosaic ideal. The era of Elijah and Elisha closed with the better classes returning to the worship of the supreme Yahweh and witnessed the restoration of the idea of the Universal Creator to about that place where Samuel had left it.
3. Yahveh ve Baal ^top 3. Yahweh and Baal ^top
97:3.1 (1064.5) Yahveh’e inananlar ve Baal’i takip edenler arasındaki çok uzun süren ihtilaf; dini inanışlar içindeki bir farklılıktan ziyade, ideolojilerin sosyo-ekonomik nitelikli bir çatışmasıydı. 97:3.1 (1064.5) The long-drawn-out controversy between the believers in Yahweh and the followers of Baal was a socioeconomic clash of ideologies rather than a difference in religious beliefs.
97:3.2 (1064.6) Filistin sakinleri, arazinin özel mülkiyetine dair tutumlarında farklılık gösterdiler. Güneydeki veya diğer bir değişle (Yahveh unsurları olan) gezgin Arap kabileleri araziyi, — İlahiyat’ın kavime verdiği bir hediye biçiminde — bir devredilemez olarak görmüşlerdi. Onlar, arazinin satılamayacağı veya rehin alınamayacağı görüşünü savundular. “Yahveh şunu ifade etmişti: ‘Arazi satılamaz, zira arazi benimdir.’” 97:3.2 (1064.6) The inhabitants of Palestine differed in their attitude toward private ownership of land. The southern or wandering Arabian tribes (the Yahwehites) looked upon land as an inalienable—as a gift of Deity to the clan. They held that land could not be sold or mortgaged. “Yahweh spoke, saying, ‘The land shall not be sold, for the land is mine.’”
97:3.3 (1064.7) Kuzeyde ve daha yerleşik hale gelmiş (Baal unsurları olarak) Kenani toplulukları sınırlandırılmamış bir biçimde topraklarını alıp, satıp, rehin verdiler. Baal inanışı, iki temel inanç savı üzerine inşa edilmişti: Birincisi, — araziyi alma ve satma hakkı olarak — özel mülkiyet değişimleri, anlaşmaları ve sözleşmelerinin geçerliliği; ikincisi, — toprağın bereketliliğinin bir tanrısı olarak — Baal’ın yağmur göndermesinin varsayılımıydı. İyi ekinler, Baal’ın lütfuna bağlıydı. Bu inanış büyük ölçüde, iyeliği ve bereketi olmak üzere araziyle ilgiliydi. 97:3.3 (1064.7) The northern and more settled Canaanites (the Baalites) freely bought, sold, and mortgaged their lands. The word Baal means owner. The Baal cult was founded on two major doctrines: First, the validation of property exchange, contracts, and covenants—the right to buy and sell land. Second, Baal was supposed to send rain—he was a god of fertility of the soil. Good crops depended on the favor of Baal. The cult was largely concerned with land, its ownership and fertility.
97:3.4 (1065.1) Genellikle Baal unsurları; evlere, arazilere ve kölelere sahip oldular. Onlar soylu arazi sahipleri olup, şehirlerde yaşadılar. Her Baal tanrısı bir mekana, bir din-adamlığına ve ayinsel fahişeler olan “kutsal kadınlara” sahipti. 97:3.4 (1065.1) In general, the Baalites owned houses, lands, and slaves. They were the aristocratic landlords and lived in the cities. Each Baal had a sacred place, a priesthood, and the “holy women,” the ritual prostitutes.
97:3.5 (1065.2) Arazinin değerlendirilişindeki bu temel farklılıktan; Kenani ve İbrani toplulukları tarafından sergilenmiş toplumsal, ekonomik, ahlaki ve dini tutumlardaki sert düşmanlıklar evirilmişti. Bu sosyo-ekonomik ihtilaf, İlyas’ın dönemlerine kadar belirli bir dini mesele haline gelmemişti. Bu sinirli tanrı-elçisinin dönemlerinden itibaren bahse konu mesele, — Yahveh ve Baal karşıtlığı olarak — daha keskince ayrılmış dini taraflar haline çatışılmıştı; ve bu ihtilaf Yahveh’in zaferine ek olarak ileride gerçekleşecek tektanrıcılığa olan yönelişle sonuçlanmıştı. 97:3.5 (1065.2) Out of this basic difference in the regard for land, there evolved the bitter antagonisms of social, economic, moral, and religious attitudes exhibited by the Canaanites and the Hebrews. This socioeconomic controversy did not become a definite religious issue until the times of Elijah. From the days of this aggressive prophet the issue was fought out on more strictly religious lines—Yahweh vs. Baal—and it ended in the triumph of Yahweh and the subsequent drive toward monotheism.
97:3.6 (1065.3) İlyas, Yahveh-Baal ihtilafını arazi meselesinden İbrani ve Kenani dünya görüşlerinin dini niteliğine doğru kaydırdı. Ahav; Nabot unsurlarını arazilerini elde etmek için bir kumpas içinde öldürdüğünde, İlyas bu olayı, eskiden gelen arazi adetlerden doğan bir ahlaki sorun yapıp, Baal unsurlarına karşı sert bir harekatta bulundu. Bu durum aynı zamanda, şehirlerin egemenliğine karşı taşra halkının bir savaşıydı. Başlıca İlyas dönemi zamanında Yahveh Elohim haline geldi. Bu tanrı-elçisi bir tarım ıslahatçısı olarak başlayıp, İlahiyat’ı yüceltici olarak son buldu. Baal tanrıları çoktu, Yahveh tanrısı tek idi — tektanrıcılık, çoktanrıcılık karşısında zafer elde etmişti. 97:3.6 (1065.3) Elijah shifted the Yahweh-Baal controversy from the land issue to the religious aspect of Hebrew and Canaanite ideologies. When Ahab murdered the Naboths in the intrigue to get possession of their land, Elijah made a moral issue out of the olden land mores and launched his vigorous campaign against the Baalites. This was also a fight of the country folk against domination by the cities. It was chiefly under Elijah that Yahweh became Elohim. The prophet began as an agrarian reformer and ended up by exalting Deity. Baals were many, Yahweh was one—monotheism won over polytheism.
4. Amos ve Hosea ^top 4. Amos and Hosea ^top
97:4.1 (1065.4) Öncül İbraniler’in Yahveh’i olarak, fedalar ve törenler ile uzunca bir süre kendisine hizmet edilmiş biçimde — kabile tanrısından, insanları arasında bile suçu ve ahlaksızlığı cezalandırabilecek bir Tanrı’ya olan geçiş içinde büyük bir adım; kuzey kabilelerin suçluluğunu, sarhoşluğunu, baskıcılığını ve ahlaksızlığını kötülemek için güney tepelerinden ortaya çıkan Amos tarafından atılmıştı. Musa’nın ortaya çıkışından beri, bu türden güçlü gerçeklikler Filistin’de duyurulmamıştı. 97:4.1 (1065.4) A great step in the transition of the tribal god—the god who had so long been served with sacrifices and ceremonies, the Yahweh of the earlier Hebrews—to a God who would punish crime and immorality among even his own people, was taken by Amos, who appeared from among the southern hills to denounce the criminality, drunkenness, oppression, and immorality of the northern tribes. Not since the times of Moses had such ringing truths been proclaimed in Palestine.
97:4.2 (1065.5) Amos yalnızca, var olan düzeni eskisine doğru düzeltmeye çalışan veya onda köklü yenilikler yapan bir kişi değildi; o, İlahiyat’a ait yeni kavramsallaşmaların bir kaşifiydi. O; kendisinden daha önce gelenler tarafından bildirilmiş Tanrı’ya dair şeylerin çoğunu herkese resmi olarak duyurmuş olup, sözde seçilmiş olan insanları arasında süregelen günaha göz yuman bir Kutsal Varlık’a duyulan inanca cesur bir biçimde karşı çıkmıştı. Melçizedek döneminden beri ilk kez insanın kulakları, milli adalet ve ahlakın ikiyüzlülüğünün kötülenişini duymuştu. Tarihlerinde ilk kez İbrani kulakları kendi tanrıları olan Yahveh’in, yaşamlarındaki suç ve günaha diğer insan topluluklarından daha fazla bir biçimde hoşgörüyle bakmayacağını işitmişlerdi. Amos, Samuel ve İlyas’ın sert ve katı Tanrısı’nı tahayyül etmişti; ancak o aynı zamanda, yanlışın cezalandırılışına geldiğinde İbraniler’i herhangi bir diğer ırktan daha farklı bir biçimde düşünmeyen bir Tanrı’yı gördü. Bu, “seçilmiş insanların” bencil inanç savına doğrudan bir saldırıydı; ve bahse konu dönemlerin birçok İbrani topluluk üyesi bu düşünceye karşı ciddi öfke besledi. 97:4.2 (1065.5) Amos was not merely a restorer or reformer; he was a discoverer of new concepts of Deity. He proclaimed much about God that had been announced by his predecessors and courageously attacked the belief in a Divine Being who would countenance sin among his so-called chosen people. For the first time since the days of Melchizedek the ears of man heard the denunciation of the double standard of national justice and morality. For the first time in their history Hebrew ears heard that their own God, Yahweh, would no more tolerate crime and sin in their lives than he would among any other people. Amos envisioned the stern and just God of Samuel and Elijah, but he also saw a God who thought no differently of the Hebrews than of any other nation when it came to the punishment of wrongdoing. This was a direct attack on the egoistic doctrine of the “chosen people,” and many Hebrews of those days bitterly resented it.
97:4.3 (1065.6) Amos şunu söyledi: “Dağları yükselteni ve rüzgarı yaratanı, yedi yıldızı ve Orion’u oluşturanı, ölümün gölgesini sabaha, gün karanlığını geceye çeviren O’nu arzulayın.” Ve, yarı-dindar, fırsatçı ve zaman zaman ahlaksız olan akranlarını kötüleyen bir biçimde o, kötülük yapanlar hakkında şunları ifade ettiğinde, değişmez bir Yahveh’in önlenemez adaletini tasvir etmeyi amaçlamıştı: “Eğer cehenneme yolunda olursalar, o zaman ben onları buradan alacağım; eğer cehenneme çıkarsalar, buradan onları aşağıya indireceğim.” “Ve, eğer düşmanları karşısında esir düşerlerse, adaletin kılıcını üzerlerine tutacağım, ve bu kılıç onları yok edecektir.” Amos, azarlayıcı ve suçlayıcı bir parmağı onlara doğrultan bir biçimde Yahveh adına şunu duyurduğunda dinleyicilerini şaşırtmıştı: “Kesinlikle yaptıklarınızın hiçbirini hiçbir zaman unutmayacağım.” “Ve ben, buğdayın bir elekten geçirildiği gibi tüm milletler arasında İsrail yurdunu elekten geçireceğim.” 97:4.3 (1065.6) Said Amos: “He who formed the mountains and created the wind, seek him who formed the seven stars and Orion, who turns the shadow of death into the morning and makes the day dark as night.” And in denouncing his half-religious, timeserving, and sometimes immoral fellows, he sought to portray the inexorable justice of an unchanging Yahweh when he said of the evildoers: “Though they dig into hell, thence shall I take them; though they climb up to heaven, thence will I bring them down.” “And though they go into captivity before their enemies, thence will I direct the sword of justice, and it shall slay them.” Amos further startled his hearers when, pointing a reproving and accusing finger at them, he declared in the name of Yahweh: “Surely I will never forget any of your works.” “And I will sift the house of Israel among all nations as wheat is sifted in a sieve.”
97:4.4 (1066.1) Amos; Yahveh’i tüm milletlerin tanrısı olarak duyurup, ayinin doğruluğun yerini almaması için İsrail topluluklarını uyardı. Ve bu cesur öğretmen ölene kadar taşlanmadan önce, yüce Yahveh’in inanç savını kurtarmak için yeteri kadar gerçeklik mayası çalmıştı; o, Melçizedek açığa çıkarılışının ileri evrimini teminat altına almıştı. 97:4.4 (1066.1) Amos proclaimed Yahweh the “God of all nations” and warned the Israelites that ritual must not take the place of righteousness. And before this courageous teacher was stoned to death, he had spread enough leaven of truth to save the doctrine of the supreme Yahweh; he had insured the further evolution of the Melchizedek revelation.
97:4.5 (1066.2) Hosea, Amos ve onun evrensel bir Tanrı öğretisini; derin sevgi olarak bir Tanrı’ya dair Musa kavramsallaşmasının yeniden dirilişiyle takip etti. Hosea bağışlanmanın tövbeyle elde edilişini duyurdu, fedayla değil. O şunları ifade ederek sevgi dolu iyiliğin ve kutsal merhametin bir müjdesini duyurdu: “Ben sizi sonsuza kadar kendime bağlayacağım; evet, ben sizi doğruluk ve adalette, sevgi dolu iyilikte ve bağışlamada kendime bağlayacağım.” “Ben onları sınırsızca seveceğim, zira artık onlara kızgın değilim.” 97:4.5 (1066.2) Hosea followed Amos and his doctrine of a universal God of justice by the resurrection of the Mosaic concept of a God of love. Hosea preached forgiveness through repentance, not by sacrifice. He proclaimed a gospel of loving-kindness and divine mercy, saying: “I will betroth you to me forever; yes, I will betroth you to me in righteousness and judgment and in loving-kindness and in mercies. I will even betroth you to me in faithfulness.” “I will love them freely, for my anger is turned away.”
97:4.6 (1066.3) Hosea sadık bir biçimde, şunları ifade ederek Amos’un ahlaki uyarılarına devam etti: “Onları cezalandırmak benim arzumdur.” Ancak İsrail unsurları, Hosea şunları söylediğinde bunu millete ihanet derecesindeki saygısızlık olarak gördü: “Geçmişte benim insanlarım olmayanlara ‘siz benim insanlarımsınız diyeceğim.’; ve onlar ‘sen bizim Tanrımız’sın’ diyecekler.” O şunları söyleyerek tövbe ve bağışlamayı duyurmaya devam etti: “Ben onların yanlışa geri dönüşlerini iyileştireceğim; onları sınırsız bir biçimde seveceğim, zira artık onlara kızgın değilim.” Hosea her zaman ümit ve bağışlamayı duyurdu. Onun insanlığa duyurusunun ağır sorumluluğu en başından beri şuydu: “İnsanlarım karşısında bağışlayıcı olacağım. Onlar benden başka hiçbir Tanrı’yı tanımıyorlar, zira benden başka hiçbir kurtarıcı yoktur.” 97:4.6 (1066.3) Hosea faithfully continued the moral warnings of Amos, saying of God, “It is my desire that I chastise them.” But the Israelites regarded it as cruelty bordering on treason when he said: “I will say to those who were not my people, ‘you are my people’; and they will say, ‘you are our God.’” He continued to preach repentance and forgiveness, saying, “I will heal their backsliding; I will love them freely, for my anger is turned away.” Always Hosea proclaimed hope and forgiveness. The burden of his message ever was: “I will have mercy upon my people. They shall know no God but me, for there is no savior beside me.”
97:4.7 (1066.4) Varsayıldığı biçimiyle sırf seçilmiş insanlar oldukları için Yahveh’in suç ve günahı kendi topluluğu içinde maruz görmeyeceğine dair tanınmaya Amos İbraniler’in milli bilincini hazırlarken, Hosea, İşaya ve onun birliktelikleri tarafından oldukça seçkin bir biçimde söylenen kutsal merhamet ve sevgi dolu iyiliğin daha sonraki bağışlayıcı akortlarının açılış notalarını çalmıştı. 97:4.7 (1066.4) Amos quickened the national conscience of the Hebrews to the recognition that Yahweh would not condone crime and sin among them because they were supposedly the chosen people, while Hosea struck the opening notes in the later merciful chords of divine compassion and loving-kindness which were so exquisitely sung by Isaiah and his associates.
5. İlk İşaya ^top 5. The First Isaiah ^top
97:5.1 (1066.5) Bu zamanlar; bazıları, kuzey kavimleri içinde kişisel günahlara ve milli suça karşı verilecek cezanın tehditlerini duyururken, diğerlerinin, güney krallığı içindeki ihlaller karşısında ortaya çıkacak felaketin tahminini yaptığı zamanlardı. İbrani milletleri içinde vicdan ve bilincin bu uyanışının başında ilk İşaya ortaya çıkışını gerçekleştirmişti. 97:5.1 (1066.5) These were the times when some were proclaiming threatenings of punishment against personal sins and national crime among the northern clans while others predicted calamity in retribution for the transgressions of the southern kingdom. It was in the wake of this arousal of conscience and consciousness in the Hebrew nations that the first Isaiah made his appearance.
97:5.2 (1066.6) İşaya, güvenirliğinin değişmez kusursuzluğu niteliğinde onun sınırsız bilgeliği olarak Tanrı’nın ebedi doğasını duyurmaya devam etti. O, İsrail’in Tanrısı’nı şunları söyleyerek temsil etti: “Adaleti aynı doğruluğun çekülüne koyacağım.” “Koruyucu sizi; içinde insanın hizmet vermeye hazır kılındığı, kederden, korkudan ve zor sorumluluktan huzura eriştirecektir.” “Ve sizin kulaklarınız arkanızda şunları söyleyen bir cümle duyacaktır: ‘doğru yol bu, buradan yürü.’” “İşte Tanrı benim kurtuluşum; ben ona güveneceğim, ondan korkmayacağım, zira Koruyucu benim gücüm, benim şarkımdır.” “‘Şimdi gel ve beraber düşünelim’ der Koruyucu, ‘her ne kadar günahlarınız şimdi al al olsa da, ileride kar kadar beyaz olacaklardır; her ne kadar kıpkırmızı olsalar da, yün kadar ak olacaklardır.” 97:5.2 (1066.6) Isaiah went on to preach the eternal nature of God, his infinite wisdom, his unchanging perfection of reliability. He represented the God of Israel as saying: “Judgment also will I lay to the line and righteousness to the plummet.” “The Lord will give you rest from your sorrow and from your fear and from the hard bondage wherein man has been made to serve.” “And your ears shall hear a word behind you, saying, ‘this is the way, walk in it.’” “Behold God is my salvation; I will trust and not be afraid, for the Lord is my strength and my song.” “‘Come now and let us reason together,’ says the Lord, ‘though your sins be as scarlet, they shall be as white as snow; though they be red like the crimson, they shall be as wool.’”
97:5.3 (1066.7) Korku tarafından yönlendirilen ve ruhsal olarak açlık çeken İbraniler’e konuşarak bu tanrı-elçisi şunları söyledi: “Doğ ve ışı, çünkü ışığın geldi, ve Tanrı’nın ihtişamı üzerine doğdu.” “Koruyucu’nun ruhaniyeti üzerimde, çünkü o güçsüzlere iyi haberleri duyurmakla beni kutsadı; o beni, kalbi kırık olanları bir araya getirmek, esirlerin özgürlüğünü ve zincirlenenlerin zindanının açılışını duyurmak için gönderdi.” “Ben Koruyucu’nun mevcudiyetinden fazlasıyla sevinç duyacağım, benim ruhum Tanrım’da mutlu olacaktır, zira o beni kurtuluşun elbiseleriyle örtüp, kendi doğruluk kaftanıyla kuşatmıştır.” “Çektikleri tüm acılarda o da acı çekmişti, ve mevcudiyetinin meleği onları kurtarmıştı. Derin sevgisiyle ve acıyışında onları günahlarından arındırmıştı.” 97:5.3 (1066.7) Speaking to the fear-ridden and soul-hungry Hebrews, this prophet said: “Arise and shine, for your light has come, and the glory of the Lord has risen upon you.” “The spirit of the Lord is upon me because he has anointed me to preach good tidings to the meek; he has sent me to bind up the brokenhearted, to proclaim liberty to the captives and the opening of the prison to those who are bound.” “I will greatly rejoice in the Lord, my soul shall be joyful in my God, for he has clothed me with the garments of salvation and has covered me with his robe of righteousness.” “In all their afflictions he was afflicted, and the angel of his presence saved them. In his love and in his pity he redeemed them.”
97:5.4 (1067.1) Bu İşaya, ruhu tatmin eden müjdesini onaylamış ve onu süslemiş olan Micah ve Obadiah tarafından takip edilmişti. Ve bu iki mert haberci; İbraniler’in, din adamları tarafından yönlendirilen ayin düzenini cesurca kötülemiş, feda sisteminin tamamına korkusuzca eleştirmişlerdi. 97:5.4 (1067.1) This Isaiah was followed by Micah and Obadiah, who confirmed and embellished his soul-satisfying gospel. And these two brave messengers boldly denounced the priest-ridden ritual of the Hebrews and fearlessly attacked the whole sacrificial system.
97:5.5 (1067.2) Micah “ödül için hüküm veren yöneticileri, özel ders için öğreten dinadamlarını ve para için kutsayan tanrı-elçilerini” kötümsemişti. O, hurafelerden ve dinadamları yollarından bir günlük özgürlüğü öğretmişti: “Ancak her insan kendi sarmaşığı altında oturacak, ve bu hiç kimseyi korkutmayacaktır, zira tüm insanlar, her biri kendi Tanrı anlayışı uyarınca yaşayacaktır.” 97:5.5 (1067.2) Micah denounced “the rulers who judge for reward and the priests who teach for hire and the prophets who divine for money.” He taught of a day of freedom from superstition and priestcraft, saying: “But every man shall sit under his own vine, and no one shall make him afraid, for all people will live, each one according to his understanding of God.”
97:5.6 (1067.3) En başından beri Micah’ın iletisinin sorumluluğu şuydu: “Tanrı’nın önüne yanmış sunularla mı çıkmalıyım? Koruyucu, bin koçla mı yoksa bin yağ ırmakla mı tatmin olacak? Benden ilk doğana yanlışımı mı vermeliyim, ruhumun günahı için bedenimin meyvesini mi? O bana, ey insanlar, iyinin ne olduğunu gösterdi; ve Koruyucu’nun yalnızca sizden, adil bir biçimde yaşamanızı, bağışlamayı sevmenizi ve Tanrınız ile birlikte alçakgönüllülükle yürümenizi istediğini gösterdi.” Ve bu dönem büyük bir çağdı; bunlar gerçekten de, bu tür özgürleştirici iletileri iki buçuk bin yıldan daha da öncesinde fani insanın duyduğu ve hatta bazılarının inandığı zamanlar olarak çok hareketli dönemlerdi. Ve eğer dinadamlarının inatçı karşıtlığı olmasaydı, bu öğretmenler İbrani ibadet ayini düzenine ait tüm kanlı törenselliği kaldırmış olacaktı. 97:5.6 (1067.3) Ever the burden of Micah’s message was: “Shall I come before God with burnt offerings? Will the Lord be pleased with a thousand rams or with ten thousand rivers of oil? Shall I give my first-born for my transgression, the fruit of my body for the sin of my soul? He has shown me, O man, what is good; and what does the Lord require of you but to do justly and to love mercy and to walk humbly with your God?” And it was a great age; these were indeed stirring times when mortal man heard, and some even believed, such emancipating messages more than two and a half millenniums ago. And but for the stubborn resistance of the priests, these teachers would have overthrown the whole bloody ceremonial of the Hebrew ritual of worship.
6. Korkusuz Jeremiah ^top 6. Jeremiah the Fearless ^top
97:6.1 (1067.4) Her ne kadar birkaç öğretmen İşaya’nın müjdesini detaylı bir biçimde açıklamaya devam ettiyse de, İbraniler’in Tanrısı olan Yahveh’in uluslararası düzeye getirilmesinde bir diğer cesur adamı atmak Jeremiah’a kalmıştı. 97:6.1 (1067.4) While several teachers continued to expound the gospel of Isaiah, it remained for Jeremiah to take the next bold step in the internationalization of Yahweh, God of the Hebrews.
97:6.2 (1067.5) Jeremiah kusursuz bir biçimde Yahveh’in, diğer milletler ile olan askeri mücadelelerinde İbraniler’in yanında olmadığını duyurmuştu. O, Yahveh’in; tüm yeryüzünün, tüm milletlerin ve tüm toplulukların Tanrısı olduğunu açık ve kararlı bir biçimde öne sürdü. Jeremiah’ın öğretileri, İsrail’in Tanrısı’nın uluslararası düzeye gelişinin gittikçe yükselen dalgasıydı; nihai olarak ve sonsuza kadar bu gözü pek hatip Yahveh’in tüm milletlerin Tanrısı olduğunu ve Mısırlılar için Osiris, Babilliler için Bel, Asuriler için Asur veya Filistinliler için Dagon’un bulunmadığını duyurmuştu. Ve böylece İbraniler’in dini, yaklaşık olarak bu zaman zarfında ve ondan sonra dünya boyunca gerçekleşmekte olan tektanrıcılığın yeniden-doğuşunu paylaşmıştı; en sonunda Yahveh’in kavramsallaşması, gezegensel ve hatta kainatsal soylulukla bir İlahiyat düzeyine yükselmiş konuma gelmişti. Ancak Jeremiah’ın birlikteliklerden çoğu Yahveh’i İbrani milletinden ayrı olarak düşünmekte zorlanmıştı. 97:6.2 (1067.5) Jeremiah fearlessly declared that Yahweh was not on the side of the Hebrews in their military struggles with other nations. He asserted that Yahweh was God of all the earth, of all nations and of all peoples. Jeremiah’s teaching was the crescendo of the rising wave of the internationalization of the God of Israel; finally and forever did this intrepid preacher proclaim that Yahweh was God of all nations, and that there was no Osiris for the Egyptians, Bel for the Babylonians, Ashur for the Assyrians, or Dagon for the Philistines. And thus did the religion of the Hebrews share in that renaissance of monotheism throughout the world at about and following this time; at last the concept of Yahweh had ascended to a Deity level of planetary and even cosmic dignity. But many of Jeremiah’s associates found it difficult to conceive of Yahweh apart from the Hebrew nation.
97:6.3 (1067.6) Jeremiah aynı zamanda İşaya tarafından şu ifadeler ile tasvir edilmiş adil ve sevgi dolu Tanrı’yı duyurmuştu: “Evet, ben sizi sonsuza kadar sürecek bir aşk ile sevmekteyim; bu nedenle sevgi dolu iyilikle sizleri yakınıma çekmiş bulunmaktayım.” “Zira o, insan çocuklarına kasıtlı bir biçimde acı çektirmez.” 97:6.3 (1067.6) Jeremiah also preached of the just and loving God described by Isaiah, declaring: “Yes, I have loved you with an everlasting love; therefore with loving-kindness have I drawn you.” “For he does not afflict willingly the children of men.”
97:6.4 (1067.7) Bu korkusuz tanrı-elçisi şunu söyledi: “Doğruluk, tavsiyede yüce, işte kudretli olan Koruyucumuz’dur. Onun gözleri, her birine tercih ettiği yol ve yaptıklarının meyvesi uyarınca lütuf dağıtarak insan evlatlarının tümünün her türlü yoluna açıktır.” Ancak, Kudüs’ün kuşatıldığı dönem boyunca Jeremiah şunları söylediğinde ifadesi hakaret edici ihanet olarak değerlendirilmişti: “Ve şimdi ben bu toprakları, hizmetkarım olan Babil kralı Nebuchadnezzar’ın eline teslim ettim.” Ve Jeremiah şehrin teslimini tavsiye ettiğinde, dinadamları ve şehir idarecileri iç karartıcı bir zindanın bataklık içindeki kuytusuna atarak ondan kurtulmuşlardı. 97:6.4 (1067.7) Said this fearless prophet: “Righteous is our Lord, great in counsel and mighty in work. His eyes are open upon all the ways of all the sons of men, to give every one according to his ways and according to the fruit of his doings.” But it was considered blasphemous treason when, during the siege of Jerusalem, he said: “And now have I given these lands into the hand of Nebuchadnezzar, the king of Babylon, my servant.” And when Jeremiah counseled the surrender of the city, the priests and civil rulers cast him into the miry pit of a dismal dungeon.
7. İkinci İşaya ^top 7. The Second Isaiah ^top
97:7.1 (1068.1) İbrani milletinin yıkımı ve onun Mezopotamya’daki esareti; sahip olduğu dinadamlık düzeninin korunması için kararlı faaliyete yönelmiş olmasaydı, genişleyen din-kuramlarına büyük yararlar sağlayan sonuçları ortaya çıkarabilirdi. Onların milleti, Babil orduları gelmeden önce çökmüş bir konumdaydı; ve onların milli Yahveh’i ruhsal önderlerin uluslararası vaizlerinden zarar görmüş halde bulunmaktaydı. Milli tanrılarının kaybından doğan hınç; yeni ve genişlemiş düşünceye ait tüm milletlerin uluslararası hale getirilmiş bir Tanrısı’nın bile seçilmiş insanları olarak Museviler’i tekrar eski konumuna getirme çabası içinde, efsanevi öykülerin yaratılmasında ve İbrani tarihinde mucizevi olarak görünen olayların çoğaltılmasında Musevi dinadamlarının bu tür uzun uğraşlar vermelerine neden olmuştu. 97:7.1 (1068.1) The destruction of the Hebrew nation and their captivity in Mesopotamia would have proved of great benefit to their expanding theology had it not been for the determined action of their priesthood. Their nation had fallen before the armies of Babylon, and their nationalistic Yahweh had suffered from the international preachments of the spiritual leaders. It was resentment of the loss of their national god that led the Jewish priests to go to such lengths in the invention of fables and the multiplication of miraculous appearing events in Hebrew history in an effort to restore the Jews as the chosen people of even the new and expanded idea of an internationalized God of all nations.
97:7.2 (1068.2) Esaret boyunca Museviler; bir yandan, kendilerine uyarladıkları Keldani öykülerinin ahlaki vurgusunu ve ruhsal önemini kesin bir biçimde geliştirmiş olduklarının, ve her ne kadar bu efsaneleri İsrail’in kökeni ve tarihini onurlandıracak ve onu yüceltecek bir biçimde çeşitli şekillerde çarpıtmış olmalarının altının çizilmesi gerekse de, Babil’e dair tarihi anlatılardan ve onların efsanelerinden fazlasıyla etkilenmişlerdi. 97:7.2 (1068.2) During the captivity the Jews were much influenced by Babylonian traditions and legends, although it should be noted that they unfailingly improved the moral tone and spiritual significance of the Chaldean stories which they adopted, notwithstanding that they invariably distorted these legends to reflect honor and glory upon the ancestry and history of Israel.
97:7.3 (1068.3) Bu İbrani dinadamları ve katipleri, akıllarında tek bir düşünceye sahiplerdi; ve o da, Musevi milletinin düzeltilmesi, İbraniler’e ait tarihi anlatımların yüceltilmesi ve ırksal tarihlerinin üstün bir konuma çıkartılmasıydı. Eğer, Batı dünyasının büyük bir kısmına dair bu dinadamlarının sahip oldukları hatalı düşüncelerine bağlı kalışlarından bir öfke duyulacaksa, onların bunu bilinçli olarak yapmadıkları hatırlanmalıdır; onlar yazdıkları şeylerin vahiyle geldiğini öne sürmemişlerdi; onlar, kutsal bir kitap yazma gibi herhangi bir meslek yaratmamışlardı. Onlar yalnızca, esaret altındaki akranlarının azalan cesaretini güçlendirmek için tasarlanan bir ders kitabı hazırlamaktaydı. Onlar kesin bir biçimde, yurttaşlarının milli ruhunu ve kendine güvenini geliştirmeyi amaçlamaktalardı. Bu ve diğer yazıtları, sözde hatasız öğretilerin rehber bir kitabı yapacak şekilde bir araya getirmek daha sonraki insanlara kaldı. 97:7.3 (1068.3) These Hebrew priests and scribes had a single idea in their minds, and that was the rehabilitation of the Jewish nation, the glorification of Hebrew traditions, and the exaltation of their racial history. If there is resentment of the fact that these priests have fastened their erroneous ideas upon such a large part of the Occidental world, it should be remembered that they did not intentionally do this; they did not claim to be writing by inspiration; they made no profession to be writing a sacred book. They were merely preparing a textbook designed to bolster up the dwindling courage of their fellows in captivity. They were definitely aiming at improving the national spirit and morale of their compatriots. It remained for later-day men to assemble these and other writings into a guide book of supposedly infallible teachings.
97:7.4 (1068.4) Musevi dinadamlığı, esaret döneminden sonra bu yazıtları cömert bir biçimde kullandı; ancak akran esirleri üzerindeki etkileri, daha birinci İşaya’nın sunmuş olduğu, adaletin, derin sevginin, doğruluğun ve bağışlamanın Tanrısı’na, inancını bırakıp tamamiyle yönelmiş olan ikinci İşaya olarak genç ve boyun eğmez tanrı-elçisinin varlığıyla fazlasıyla engellenmişti. O aynı zamanda, Yahveh’in tüm milletlerin Tanrı’sı haline önceden gelmiş olduğuna Jeremiah ile birlikte inanmıştı. O; Tanrı’nın doğasına dair bu savları öyle bir etkiyle söylemişti ki, Museviler ve onları esir alanlar arasında eşit sayıda dine kazandırma gerçekleştirmişti. Ve bu genç hatip; her ne kadar, güzellik ve ihtişam için ortak saygıları öncül İşaya’nın yazılarını kullanmalarına yol açtıysa da, düşmancıl ve acımasız dinadamları onunla bütünüyle ilişkilendirmekten kurtulmayı amaçlamışlardı. Ve bu nedenle, bahse konu ikinci İşaya’nın yazıları, kırktan başlayarak kendisi de dâhil olmak üzere kırk beşe kadar uzanan bölümlerden meydana gelen bir biçimde bu isimdeki kitabı içinde bulunabilir. 97:7.4 (1068.4) The Jewish priesthood made liberal use of these writings subsequent to the captivity, but they were greatly hindered in their influence over their fellow captives by the presence of a young and indomitable prophet, Isaiah the second, who was a full convert to the elder Isaiah’s God of justice, love, righteousness, and mercy. He also believed with Jeremiah that Yahweh had become the God of all nations. He preached these theories of the nature of God with such telling effect that he made converts equally among the Jews and their captors. And this young preacher left on record his teachings, which the hostile and unforgiving priests sought to divorce from all association with him, although sheer respect for their beauty and grandeur led to their incorporation among the writings of the earlier Isaiah. And thus may be found the writings of this second Isaiah in the book of that name, embracing chapters forty to fifty-five inclusive.
97:7.5 (1068.5) Maçiventa’dan başlayarak İsa dönemine kadar hiçbir tanrı-elçisi veya dini öğretmen, esaretin bu döneminde duyurulmuş olan ikinci İşaya’nın yüksek Tanrı kavramsallaşmasına erişememişti. Bu ruhsal önderin duyurduğu Tanrı hiçbir şekilde küçük, insansı nitelikte insan tarafından yapılmış Tanrı değildi. “İşte bak, o adaları çok küçük şeylermiş gibi kaldırıyor.” “Ve cennetler nasıl yeryüzünden daha yüksekse, birçok yol sizin takip ettiğinizden daha yüksek ve birçok düşünce sahip olduklarınızdan daha yücedir.” 97:7.5 (1068.5) No prophet or religious teacher from Machiventa to the time of Jesus attained the high concept of God that Isaiah the second proclaimed during these days of the captivity. It was no small, anthropomorphic, man-made God that this spiritual leader proclaimed. “Behold he takes up the isles as a very little thing.” “And as the heavens are higher than the earth, so are my ways higher than your ways and my thoughts higher than your thoughts.”
97:7.6 (1069.1) En sonunda Maçiventa Melçizedeği, gerçek bir Tanrı’yı fani insana duyurarak insan öğretmenlerine baktı. İşaya gibi ilk başta bu önder, evrensel yaratımın ve idarenin bir Tanrısı’nı duyurdu. “Yeryüzünü ben yaratıp, insanı içine yerleştirdim. Ben onu amaçsız yaratmadım; onu yerleşilmesi için oluşturdum.” “Ben ilk ve sonum; benden başka hiçbir Tanrı yoktur.” İsrail’in Koruyucu Tanrısı hakkında konuşurken bu yeni tanrı-elçisi şunu söyledi: “Cennet ortadan kaybolabilir, ve dünya kocayıp yok olabilir; ancak benim doğruluğum sonsuza kadar ve benim kurtuluşum nesilden nesile dayanacaktır.” “Korkuya kapılmayın, çünkü ben sizlerleyim; endişelenmeyin, çünkü ben sizin Tanrınız’ım.” “Adil bir Tanrı ve bir Kurtarıcı olarak benden başka hiçbir Tanrı yoktur.” 97:7.6 (1069.1) At last Machiventa Melchizedek beheld human teachers proclaiming a real God to mortal man. Like Isaiah the first, this leader preached a God of universal creation and upholding. “I have made the earth and put man upon it. I have created it not in vain; I formed it to be inhabited.” “I am the first and the last; there is no God beside me.” Speaking for the Lord God of Israel, this new prophet said: “The heavens may vanish and the earth wax old, but my righteousness shall endure forever and my salvation from generation to generation.” “Fear you not, for I am with you; be not dismayed, for I am your God.” “There is no God beside me—a just God and a Savior.”
97:7.7 (1069.2) Ve şu cümleleri duymak, tıpkı bu dönemden beri binlercesine olduğu gibi, Musevi esirlerine huzur vermişti: “Tanrı söyle söyler, ‘ben seni yarattım, ben seni günahlarından kurtardım, ben seni isminle çağırdım; sen benimsin’” “Sulardan geçtiğinizde, sizlerle birlikte olacağım, zira siz benim gözümde kıymetlisiniz.” “Bir kadın, oğluna merhamet göstermeyecek kadar ağzı memedeki çocuğunu unutabilir mi? Evet, o unutabilir, fakat ben çocuklarımı unutmayacağım, zira bakın, onları ben ellerimin avuçları içine işledim; onları ellerimin gölgesiyle bile kapladım.” “Ahlaksız olanın tercih ettiği yolu bırakmasına, doğru olmayanın düşüncelerinden vazgeçmesine izin verin, onun Koruyucu’ya dönmesine izin verin, Koruyucu ona merhamet gösterecektir, Tanrımız’a dönün, zira o cömertçe bağışlayacaktır.” 97:7.7 (1069.2) And it comforted the Jewish captives, as it has thousands upon thousands ever since, to hear such words as: “Thus says the Lord, ‘I have created you, I have redeemed you, I have called you by your name; you are mine.’” “When you pass through the waters, I will be with you since you are precious in my sight.” “Can a woman forget her suckling child that she should not have compassion on her son? Yes, she may forget, yet will I not forget my children, for behold I have graven them upon the palms of my hands; I have even covered them with the shadow of my hands.” “Let the wicked forsake his ways and the unrighteous man his thoughts, and let him return to the Lord, and he will have mercy upon him, and to our God, for he will abundantly pardon.”
97:7.8 (1069.3) Salem’in Tanrısı’nın bu yeni açığa çıkarılışının müjdesini tekrar dinleyin: “O sürüsünü bir çoban gibi besleyecek; koyunlarını kolları altına toplayacak ve onları göğsünde taşıyacaktır. O güçsüze güç verir, dermanı olmayanlar için kuvvetlerini arttırır. Koruyucu için bekleyenlerin kuvvetleri yenilenir; kartallar gibi kanatlara sahip olurlar; koşar ama yorulmazlar; yürürler ama bitkin hale düşmezler.” 97:7.8 (1069.3) Listen again to the gospel of this new revelation of the God of Salem: “He shall feed his flock like a shepherd; he shall gather the lambs in his arms and carry them in his bosom. He gives power to the faint, and to those who have no might he increases strength. Those who wait upon the Lord shall renew their strength; they shall mount up with wings as eagles; they shall run and not be weary; they shall walk and not faint.”
97:7.9 (1069.4) Bu İşaya, yüce bir Yahveh’in genişleyen kavramsallaşmasına ait müjdenin uçsuz bucaksız bir örgütlü duyuruşunu gerçekleştirdi. O Musa ile, Kainatın Yaratan’ı olarak İsrail’in Koruyucu Tanrısı’nı tasvir edişteki hitabet sanatında yarışmıştı. İkinci İşaya, Kainatın Yaratıcısı’nın sınırsız niteliklerinin betimlemesinde şairaneydi. Bu dönemden beri Gökteki Yaratıcı hakkında daha güzel duyurularda bulunulmamıştır. Mezmurlar gibi İşaya’nın yazıtları; Urantia’ya Mikâil’in gelişi öncesine kadar fani insanın kulaklarını selamlamış, Tanrı’nın ruhsal kavramsallaşmasının en yüce ve doğru sunumları arasındadır. Onun şu ilahiyat tasvirini dinleyin: “Ben, ebediyette ikamet eden yüksek ve yüce biriyim.” “Ben ilk ve sonum, ve benden başka hiçbir Tanrı yoktur.” “Ve Tanrı’nın eli ne kurtaramayacak kısa, ne de kulakları duyamayacak kadar az işitir.” Ve, bu yumuşak başlı ancak emredici tanrı-elçisi Tanrı’nın sadakati olarak kutsal bağlılığın duyuruşunda ısrar ettiğinde, Musevi topluluğu içinde bu yeni bir inanç savı haline gelmişti. O şunu duyurdu: “Tanrı unutmaz, yalnız bırakmaz.” 97:7.9 (1069.4) This Isaiah conducted a far-flung propaganda of the gospel of the enlarging concept of a supreme Yahweh. He vied with Moses in the eloquence with which he portrayed the Lord God of Israel as the Universal Creator. He was poetic in his portrayal of the infinite attributes of the Universal Father. No more beautiful pronouncements about the heavenly Father have ever been made. Like the Psalms, the writings of Isaiah are among the most sublime and true presentations of the spiritual concept of God ever to greet the ears of mortal man prior to the arrival of Michael on Urantia. Listen to his portrayal of Deity: “I am the high and lofty one who inhabits eternity.” “I am the first and the last, and beside me there is no other God.” “And the Lord’s hand is not shortened that it cannot save, neither his ear heavy that it cannot hear.” And it was a new doctrine in Jewry when this benign but commanding prophet persisted in the preachment of divine constancy, God’s faithfulness. He declared that “God would not forget, would not forsake.”
97:7.10 (1069.5) Bu cesur öğretmen, insanın Tanrı ile oldukça yakın bir biçimde ilişkili olduğunu şöyle ifade ederek duyurdu: “Benim ismimle anılan herkesi ihtişamın için yarattım, ve onlar benim övgüme layık olduklarını göstermelidirler. Ben, ben bile, ihlallerinin üzerini kendim için örten biriyim, ve ben onların günahlarını hatırlamayacağım.” 97:7.10 (1069.5) This daring teacher proclaimed that man was very closely related to God, saying: “Every one who is called by my name I have created for my glory, and they shall show forth my praise. I, even I, am he who blots out their transgressions for my own sake, and I will not remember their sins.”
97:7.11 (1069.6) Bu büyük İbrani’nin; şerefle Kainatın Yaratıcısı’nın kutsallığını herkese duyururken, onun hakkında şunları söyleyerek milli bir Tanrı’ya dair kavramsallaşmayı yıkışına kulak verin: “Gökler benim tahtım, yeryüzü ayağımı koyduğum taburemdir.” Buna ek olarak İşaya’nın Tanrısı yine de kutsal, görkemli ve anlaşılamazdı. Çöl Bedevileri’nin kızgın, intikamcı ve kıskanç Yahveh’e dair kavramsallaşması neredeyse ortadan kaybolmuştur. Yüce ve herkesi kapsayan Yahveh’e dair yeni bir kavramsallaşma fani insanın aklında bir daha insan gözünden kaybolmamacasına ortaya çıkmıştır. Kutsal adaletin gerçekleşmesi, ilkel büyü ve biyolojik korkunun yıkılışını başlatmıştır. En sonunda insan, bir kanun ve düzen evrenine ek olarak güvenilebilir ve nihai niteliklere sahip evrensel bir Tanrı ile tanıştırılmıştır. 97:7.11 (1069.6) Hear this great Hebrew demolish the concept of a national God while in glory he proclaims the divinity of the Universal Father, of whom he says, “The heavens are my throne, and the earth is my footstool.” And Isaiah’s God was none the less holy, majestic, just, and unsearchable. The concept of the angry, vengeful, and jealous Yahweh of the desert Bedouins has almost vanished. A new concept of the supreme and universal Yahweh has appeared in the mind of mortal man, never to be lost to human view. The realization of divine justice has begun the destruction of primitive magic and biologic fear. At last, man is introduced to a universe of law and order and to a universal God of dependable and final attributes.
97:7.12 (1070.1) Ve ulvi bir Tanrı’ya dair bu duyuru, bu derin sevgi olarak Tanrı’yı duyurmaya hiçbir zaman son vermedi. “Ben, yüksek ve kutsal bir yerde ikamet etmekteyim, aynı zamanda pişman ve alçak gönüllü bir ruhaniyete sahip olanla.” Ve bu büyük öğretmen daha da fazla rahatlatıcı kelimelerle çağdaşlarına hitap etmişti: “Ve Koruyucu sürekli bir biçimde size rehberlik yapacak ve ruhunuzu tatmin edecektir. Siz sulanmış bir bahçe, suları verimsiz hale gelmeyen bir bahar olacaksınız. Ve şayet düşman bir sel gelecek olursa, Koruyucu’nun ruhaniyeti ona karşı bir savunma yükseltir.” Ve bir kez daha Melçizedek’in korku-yıkıcı müjdesi ve Salem’in güven-aşılayan dini insanlığın kutsanışı için ışıl ışıl parıldamıştı. 97:7.12 (1070.1) And this preacher of a supernal God never ceased to proclaim this God of love. “I dwell in the high and holy place, also with him who is of a contrite and humble spirit.” And still further words of comfort did this great teacher speak to his contemporaries: “And the Lord will guide you continually and satisfy your soul. You shall be like a watered garden and like a spring whose waters fail not. And if the enemy shall come in like a flood, the spirit of the Lord will lift up a defense against him.” And once again did the fear-destroying gospel of Melchizedek and the trust-breeding religion of Salem shine forth for the blessing of mankind.
97:7.13 (1070.2) İleri görüşlü ve cesur İşaya; sevgi dolu Tanrı, evrenin yöneticisi ve tüm insanlığın şefkatli Yaratıcısı olarak yüce Yahveh’in ihtişamı ve evrensel muktedirliğine dair muhteşem tasviriyle milli Yahveh’i etkili bir biçimde gölgede bırakmıştı. Bu dikkate değer dönemden beri, Batı’daki en yüksek Tanrı kavramsallaşması evrensel adaleti, kutsal bağışlamayı ve ebedi doğruluğu içine almıştır. Harika dille ve benzersiz incelikle bu büyük öğretmen, her şeye derin sevgi besleyen Yaratıcı olarak her şeye gücü yeten Yaratan’ı betimlemişti. 97:7.13 (1070.2) The farseeing and courageous Isaiah effectively eclipsed the nationalistic Yahweh by his sublime portraiture of the majesty and universal omnipotence of the supreme Yahweh, God of love, ruler of the universe, and affectionate Father of all mankind. Ever since those eventful days the highest God concept in the Occident has embraced universal justice, divine mercy, and eternal righteousness. In superb language and with matchless grace this great teacher portrayed the all-powerful Creator as the all-loving Father.
97:7.14 (1070.3) Esaret döneminin bu tanrı-elçisi; Babil’deki nehir kenarında kendisini dinlerlerken insanları ve birçoklarınınkine duyurusunu gerçekleştirmişti. Ve bu ikinci İşaya, söz verilen Mesih’in görevine ait birçok yanlış ve ırksal olarak bencil kavramsallaşmaya karşı gelmek için çok şey yapmıştı. Ancak bu verilen çaba içerisinde o, tamamiyle başarılı olmamıştı. Dinadamları yanlış algılanmakta olan bir milliyetçiliği inşa etme görevine kendilerini adamış olmasalardı, iki İşaya’nın da öğretileri söz verilen Mesih’in tanınışı ve kabulü için zemin hazırlamış olacaktı. 97:7.14 (1070.3) This prophet of the captivity preached to his people and to those of many nations as they listened by the river in Babylon. And this second Isaiah did much to counteract the many wrong and racially egoistic concepts of the mission of the promised Messiah. But in this effort he was not wholly successful. Had the priests not dedicated themselves to the work of building up a misconceived nationalism, the teachings of the two Isaiahs would have prepared the way for the recognition and reception of the promised Messiah.
8. Kutsal ve Dinsiz Tarih ^top 8. Sacred and Profane History ^top
97:8.1 (1070.4) İbraniler’e ait deneyimlerin kaydını kutsal tarih olarak ve dünyanın geri kalanında ortaya çıkmış etkileşimleri dinsiz tarih olarak görme adeti, tarihin yorumlanışında insan aklında mevcut olan kafa karışıklığının çoğunun sorumlusudur. Ve bu zorluk, Museviler’in hiçbir din-dışı tarihinin olmaması nedeniyle doğmaktadır. Babil sürgünü dönemindeki dinadamları; Eski Ahit içinde tasvir edildiği biçimiyle İsrail’in kutsal tarihi olarak Tanrı’nın İbraniler ile yaptığı varsayılan mucizevi etkileşimlerinin yeni bir kaydını hazırladıktan sonra, dikkatli biçimde — “İsrail Kralları’nın Yaptıkları” ve “Yehud Kralları’nın Yaptıkları” ile beraber İbrani tarihinin belli bir ölçüde doğru kayıtları halinde — İbrani olaylarının mevcut kayıtlarını tamamen ortadan kaldırmışlardı. 97:8.1 (1070.4) The custom of looking upon the record of the experiences of the Hebrews as sacred history and upon the transactions of the rest of the world as profane history is responsible for much of the confusion existing in the human mind as to the interpretation of history. And this difficulty arises because there is no secular history of the Jews. After the priests of the Babylonian exile had prepared their new record of God’s supposedly miraculous dealings with the Hebrews, the sacred history of Israel as portrayed in the Old Testament, they carefully and completely destroyed the existing records of Hebrew affairs—such books as “The Doings of the Kings of Israel” and “The Doings of the Kings of Judah,” together with several other more or less accurate records of Hebrew history.
97:8.2 (1070.5) Din-dışı tarihin yok edici baskısı ve kaçınılmaz zorlayışının; esaret altında ve yabancılar tarafından idare edilmekte olan Museviler’i, tarihlerini baştan aşağıya yeniden yazmaya ve yeniden sunmaya giriştirecek kadar nasıl dehşete düşürdüğünü anlamak için, kafa karışıklığına iten milli deneyimlerinin kaydını kısaca irdelememiz gerekmektedir. Museviler’in, din-kuramı içermeyen yeterli bir yaşam felsefesi geliştirmede başarısız oldukları hatırlanmak zorundadır. Onlar, günah için çok sert cezalarla beraber doğruluk için kutsal ödüllere dair özgün ve Mısırlı kavramlaşmalarıyla mücadele vermişlerdi. Eyüp’ün yaşadıkları, bu yanlış felsefeye karşı bir çeşit itirazdı. Zebur’un içten karamsarlığı, Yazgı’ya yapılan bu haddinden fazla inanışlar karşısında dünyasal nitelikte bilge bir tepkiydi. 97:8.2 (1070.5) In order to understand how the devastating pressure and the inescapable coercion of secular history so terrorized the captive and alien-ruled Jews that they attempted the complete rewriting and recasting of their history, we should briefly survey the record of their perplexing national experience. It must be remembered that the Jews failed to evolve an adequate nontheologic philosophy of life. They struggled with their original and Egyptian concept of divine rewards for righteousness coupled with dire punishments for sin. The drama of Job was something of a protest against this erroneous philosophy. The frank pessimism of Ecclesiastes was a worldly wise reaction to these overoptimistic beliefs in Providence.
97:8.3 (1071.1) Ancak yabancı yöneticilerin aşırı hükümranlığı altında geçen beş yüz yıl, sabırlı ve uzunca bir süredir çile çeken Museviler için bile gerektiğinden fazlaydı. Tanrı-elçileri ve dinadamları şöyle haykırmaya başlamışlardı: “Daha ne kadar, ey Koruyucu, daha ne kadar?” Dürüst bir Musevi birey Kutsal Yazıtları araştırırken, kafa karışıklığı daha içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Eskinin bir kahini, Tanrı’nın “seçilmiş insanlarını” koruyacağı ve onları kurtaracağı sözünü vermişti. Amos, milli doğruluklarının ortak ölçütlerini yeniden inşa etmezlerse Tanrı’nın İsrail’i gözden çıkaracağıyla tehdit etmişti. Tevrat yazıtı — kutsanma ve lanetlenme biçiminde iyilik ve kötülük arasında olmak üzere — Büyük Tercih’i tasvir etmişti. Birinci İşaya, yardımsever bir kral-kurtarıcısının duyuruşunda bulunmuştu. Jeremiah, — kalbin levhaları üzerine yazılmış sözleşme biçiminde — içsel doğruluğun bir dönemini duyurmuştu. İkinci İşaya, feda ve günahlardan arınmayla gelen kurtuluştan bahsetti. Zülkifi bağlılığın hizmetiyle gelen özgürleşmeyi duyurdu, ve Ezeyir kanuna olan bağlılıkla gelen refahın sözünü verdi. Ancak tüm bunlara rağmen onlar esaret altında kalmaya devam etmiş olup, özgürlük onlar için ertelenmişti. Bunun sonrasında Danyal, — Mesihsel krallık olarak doğruluğun sonsuza kadar sürecek egemenliğine ait ihtişamın ve anlık yerleşiminin cezalandırışı biçimindeki — yaklaşmakta olan “buhranı” altında yaşanacakları sundu. 97:8.3 (1071.1) But five hundred years of the overlordship of alien rulers was too much for even the patient and long-suffering Jews. The prophets and priests began to cry: “How long, O Lord, how long?” As the honest Jew searched the Scriptures, his confusion became worse confounded. An olden seer promised that God would protect and deliver his “chosen people.” Amos had threatened that God would abandon Israel unless they re-established their standards of national righteousness. The scribe of Deuteronomy had portrayed the Great Choice—as between the good and the evil, the blessing and the curse. Isaiah the first had preached a beneficent king-deliverer. Jeremiah had proclaimed an era of inner righteousness—the covenant written on the tablets of the heart. The second Isaiah talked about salvation by sacrifice and redemption. Ezekiel proclaimed deliverance through the service of devotion, and Ezra promised prosperity by adherence to the law. But in spite of all this they lingered on in bondage, and deliverance was deferred. Then Daniel presented the drama of the impending “crisis”—the smiting of the great image and the immediate establishment of the everlasting reign of righteousness, the Messianic kingdom.
97:8.4 (1071.2) Ve beslenen bu türden boş ümidin tümü öyle bir derecede ırksal hayal kırıklığına ve hüsrana neden oldu ki, Musevi önderleri; bir kutsal Cennet Evladı yakın bir zaman içerisinde fani beden suretinde — İnsan Evladı olarak vücuda bürünmüş halde — kendilerine geldiğinde onun görevi ve hizmetini tanımada başarısız olacak kadar kafa karışıklığına düşmüşlerdi. 97:8.4 (1071.2) And all of this false hope led to such a degree of racial disappointment and frustration that the leaders of the Jews were so confused they failed to recognize and accept the mission and ministry of a divine Son of Paradise when he presently came to them in the likeness of mortal flesh—incarnated as the Son of Man.
97:8.5 (1071.3) Tüm çağdaş dinler, insanlık tarihinin belirli çağlarına mucizevi bir yorum getirme çabası hatasına ciddi bir biçimde düşmüştür. Her ne kadar Tanrı’nın birçok kez, insan olaylarının akışına Yaratıcı’nın bir yazgısal müdahale elini uzatmış olduğu doğru olsa da; din-kuramsal dogmaları ve dini hurafeyi insanlık tarihinin bu akışı içinde mucizevi eylemle ortaya çıkan doğa-üstü birikim olarak görmek yanlıştır. Gerçek, “İnsanların krallığındaki En Yüksek Unsurlar’ın” din-dışı tarihi kutsal olarak varsaydığınız tarihe dönüştürmemesidir. 97:8.5 (1071.3) All modern religions have seriously blundered in the attempt to put a miraculous interpretation on certain epochs of human history. While it is true that God has many times thrust a Father’s hand of providential intervention into the stream of human affairs, it is a mistake to regard theologic dogmas and religious superstition as a supernatural sedimentation appearing by miraculous action in this stream of human history. The fact that the “Most Highs rule in the kingdoms of men” does not convert secular history into so-called sacred history.
97:8.6 (1071.4) Eski Ahit eserinin sahipleri ve daha sonraki Hıristiyan yazarları, iyi niyetli olan Musevi tanrı-elçilerini aşkınlaştırma çabalarıyla İbrani tarihinin bozuluşunu derinleştirdiler. Böylelikle İbrani tarihi, hem Musevi hem de Hıristiyan yazarlar tarafından oldukça yıkıcı bir biçimde sömürülmüştür. Din-dışı İbrani tarihi bütünüyle dogmalaştırılmıştır. O; bir kutsal tarih kurgusuna dönüştürülmüş olup, sözde Hıristiyan milletlerinin ahlaki kavramsallaşmaları ve dini öğretiler ile ayrılmaz hale gelmiştir. 97:8.6 (1071.4) New Testament authors and later Christian writers further complicated the distortion of Hebrew history by their well-meant attempts to transcendentalize the Jewish prophets. Thus has Hebrew history been disastrously exploited by both Jewish and Christian writers. Secular Hebrew history has been thoroughly dogmatized. It has been converted into a fiction of sacred history and has become inextricably bound up with the moral concepts and religious teachings of the so-called Christian nations.
97:8.7 (1071.5) İbrani tarihindeki önemli olayların kısa bir anlatımı, insanlarının gündelik din-dışı tarihini kurgusal ve kutsal bir tarihe dönüştürecek derecede Musevi dinadamları tarafından gerçeklerin kayıtlarının nasıl değiştirildiğini aydınlatacaktır. 97:8.7 (1071.5) A brief recital of the high points in Hebrew history will illustrate how the facts of the record were so altered in Babylon by the Jewish priests as to turn the everyday secular history of their people into a fictitious and sacred history.
9. İbrani Tarihi ^top 9. Hebrew History ^top
97:9.1 (1071.6) Orada hiçbir zaman İsrail topluluklarının on iki kabilesi bulunmamaktaydı — Filistin’de ikamet eden yalnızca üç veya dört kabile bulunmaktaydı. İbrani milleti varlığına, İsrailoğulları olarak adlandırılan topluluklar ile Kenani unsurlarının birleşiminin sonucunda kavuştu. “Ve İsrail’in çocukları Kenaniler arasında ikamet etti. Ve İsrail’in çocukları Kenaniler’in kızlarını eşleri olarak alıp, onların evlatlarına kızlarını verdi.” Her ne kadar dinadamlarının ilgili kayıtları tereddütsüz aksini söylese de, İbraniler Kenani topluluklarını hiçbir zaman Filistin’in dışına sürmemişlerdi. 97:9.1 (1071.6) There never were twelve tribes of the Israelites—only three or four tribes settled in Palestine. The Hebrew nation came into being as the result of the union of the so-called Israelites and the Canaanites. “And the children of Israel dwelt among the Canaanites. And they took their daughters to be their wives and gave their daughters to the sons of the Canaanites.” The Hebrews never drove the Canaanites out of Palestine, notwithstanding that the priests’ record of these things unhesitatingly declared that they did.
97:9.2 (1071.7) İsrail topluluklarının bilincinin kökenini, Ephraim’in tepe ülkesinden aldı; daha sonraki Musevi bilinci Yehud’un güney kavminde doğdu. Museviler (Yehud toplulukları) her zaman, kuzey İsrailoğulları’nın (Ephraim topluluklarının) yazılı tarihini kötülemeyi ve lekelemeyi amaçlamışlardı. 97:9.2 (1071.7) The Israelitish consciousness took origin in the hill country of Ephraim; the later Jewish consciousness originated in the southern clan of Judah. The Jews (Judahites) always sought to defame and blacken the record of the northern Israelites (Ephraimites).
97:9.3 (1072.1) Gösteriş içindeki İbrani tarihi; Ürdün’ün doğuluları — Gilead toplulukları olarak — akran kabile üyelerine karşı Ammon unsurlarının saldırısıyla başa çıkmak için Şaul’un kuzey kavimleri bir araya getirmesiyle başlar. O üç binden biraz daha fazla sayıdaki bir ordu ile düşmanı yenmiş olup, bu cesur hareket tepe kabilelerinin kendisini kral yapmalarına yol açtı. Sürgün edilmiş dinadamları bu hikayeyi yeniden yazdıklarında Şaul’un ordusunun sayısını 330.000’e çıkarmış olup, Yehud’u savaşa katılan kabilelerin listesine eklemişlerdi. 97:9.3 (1072.1) Pretentious Hebrew history begins with Saul’s rallying the northern clans to withstand an attack by the Ammonites upon their fellow tribesmen—the Gileadites—east of the Jordan. With an army of a little more than three thousand he defeated the enemy, and it was this exploit that led the hill tribes to make him king. When the exiled priests rewrote this story, they raised Saul’s army to 330,000 and added “Judah” to the list of tribes participating in the battle.
97:9.4 (1072.2) Ammon topluluklarının bozgunu hemen takiben Şaul, birlikleri tarafından genel seçimle kral yapılmıştı. Hiçbir dinadamı veya tanrı-elçisi bu olaya katılmamıştı. Ancak dinadamları kayıtlara daha sonra, Şaul’un kutsal emirler uyarınca tanrı-elçisi Samuel tarafından krallıkla taçlandırdığını yazdı. Onlar bunu, Davud’un Yehud krallığı için bir “kutsal soy kökeni” oluşturmak amacıyla gerçekleştirdi. 97:9.4 (1072.2) Immediately following the defeat of the Ammonites, Saul was made king by popular election by his troops. No priest or prophet participated in this affair. But the priests later on put it in the record that Saul was crowned king by the prophet Samuel in accordance with divine directions. This they did in order to establish a “divine line of descent” for David’s Judahite kingship.
97:9.5 (1072.3) Musevi tarihinin tüm çarpıtmaları içinde en büyüğü Davut ile ilgiliydi. Şaul’un Ammon toplulukları karşısındaki (Yahveh’e atfetmiş olduğu) zaferinden sonra, Filistin toplulukları tetiğe geçip, kuzey kavimlere karşı saldırılara başladılar. Davud ve Şaul hiçbir zaman anlaşamadı. Altı yüz kişiyle Davud bir Filistin ittifakına adım atmış olup, Esdraelon sahiline orduyla yürüdü. Gath’da Filistin toplulukları, Davud’un topraklarını terk etmelerini emretti; onlar, Davud’un Şaul’a katılmak için fikir değiştirebileceğinden korktu. Davud geri çekildi; Filistin toplulukları Şaul’a saldırıp, onu yendiler. Onlar bunu, Davud İsrail’e bu kadar sadık olmasaydı gerçekleştiremezdi. Davud’un ordusu, büyük ölçüde topluma uyum sağlayamamışlardan ve adaletten kaçanlardan meydana gelen bir biçimde hoşnutsuzluk besleyenlerin çoklu bir topluluğuydu. 97:9.5 (1072.3) The greatest of all distortions of Jewish history had to do with David. After Saul’s victory over the Ammonites (which he ascribed to Yahweh) the Philistines became alarmed and began attacks on the northern clans. David and Saul never could agree. David with six hundred men entered into a Philistine alliance and marched up the coast to Esdraelon. At Gath the Philistines ordered David off the field; they feared he might go over to Saul. David retired; the Philistines attacked and defeated Saul. They could not have done this had David been loyal to Israel. David’s army was a polyglot assortment of malcontents, being for the most part made up of social misfits and fugitives from justice.
97:9.6 (1072.4) Gilboa’daki Şaul’un trajik yenilgisi, çevre Kenani topluluklarının gözünde Yahveh’i tanrılar arasındaki en alt konumuna getirdi. Genel olarak Şaul’un mağlubiyeti Yahveh’in doğrultusundan çıkmaya atfedilebilirdi; ancak bu sefer Yehud’un yazı düzenleyicileri bunu ayinde yapılan hatalara bağladı. Onlar, Şaul ve Samuel’in tarihsel anlatılarına Davud’un krallığı için bir arka planı oluşturması bakımından ihtiyaç duymuştular. 97:9.6 (1072.4) Saul’s tragic defeat at Gilboa by the Philistines brought Yahweh to a low point among the gods in the eyes of the surrounding Canaanites. Ordinarily, Saul’s defeat would have been ascribed to apostasy from Yahweh, but this time the Judahite editors attributed it to ritual errors. They required the tradition of Saul and Samuel as a background for the kingship of David.
97:9.7 (1072.5) Küçük ordusuyla birlikte Davud yönetim merkezini, El Halil’in İbrani olmayan şehrine kurdu. Yakın bir zaman içinde onun yurttaşları kendisini Yehud’un yeni krallığının kralı olarak duyurdu. Yehud çoğunlukla, — Ken, Caleb, Jebus ve diğer Kenani toplulukları olarak — İbrani-dışı unsurlardan meydana gelmişti. Onlar sürü sahipleri olarak göçebelerdi, ve bu nedenle toprak sahipliğine dair İbrani düşüncesine bağlıydılar. Onlar, çöl kavimlerinin dünya görüşlerini benimsemişlerdi. 97:9.7 (1072.5) David with his small army made his headquarters at the non-Hebrew city of Hebron. Presently his compatriots proclaimed him king of the new kingdom of Judah. Judah was made up mostly of non-Hebrew elements—Kenites, Calebites, Jebusites, and other Canaanites. They were nomads—herders—and so were devoted to the Hebrew idea of land ownership. They held the ideologies of the desert clans.
97:9.8 (1072.6) Kutsal ve dinsiz tarih arasındaki fark en iyi, Eski Ahit içinde bulunan Davud’un kral yapılışı hakkındaki iki farklı anlatım tarafından sergilenmektedir. Onun doğrudan takipçilerinin (ordusunun) kendisini nasıl kral yaptığına dair din-dışı anlatımın bir kısmı; tanrı-elçisi Samuel’in, kutsal emirle, Davud’u kardeşleri arasından seçişine ve resmi olarak öne sürüşüne ek olarak, detaylı ve ciddiyetle yapılan ayinler ile İbraniler üzerine kendisine dini kral makamı verilişinin ve sonrasında kendisini Şaul’un varisi olarak duyuruluşunun içinde tasvir edildiği kutsal tarihin uzun ve yaratıcılıktan uzak anlatımını ileride hazırlamış olan dinadamları tarafından, tarihi kayıtlarda yanlışlıkla unutulmuştu. 97:9.8 (1072.6) The difference between sacred and profane history is well illustrated by the two differing stories concerning making David king as they are found in the Old Testament. A part of the secular story of how his immediate followers (his army) made him king was inadvertently left in the record by the priests who subsequently prepared the lengthy and prosaic account of the sacred history wherein is depicted how the prophet Samuel, by divine direction, selected David from among his brethren and proceeded formally and by elaborate and solemn ceremonies to anoint him king over the Hebrews and then to proclaim him Saul’s successor.
97:9.9 (1072.7) Birçok kez dinadamları, Tanrı’nın İsrail ile olan mucizevi etkileşimlerinin kurgusal anlatımlarını hazırladıktan sonra, kayıtlarda halihazırda bulunan yalın ve duygusal olmayan ifadeleri tamamen silmede başarısız olmuşlardı. 97:9.9 (1072.7) So many times did the priests, after preparing their fictitious narratives of God’s miraculous dealings with Israel, fail fully to delete the plain and matter-of-fact statements which already rested in the records.
97:9.10 (1072.8) Davud kendisini siyasi bir biçimde ilk kez Şaul’un kızı ile, daha sonra zengin Edom unsuru olan Nabal’ın dul kalmış eşiyle, ve daha da sonra ise Geşhur’un kralı olan Talmai’nin kızıyla evlenerek inşa etti. O Jebus kadınlarından altı eş aldı, Hitit topluluklarından gelen kadın eş olan Batşeba daha bu kadınların arasında bile değildir. 97:9.10 (1072.8) David sought to build himself up politically by first marrying Saul’s daughter, then the widow of Nabal the rich Edomite, and then the daughter of Talmai, the king of Geshur. He took six wives from the women of Jebus, not to mention Bathsheba, the wife of the Hittite.
97:9.11 (1073.1) Ve, bu yöntemler aracılığıyla ve bu tür insanların yaratımıyla; Ephraim topluluklarının İsraili’ne ait ortadan kaybolmaktaki kuzey krallığın mirasının ve geleneklerinin varisi olarak Davud’un, Yehud’un kutsal bir krallığını inşa edişinin kurgusu ortaya çıktı. Davud’un Yehud’a ait çok uluslu kabilesi Museviler’den daha çok karışmış haldeydi; yine de Ephraim’in ezilmiş ataları gökten inip, onu “İrail’in kralı olarak taçlandırdı.” Askeri bir tehditten sonra Davud bunun uyarınca; Jebus topluluklarıyla bir anlaşma yapıp, Yehud ve İsrail arasında ortada konumlanan güçlü duvarlarla çevrilmiş bir şehir olan Jebus’da (Kudüs’de) birleşik hale gelmiş krallığa ait kendisinin yönettiği başkenti kurdu. Filistin toplulukları uyanıp, Davud’a saldırdı. Çetin bir savaş sonrasında onlar yenilgiye uğradı, ve bir kere daha Yahveh “Meleklerin Koruyucu Tanrısı” olarak yerleşti. 97:9.11 (1073.1) And it was by such methods and out of such people that David built up the fiction of a divine kingdom of Judah as the successor of the heritage and traditions of the vanishing northern kingdom of Ephraimite Israel. David’s cosmopolitan tribe of Judah was more gentile than Jewish; nevertheless the oppressed elders of Ephraim came down and “anointed him king of Israel.” After a military threat, David then made a compact with the Jebusites and established his capital of the united kingdom at Jebus (Jerusalem), which was a strong-walled city midway between Judah and Israel. The Philistines were aroused and soon attacked David. After a fierce battle they were defeated, and once more Yahweh was established as “The Lord God of Hosts.”
97:9.12 (1073.2) Ancak Yahveh, mecburen, bu ihtişamın bir kısmını Kenani tanrıları ile paylaşmak zorundadır, zira Davud’un ordusunun büyük bir kısmı İbrani olmayan kökenden gelmekteydi. Ve bu nedenle tarihi kayıtlarınızda (Yehud topluluklarından olan düzenleyiciler tarafından gözden kaçırılmış bir halde) gizi açığa çıkaran şu ifade görünmektedir: “Yahveh düşmanlarıma gözlerimin önünde karşı koydu. Bu nedenle o bu yere Baal-Perazim adını verdi.” Ve onlar bunu, Davud’un askerilerinin yüzde sekseninin Baal toplulukları olması nedeniyle gerçekleştirmişlerdi. 97:9.12 (1073.2) But Yahweh must, perforce, share some of this glory with the Canaanite gods, for the bulk of David’s army was non-Hebrew. And so there appears in your record (overlooked by the Judahite editors) this telltale statement: “Yahweh has broken my enemies before me. Therefore he called the name of the place Baal-Perazim.” And they did this because eighty per cent of David’s soldiers were Baalites.
97:9.13 (1073.3) Davud, Şaul’un Gilboa’daki yenilgisini; sakinlerinin Ephraim unsurları ile daha öncesinden bir barış anlaşması yaptığı bir Kenani şehri olan Gibeon’a Şaul’un saldırışını neden göstererek açıkladı. Bundan dolayı Yahveh onu yalnız bıraktı. Şaul’un döneminde bile Davud, Filistin topluluklarına karşı Keilah’ın Kenani şehrini savunmuştu; ve bunun sonrasında o başkentini bir Kenani şehrinde konumlandırmıştı. Kenani topluluklarıyla olan anlaşmanın bütünlüğüne sadık kalan bir şekilde Davud, Şaul’un soyundan gelen yedi kişiyi Gibeon unsurlarına asılmaları için teslim etti. 97:9.13 (1073.3) David explained Saul’s defeat at Gilboa by pointing out that Saul had attacked a Canaanite city, Gibeon, whose people had a peace treaty with the Ephraimites. Because of this, Yahweh forsook him. Even in Saul’s time David had defended the Canaanite city of Keilah against the Philistines, and then he located his capital in a Canaanite city. In keeping with the policy of compromise with the Canaanites, David turned seven of Saul’s descendants over to the Gibeonites to be hanged.
97:9.14 (1073.4) Filistin topluluklarının yenilgisinden sonra Davud, “Yahveh’in gemisine” sahip olup, onu Kudüs’e getirdi; ve o, Yahveh’e olan ibadeti krallığı için resmi düzeye taşıdı. Davud bunu takiben; — Edom, Moab, Ammon ve Suriyeli topluluklar olarak —komşu kabileleri yüklü haraçlara bağladı. 97:9.14 (1073.4) After the defeat of the Philistines, David gained possession of the “ark of Yahweh,” brought it to Jerusalem, and made the worship of Yahweh official for his kingdom. He next laid heavy tribute on the neighboring tribes—the Edomites, Moabites, Ammonites, and Syrians.
97:9.15 (1073.5) Davud’un yolsuz siyasi düzeni; İbrani adetlerine karşı gelerek kuzeydeki arazilerin kişisel iyeliğini elde etmeye başlayıp, yakın bir zaman içinde, Filistinliler tarafından öncesinden toplanmakta olan kervan gümrüklerinin denetimini ele geçirdi. Ve bunun sonrasında, Uriya’nın öldürülmesiyle zirve noktasına ulaşan bir dizi vahşet eylemi yaşandı. Tüm yargısal itirazlar Kudüs’de karara varıldı; artık “ihtiyar heyeti” adaleti dağıtamamaktaydı. İsyanın patlak verişi hiç de şaşırtıcı değildi. Abşalom halkın ortak arzularını kullanan bir yönetici olarak tanımlanabilir; onun annesi bir Kenani’ydi. Orada, — Solomon — olarak Batşeba’nın oğlunun yanı sıra tahta talip yarım düzine kişi bulunmaktaydı. 97:9.15 (1073.5) David’s corrupt political machine began to get personal possession of land in the north in violation of the Hebrew mores and presently gained control of the caravan tariffs formerly collected by the Philistines. And then came a series of atrocities climaxed by the murder of Uriah. All judicial appeals were adjudicated at Jerusalem; no longer could “the elders” mete out justice. No wonder rebellion broke out. Today, Absalom might be called a demagogue; his mother was a Canaanite. There were a half dozen contenders for the throne besides the son of Bathsheba—Solomon.
97:9.16 (1073.6) Davud’un ölümünden sonra Solomon, tüm kuzey etkilerinin siyasi düzenini temizlemişti; ancak o, babasının yönetimine ait zorba idare ve vergilendirmenin tümünü sürdürdü. Solomon, müsrif hanedanı ve detaylı imar izlencesiyle ülkeyi iflas ettirmişti. Orada; Lübnan’ın evi, Firavun’un kızının sarayı, Yahveh’in tapınağı, kralın sarayı ve birçok şehir duvarının yeniden yapılandırılışı bulunmaktaydı. Solomon, Suriye denizcileri tarafından çalıştırılan ve tüm dünya ile ticaret içerisinde bulunan büyük bir İbrani donanması kurdu. Onun hareminin üyeleri neredeyse bine varmaktaydı. 97:9.16 (1073.6) After David’s death Solomon purged the political machine of all northern influences but continued all of the tyranny and taxation of his father’s regime. Solomon bankrupted the nation by his lavish court and by his elaborate building program: There was the house of Lebanon, the palace of Pharaoh’s daughter, the temple of Yahweh, the king’s palace, and the restoration of the walls of many cities. Solomon created a vast Hebrew navy, operated by Syrian sailors and trading with all the world. His harem numbered almost one thousand.
97:9.17 (1073.7) Bu dönemde, Şiloh’daki Yahveh tapınağı itibarsızlaştırılmıştı; ve ülke ibadetinin tümü Jebus’da muhteşem bir saltanat mabedinde merkezi olarak konumlandırılmıştı. Kuzey krallık daha fazla gerçekleşen bir biçimde, Elohim ibadetine geri döndü. Onlar, güney krallığını haraca bağlayan bir biçimde Yehud’u daha sonra köleleştirmiş olan Firavunlar’ın lütfunu memnuniyetle deneyimlemişlerdi. 97:9.17 (1073.7) By this time Yahweh’s temple at Shiloh was discredited, and all the worship of the nation was centered at Jebus in the gorgeous royal chapel. The northern kingdom returned more to the worship of Elohim. They enjoyed the favor of the Pharaohs, who later enslaved Judah, putting the southern kingdom under tribute.
97:9.18 (1073.8) Orada — İsrail ile Yehud arasında gerçekleşen savalar olarak — iniş çıkışlar bulunmaktaydı. Dört yıllık iç savaştan ve üç hanedandan sonra İsrail, arazi ticaretine başlamış şehir zorbalarının idaresine düşmüştü. Kral Omri bile, Shemer’in yerleşkesini almaya kalkışmıştı. Ancak III. Şalmanezer Akdeniz sahilini denetim altına almaya karar verince, bu olayın sonu çabucak yaklaşmıştı. Ephraim’in Kral Ahab’ı diğer on topluluğu da bir araya getirip, Karkar’da direniş gösterdi; savaş berabere sonlanmıştı. Bu Asuri durdurulmuştu, ancak müttefiklerden büyük sayıda kayıplar verilmişti. Bu büyük kavgadan, Eski Ahit’de bile bahsedilmemektedir. 97:9.18 (1073.8) There were ups and downs—wars between Israel and Judah. After four years of civil war and three dynasties, Israel fell under the rule of city despots who began to trade in land. Even King Omri attempted to buy Shemer’s estate. But the end drew on apace when Shalmaneser III decided to control the Mediterranean coast. King Ahab of Ephraim gathered ten other groups and resisted at Karkar; the battle was a draw. The Assyrian was stopped but the allies were decimated. This great fight is not even mentioned in the Old Testament.
97:9.19 (1074.1) Kral Ahab Naboth’dan arazi satın almaya çalışınca yeni sıkıntılar baş gösterdi. Onun Fenikeli eşi, “Elohim ve kralın” isimlerinin kutsallığını tanımaması suçu nedeniyle Naboth’un arazisine el konulmasına emredecek şekilde Ahab’ın ismini evraklarda kullanarak sahtecilikte bulunmuştu. Naboth ve onun oğulları vakit kaybetmeden idam edilmişti. Tez canlı İlyas olay yerinde ortaya çıkıp, Ahab’ı Nabothlar’ın ölümünü nedeniyle kınadı. Tanrı-elçilerin en büyüklerinden biri olarak İlyas böylelikle öğretisine, şehirlerin ülkeyi egemenliği altına alma çabasına karşı olarak Baaller’in arazi-satıcı tutumu karşısında eski toprak adetlerinin bir savunucusu şeklinde öğretisine başlamıştı. Ancak bu köklü değişiklik, ülke sahibi Jehu’nun, Samaria’daki Baal’in tanrı-elçilerini (emlakçılarını) yok etmek için roman kabile reisi Jehonadab ile güçlerini birleştirmesine kadar başarılı olmamıştı. 97:9.19 (1074.1) New trouble started when King Ahab tried to buy land from Naboth. His Phoenician wife forged Ahab’s name to papers directing that Naboth’s land be confiscated on the charge that he had blasphemed the names of “Elohim and the king.” He and his sons were promptly executed. The vigorous Elijah appeared on the scene denouncing Ahab for the murder of the Naboths. Thus Elijah, one of the greatest of the prophets, began his teaching as a defender of the old land mores as against the land-selling attitude of the Baalim, against the attempt of the cities to dominate the country. But the reform did not succeed until the country landlord Jehu joined forces with the gypsy chieftain Jehonadab to destroy the prophets (real estate agents) of Baal at Samaria.
97:9.20 (1074.2) Yeni yaşam Yoaş’da ortaya çıkmış, ve onun oğlu Yarovam İsrail’i düşmanlarından kurtarmıştı. Ancak bu zaman zarfında Samaria’da, hasarları eski dönemlerin Davudsal hanedan üyelerinkine zorluk çıkarmış çete vari bir soylu sınıf yönetimde bulunmuştu. Devlet ve din kurumu aynı elden yönetilmekteydi. İfade özgürlüğünü baskılama girişimi İlyas, Amos ve Hosea’nın gizli yazımlarına başlamalarına neden oldu; ve bu, Musevi ve Hıristiyan İncilleri’nin gerçek başlangıcıydı. 97:9.20 (1074.2) New life appeared as Jehoash and his son Jeroboam delivered Israel from its enemies. But by this time there ruled in Samaria a gangster-nobility whose depredations rivaled those of the Davidic dynasty of olden days. State and church went along hand in hand. The attempt to suppress freedom of speech led Elijah, Amos, and Hosea to begin their secret writing, and this was the real beginning of the Jewish and Christian Bibles.
97:9.21 (1074.3) Ancak kuzey krallığı, İsrail kralı gizlice Mısır kralı ile kumpas kurmak için anlaşıncaya ve Asur’a daha fazla haraç vermeyi reddedinceye kadar ortadan kaybolmamıştı. Bunun sonrasında, kuzey krallığının bütüncül dağılımının takip ettiği üç yıllık kuşatma başlamıştı. Ephraim (İsrail) böylelikle ortadan kaybolmuştu. Yehud — “İsrail’in kalıntıları”, Museviler olarak; İşaya’nın söylediği gibi, “Ev üstüne ev ve tarla üstüne tarla ekleyerek” birkaç kişinin ellerinde arazinin toplanmasına başlamıştı. Yakın bir zaman içinde Kudüs’de, Yahveh mabediyle birlikte Baal’in mabedi ortaya çıkmıştı. Dehşetin bu egemenliği, Yahveh için otuz beş yıl seferde bulunmuş çocuk kral Yoaş tarafından başı çekilen tek-tanrısal bir başkaldırıyla sona ermişti. 97:9.21 (1074.3) But the northern kingdom did not vanish from history until the king of Israel conspired with the king of Egypt and refused to pay further tribute to Assyria. Then began the three years’ siege followed by the total dispersion of the northern kingdom. Ephraim (Israel) thus vanished. Judah—the Jews, the “remnant of Israel”—had begun the concentration of land in the hands of the few, as Isaiah said, “Adding house to house and field to field.” Presently there was in Jerusalem a temple of Baal alongside the temple of Yahweh. This reign of terror was ended by a monotheistic revolt led by the boy king Joash, who crusaded for Yahweh for thirty-five years.
97:9.22 (1074.4) Bir sonraki kral Amatzya, vergi veren Edom unsurlarının ve onların komşularının başkaldırışıyla sorun yaşamıştı. Olağanüstü bir zaferden sonra o, kuzey komşularına saldırmak için yönünü değiştirdi, ve aynı olağanüstü derece içerisinde mağlup oldu. Bunun sonrasında, kırsal kesimdeki halk başkaldırdı; onlar krala suikast düzenledi, ve onun on altı yaşındaki oğlunu tahta geçirdi. Bu kişi, İşaya tarafından Uziyahu olarak adlandırılmış Azariah’dı. Uziyahu’dan sonra, işler çok daha kötüleşti, ve Yehud yüz yıl boyunca Asur’un kralına haraç vererek varlığını sürdürdü. Birinci İşaya onlara, Yahveh’in şehri olarak Kudüs’ün hiçbir zaman düşmeyeceğini söyledi. Ancak Yeremya, onun çöküşünü duyurmada tereddüt etmedi. 97:9.22 (1074.4) The next king, Amaziah, had trouble with the revolting tax-paying Edomites and their neighbors. After a signal victory he turned to attack his northern neighbors and was just as signally defeated. Then the rural folk revolted; they assassinated the king and put his sixteen-year-old son on the throne. This was Azariah, called Uzziah by Isaiah. After Uzziah, things went from bad to worse, and Judah existed for a hundred years by paying tribute to the kings of Assyria. Isaiah the first told them that Jerusalem, being the city of Yahweh, would never fall. But Jeremiah did not hesitate to proclaim its downfall.
97:9.23 (1074.5) Yehud’un gerçek çöküş nedeni, çocuk bir kralın idaresi altında faaliyet gösteren siyasilerden oluşan yolsuz ve zengin bir çevre tarafından ortaya çıkmıştı. Değişmekte olan ekonomi, özel arazi uygulamaları Yahveh’in dünya görüşüne karşı olan Baal’ın ibadetine dönüşü daha makul görmüştü. Asur’un çöküşü ve Mısır’ın üstün konuma gelişi, Yehud’a bir süreliğine özgürlüğü getirmişti; ve şehir halkı yönetimi eline almıştı. Yoşiya altında onlar, yolsuz siyasetçilerin Kudüs çevresini yok etmişlerdi. 97:9.23 (1074.5) The real undoing of Judah was effected by a corrupt and rich ring of politicians operating under the rule of a boy king, Manasseh. The changing economy favored the return of the worship of Baal, whose private land dealings were against the ideology of Yahweh. The fall of Assyria and the ascendancy of Egypt brought deliverance to Judah for a time, and the country folk took over. Under Josiah they destroyed the Jerusalem ring of corrupt politicians.
97:9.24 (1074.6) Ancak bu dönem; Babil’e karşı Asur’a yardım etmek için Mısır’dan sahil boyunca kuzeye hareket eden Necho’nun kudretli ordusunu engellemek için Yoşiya gitme cüretini gösterdiğinde, trajik bir sona sahip oldu. O tamamen yok edildi, ve Yehud haraç için Mısır’a bağlandı. Baal siyasi partisi Kudüs’de gücü tekrar elde etti, ve böylece gerçek Mısır köleliği başlamış oldu. Bunun sonrasında, süresince Baalli dinadamlarının hanedanlığı ve dinadamlığını denetim altında tuttuğu bir süreç ortaya çıktı. Baal ibadeti, toprak verimliliğine ek olarak mülkiyet haklarıyla ilgilenen ekonomik ve toplumsal bir düzendi. 97:9.24 (1074.6) But this era came to a tragic end when Josiah presumed to go out to intercept Necho’s mighty army as it moved up the coast from Egypt for the aid of Assyria against Babylon. He was wiped out, and Judah went under tribute to Egypt. The Baal political party returned to power in Jerusalem, and thus began the real Egyptian bondage. Then ensued a period in which the Baalim politicians controlled both the courts and the priesthood. Baal worship was an economic and social system dealing with property rights as well as having to do with soil fertility.
97:9.25 (1075.1) Necho’nun Nebukadnezar tarafından tahtan indirilişiyle birlikte Yehud; Babil idaresi altına girmiş olup, kendisine on yıllık barış dönemi verilmişti; ancak yakın bir zaman içinde o başkaldırdı. Nebukadnezar buranın topluluklarının karşısına durduğunda, Yehud unsurları Yahveh’i etkilemek için köleleri serbest bırakma gibi köklü toplumsal değişiklikleri başlattı. Babil ordusu geçici bir süreyle çekildiğinde, İbraniler sihirli köklü değişikliklerinin kendilerini kurtardığından büyük memnuniyet duydular. Bu süreç içinde Jeremiah onlara yaklaşmakta olan yıkımdan bahsetti, ve yakın bir zaman içerisinde Nebukadnezar geri döndü. 97:9.25 (1075.1) With the overthrow of Necho by Nebuchadnezzar, Judah fell under the rule of Babylon and was given ten years of grace, but soon rebelled. When Nebuchadnezzar came against them, the Judahites started social reforms, such as releasing slaves, to influence Yahweh. When the Babylonian army temporarily withdrew, the Hebrews rejoiced that their magic of reform had delivered them. It was during this period that Jeremiah told them of the impending doom, and presently Nebuchadnezzar returned.
97:9.26 (1075.2) Ve böylece Yehud’un sonu ansızın geldi. Şehir yıkıldı, ve insanlar Babil’e taşındı. Yahveh-Baal mücadelesi esaret ile sonuçlandı. Ve bu esaret, İsrail’in geride kalanlarının tek-tanrı inanışına uyandırdı. 97:9.26 (1075.2) And so the end of Judah came suddenly. The city was destroyed, and the people were carried away into Babylon. The Yahweh-Baal struggle ended with the captivity. And the captivity shocked the remnant of Israel into monotheism.
97:9.27 (1075.3) Babil’de Museviler; tuhaf toplumsal ve ekonomik adetlere sahip olmalarından dolayı Filistin’de küçük bir topluluk halinde yaşayamayacakları, ve eğer dünya görüşleri olduğu gibi devam ederse Musevi olmayanları dinlerine dönüştürmek zorunda kalacakları çıkarımına vardılar. Böylelikle — Museviler’in Yahveh’in seçilmiş köleleri haline gelme zorunluluğu düşüncesi olarak — nihai sona dair yeni kavramsallaşmaları doğdu. Eski Ahit’in Musevi dini gerçekten de, esaret boyunca Babil’de evirildi. 97:9.27 (1075.3) In Babylon the Jews arrived at the conclusion that they could not exist as a small group in Palestine, having their own peculiar social and economic customs, and that, if their ideologies were to prevail, they must convert the gentiles. Thus originated their new concept of destiny—the idea that the Jews must become the chosen servants of Yahweh. The Jewish religion of the Old Testament really evolved in Babylon during the captivity.
97:9.28 (1075.4) Ölümsüzlük inanış savı aynı zamanda Babil’de bütünlük kazandı. Museviler; gelecek yaşam düşüncesinin, toplumsal adalete dair müjdelerindeki vurgudan alındığını düşünmektelerdi. Bu aşamada ilk kez din-kuramı toplum ve ekonomi biliminin yerini aldı. Din; bir insan düşünce düzeni olarak bütünlük kazanmakta, ve davranış gittikçe artan bir biçimde siyaset, toplum bilimi ve ekonomiden ayrılır hale gelmekteydi. 97:9.28 (1075.4) The doctrine of immortality also took form at Babylon. The Jews had thought that the idea of the future life detracted from the emphasis of their gospel of social justice. Now for the first time theology displaced sociology and economics. Religion was taking shape as a system of human thought and conduct more and more to be separated from politics, sociology, and economics.
97:9.29 (1075.5) Ve böylece, Musevi insanları hakkındaki gerçeklik; kutsal tarih olarak görülen şeylerin büyük bir kısmının, sıradan dinsiz tarihin tarihsel kayıtlarından biraz daha fazlası olduğunu açığa çıkarmaktadır. Yahudilik Hıristiyanlığın içinden büyümüş olduğu topraktı, ancak Museviler mucizevi bir topluluk değildi. 97:9.29 (1075.5) And so does the truth about the Jewish people disclose that much which has been regarded as sacred history turns out to be little more than the chronicle of ordinary profane history. Judaism was the soil out of which Christianity grew, but the Jews were not a miraculous people.
10. İbrani Dini ^top 10. The Hebrew Religion ^top
97:10.1 (1075.6) Onların önderleri, İsrail topluluklarına; fazladan müsamaha ve kutsal lütfun tekelini vermek için değil, ancak, her milletin tamamına tek Tanrı’nın gerçekliğini taşımanın özel hizmeti için, seçilmiş bir topluluk olduklarını öğretmişti. Ancak onlar Museviler’e; eğer bu nihai sonu gerçekleştirirlerse tüm toplulukların ruhsal önderleri haline gelebileceklerini ve yolda olan Mesih’in kendileri ve tüm dünya üzerinde Barışın Prensi olarak egemenliğine sahip olacağının sözünü vermişlerdi. 97:10.1 (1075.6) Their leaders had taught the Israelites that they were a chosen people, not for special indulgence and monopoly of divine favor, but for the special service of carrying the truth of the one God over all to every nation. And they had promised the Jews that, if they would fulfill this destiny, they would become the spiritual leaders of all peoples, and that the coming Messiah would reign over them and all the world as the Prince of Peace.
97:10.2 (1075.7) Museviler Farslılar tarafından serbest bırakıldıklarında, Filistin’e sadece; dinadamlarının üstünlüğünde hayata geçirilmiş yasaların, fedaların ve ayinlerin düzenine olan köleliğe düşmek için dönmüşlerdi. Ve İbrani kavimler feda ve kefarete dair Musa’nın elveda konuşmasında sunulan Tanrı’nın muhteşem hikayesini reddederlerken, benzer bir biçimde İbrani milletinin bu geride kalan unsurları; ikinci İşaya’nın, onların sahip oldukları büyümekte olan dinadamlığı kurumunun yöneticileri, düzenleyicileri ve ayinlerine dair olağanüstü kavramsallaşmayı reddetmişlerdi. 97:10.2 (1075.7) When the Jews had been freed by the Persians, they returned to Palestine only to fall into bondage to their own priest-ridden code of laws, sacrifices, and rituals. And as the Hebrew clans rejected the wonderful story of God presented in the farewell oration of Moses for the rituals of sacrifice and penance, so did these remnants of the Hebrew nation reject the magnificent concept of the second Isaiah for the rules, regulations, and rituals of their growing priesthood.
97:10.3 (1075.8) Milli bencillik, yanlış yorumlanan haldeki söz verilmiş bir Mesih’e duyulan inanç ve dinadamlığı kurumunun artan baskısı ve zorbalığı (Danyal, Ezekiel, Haggai ve Malaçi dışında) ruhsal önderlerinin seslerini sonsuza kadar kısmıştı; ve bu dönemden Yahya’nın zamanına kadara İsrail’in tümü, artış gösteren bir ruhsal gerilimi deneyimledi. Ancak Museviler hiçbir zaman Kainatın Yaratıcısı kavramsallaşmasını kaybetmedi; İsa’dan sonraki yirminci yüzyıla kadar bile onlar, bu İlahiyat kavramsallaşmasının takibine devam ettiler. 97:10.3 (1075.8) National egotism, false faith in a misconceived promised Messiah, and the increasing bondage and tyranny of the priesthood forever silenced the voices of the spiritual leaders (excepting Daniel, Ezekiel, Haggai, and Malachi); and from that day to the time of John the Baptist all Israel experienced an increasing spiritual retrogression. But the Jews never lost the concept of the Universal Father; even to the twentieth century after Christ they have continued to follow this Deity conception.
97:10.4 (1076.1) Musa’dan Yahya’ya kadar orada; hiç durmadan ahlaksız yöneticilerini azarlarken, ticaretleştiren dinadamlarını kınarken ve İsrail’in Koruyucu Tanrısı olan yüce Yahveh ibadetine bağlı kalmalarını en başından beri insanlarından ciddi bir şekilde talep ederlerken, bir nesilden diğerine ışığın tektanrılı meşalesini devreden sadık öğretmenlerinin aralıksız bir soyu uzanmıştı. 97:10.4 (1076.1) From Moses to John the Baptist there extended an unbroken line of faithful teachers who passed the monotheistic torch of light from one generation to another while they unceasingly rebuked unscrupulous rulers, denounced commercializing priests, and ever exhorted the people to adhere to the worship of the supreme Yahweh, the Lord God of Israel.
97:10.5 (1076.2) Bir millet olarak Museviler nihai bir biçimde, siyasi aidiyetlerini kaybettiler; ancak tek ve evrensel Tanrı’ya olan İbrani dininin içten inanışı, oradan oraya atılmış olan sürgüne gönderilmişlerin kalplerinde yaşamaya devam etmektedir. Ve bu din, takipçilerinin en yüksek değerlerini muhafaza etmek için etkin bir biçimde faaliyet göstermesi nedeniyle varlığını sürdürmektedir. Musevi dini, bir topluluğun olası en yüksek düşüncelerini korumuştu; ancak o, ilerlemeyi teşvik etmede ve gerçekliğin âlemlerindeki felsefi nitelikli yaratıcı keşfi cesaretlendirmede başarısız olmuştu. Musevi dini birçok yanlışta bulunmuştu — felsefe bakımından yetersiz ve estetik niteliklerden neredeyse tamamen yoksundu; ancak o, ahlaki değerleri muhafaza etmişti; bu nedenle varlığını sürdürmüştü. İlahiyat’ın diğer kavramsallaşmalarıyla kıyaslandığında yüce Yahveh; sınırları belirgin, keskin, kişisel ve ahlakiydi. 97:10.5 (1076.2) As a nation the Jews eventually lost their political identity, but the Hebrew religion of sincere belief in the one and universal God continues to live in the hearts of the scattered exiles. And this religion survives because it has effectively functioned to conserve the highest values of its followers. The Jewish religion did preserve the ideals of a people, but it failed to foster progress and encourage philosophic creative discovery in the realms of truth. The Jewish religion had many faults—it was deficient in philosophy and almost devoid of aesthetic qualities—but it did conserve moral values; therefore it persisted. The supreme Yahweh, as compared with other concepts of Deity, was clear-cut, vivid, personal, and moral.
97:10.6 (1076.3) Museviler, az sayıdaki topluluğun duyumsamış olduğu gibi, adaleti, bilgeliği, gerçekliği ve doğruluğu derinden sevmişlerdi; ancak onlar, bu kutsal niteliklerin ussal kavranışına ve ruhsal anlaşılmasına tüm topluluklar içinde en az katkıda bulunmuşlardı. Her ne kadar Musevi din-kuramı genişlemeyi reddetmiş olsa da, Hristiyanlık ve Muhammed takipçilerinin inancı olarak diğer iki dünya dininin gelişiminde önemli bir rol oynadı. 97:10.6 (1076.3) The Jews loved justice, wisdom, truth, and righteousness as have few peoples, but they contributed least of all peoples to the intellectual comprehension and to the spiritual understanding of these divine qualities. Though Hebrew theology refused to expand, it played an important part in the development of two other world religions, Christianity and Mohammedanism.
97:10.7 (1076.4) Musevi dini aynı zamanda, kurumları nedeniyle varlığını sürdürdü. Birbirinden ayrışmış bireylerin özel ibadeti olarak varlığını sürdürmek din için zordur. Bu durum, dini önderlerin en başından beri hatası olmuştur: Kurumlaştırılmış dinin kötülüklerini görerek onlar, toplumsal faaliyet yönetimini ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Ayinlerin hepsini yok etmek yerine onlarda köklü değişikliğe giderlerse daha iyi yapmış olurlar. Bu açıdan Ezekiel, çağdaşlarından daha bilgeydi; her ne kadar, kişisel düzeydeki ahlaki sorumlulukta ısrar etmede onlara katılmışsa da, üstün ve arındırılmış bir ayinin sadık uygulamasını birinci elden yapmaya başlamıştı. 97:10.7 (1076.4) The Jewish religion persisted also because of its institutions. It is difficult for religion to survive as the private practice of isolated individuals. This has ever been the error of the religious leaders: Seeing the evils of institutionalized religion, they seek to destroy the technique of group functioning. In place of destroying all ritual, they would do better to reform it. In this respect Ezekiel was wiser than his contemporaries; though he joined with them in insisting on personal moral responsibility, he also set about to establish the faithful observance of a superior and purified ritual.
97:10.8 (1076.5) Ve böylece İsrail’in birbirlerini takip eden önderleri, Urantia üzerinde din evrimi içinde bu döneme kadar yerine getirilmiş en büyük mahareti gerçekleştirmişlerdi: bu; şiddetli bir biçimde patlayan Sina volkanının kıskanç ve acımasız ruhaniyeti olan yabansı kötü ruh Yahveh’e ait barbarsı kavramsallaşmanın, her şeyin Yaratanı ve tüm insanlığın sevgi dolu ve bağışlayıcı Yaratıcısı olan yüce Yahveh’in daha sonraki yüceltilmiş ve ulvi kavramsallaşmasına olan kademeli ancak sürekli olan dönüşümdür. Ve Tanrı’nın bu İbrani kavramsallaşması; Nebadon’un Mikâil’i olan, onun Evladı’nın kişisel öğretileriyle ve yaşam örneğiyle daha fazla genişlediği ve oldukça seçkin bir biçimde güçlendiği vakte kadar, Kainatın Yaratıcısı’na dair en yüksek insan tahayyülüydü. 97:10.8 (1076.5) And thus the successive teachers of Israel accomplished the greatest feat in the evolution of religion ever to be effected on Urantia: the gradual but continuous transformation of the barbaric concept of the savage demon Yahweh, the jealous and cruel spirit god of the fulminating Sinai volcano, to the later exalted and supernal concept of the supreme Yahweh, creator of all things and the loving and merciful Father of all mankind. And this Hebraic concept of God was the highest human visualization of the Universal Father up to that time when it was further enlarged and so exquisitely amplified by the personal teachings and life example of his Son, Michael of Nebadon.
97:10.9 (1076.6) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.] 97:10.9 (1076.6) [Presented by a Melchizedek of Nebadon.]