143. Makale Paper 143
Samarya’dan Geçiş Going Through Samaria
143:0.1 (1607.1) M.S. 27 YILINDA, Haziran ayının sonunda, Musevi dini yöneticilerinin artan karşıtlığı nedeniyle, İsa ve on ikili, Bethani’de Lazarus’un evinde tutulması için çadırlarını ve oldukça mütevazı kişisel eşyalarını gönderdikten sonra, Kudüs’den ayrılmıştı. Kuzey’e Samarya’ya giden bir doğrultuda, onlar, Bethel’de Şabatı geçirmek için durdular. Burada onlar, Gofna ve İbrahim’den gelmiş olan insan topluluklarına yedi gün boyunca duyuruda bulundular. Arimathealı ve Tahamnalı vatandaşlardan olan bir topluluk, köylerine ziyarete İsa’yı davet etmek için gelmişlerdi. Üstün ve havarileri, çoğunun krallığın iyi haberlerini duymak için tam da Antipatris kadar uzak bir yerden geldiği, bu bölgenin Musevi ve Samirileri’ne iki haftadan daha uzun bir süre öğretimde bulunarak geçirmişlerdi. 143:0.1 (1607.1) AT THE end of June, a.d. 27, because of the increasing opposition of the Jewish religious rulers, Jesus and the twelve departed from Jerusalem, after sending their tents and meager personal effects to be stored at the home of Lazarus at Bethany. Going north into Samaria, they tarried over the Sabbath at Bethel. Here they preached for several days to the people who came from Gophna and Ephraim. A group of citizens from Arimathea and Thamna came over to invite Jesus to visit their villages. The Master and his apostles spent more than two weeks teaching the Jews and Samaritans of this region, many of whom came from as far as Antipatris to hear the good news of the kingdom.
143:0.2 (1607.2) Güney Samarya’nın insanları İsa’yı memnuniyetle dinlemişlerdi; ve, havariler, Yudas İskarot’un dışında, Samiriler’e karşı olan önyargılarının büyük bir kısmını aşmışlardı. Yudas için bu Samirileri derinden sevmek oldukça zordu. Haziran ayının son haftası İsa ve onun birliktelikleri, Ürdün vadisi yakınındaki Faselis ve Arçelis ismindeki yeni Yunan şehirleri için ayrılmaya hazırdılar. 143:0.2 (1607.2) The people of southern Samaria heard Jesus gladly, and the apostles, with the exception of Judas Iscariot, succeeded in overcoming much of their prejudice against the Samaritans. It was very difficult for Judas to love these Samaritans. The last week of July Jesus and his associates made ready to depart for the new Greek cities of Phasaelis and Archelais near the Jordan.
1. Arçelis’deki Duyuru ^top 1. Preaching at Archelais ^top
143:1.1 (1607.3) Ağustos ayının ilk yarısı havarisel kafile, ana merkezlerini; Yunanlılar, Romalılar ve Suriyeliler olarak — Musevi-olmayanların neredeyse tamamen ayrıcalıklı topluluklarına, zira çok az sayıda Musevi bu iki Yunan kasabasında ikamet etmekteydi, duyuruda bulunmanın ilk deneyimine sahip oldukları yer olan Arçelis ve Faselis ismindeki Yunan şehirlerinde kurmuşlardı. Bu Roma vatandaşları ile bulundukları iletişimde, havariler, gelmekte olan krallığın iletisinin duyurusunda yeni zorluklar ile karşılaşmış olup, İsa’nın öğretilerine olan yeni itirazlarla yüzleşmişlerdi. Havariler ile gerçekleştirmiş olduğu birçok akşam konuşmasının birinde, İsa; on ikili, kişisel emeklerini birebir verdikleri kişilerle olan deneyimlerini tekrar anlatırken, bu kişilerin krallığın duyurusuna olan itirazlarını dikkatle dinlemişti. 143:1.1 (1607.3) The first half of the month of August the apostolic party made its headquarters at the Greek cities of Archelais and Phasaelis, where they had their first experience preaching to well-nigh exclusive gatherings of gentiles—Greeks, Romans, and Syrians—for few Jews dwelt in these two Greek towns. In contacting with these Roman citizens, the apostles encountered new difficulties in the proclamation of the message of the coming kingdom, and they met with new objections to the teachings of Jesus. At one of the many evening conferences with his apostles, Jesus listened attentively to these objections to the gospel of the kingdom as the twelve repeated their experiences with the subjects of their personal labors.
143:1.2 (1607.4) Filip’in sormuş olduğu bir soru, yaşamış oldukları zorluğun tipik bir örneğiydi. Şöyle söylemişti Filip: “Üstünümüz, bu Yunanlılar ve Romalılar, bu türden öğretilerin yalnızca zayıflara ve kölelere göre olduğunu söyleyen bir biçimde, iletimizi hafife alıyorlar. Onlar, dinsiz gibi görülen inanışın bizlerin öğretisinden daha üst düzeyde bulunduğunu, çünkü bu inanışın, güçlü, kuvvetli ve girişken bir karakterin elde edilişine ilham kaynağı olduğunu öne sürüyorlar. Onlar kendilerinden fazlasıyla emin bir biçimde; bizlerin tüm insanları, yeryüzü üzerinden yakın bir süre sonra yok olacak durağan itirazda-bulunmayanların zayıf düşürülmüş türleri haline dönüştüreceğimizi düşünüyorlar. Onlar senden hoşlanıyorlar, Üstünümüz, ve senin öğretinin cennetsel ve ideal olduğunu amasız kabul ediyorlar; ancak, onlar bizleri ciddiye almıyorlar. Onlar güçlü bir biçimde, senin dininin bu dünya için olmadığını öne sürüyorlar; insanların senin öğrettiğin gibi yaşayamayacağını. Ve, şimdi, Üstünümüz, bizler bu Musevi-olmayanlara ne demeliyiz?” 143:1.2 (1607.4) A question asked by Philip was typical of their difficulties. Said Philip: “Master, these Greeks and Romans make light of our message, saying that such teachings are fit for only weaklings and slaves. They assert that the religion of the heathen is superior to our teaching because it inspires to the acquirement of a strong, robust, and aggressive character. They affirm that we would convert all men into enfeebled specimens of passive nonresisters who would soon perish from the face of the earth. They like you, Master, and freely admit that your teaching is heavenly and ideal, but they will not take us seriously. They assert that your religion is not for this world; that men cannot live as you teach. And now, Master, what shall we say to these gentiles?”
143:1.3 (1607.5) Tomas, Nathanyel, Şimon Zelotes ve Matta tarafından sunulmuş olan krallığın müjdesine karşı benzer itirazları duyduktan sonra, İsa on ikiliye şunları söylemişti: 143:1.3 (1607.5) After Jesus had heard similar objections to the gospel of the kingdom presented by Thomas, Nathaniel, Simon Zelotes, and Matthew, he said to the twelve:
143:1.4 (1608.1) “Ben bu dünyaya, Babamın iradesini gerçekleştirmek ve onun sevgi dolu karakterini tüm insanlık için açığa çıkarmak için geldim. Bu, benim kardeşlerim, benim görevimdir. Ve, bu, bu günün veya başka bir neslin Musevileri veya Musevi-olmayanları tarafından öğretilerimin yanlış anlaşılmasına rağmen, yapacak olduğum tek şeydir. Ancak, sizler, kutsal derin sevginin bile kendine ait çetin takipçilere sahip olduğu gerçeğini gözden kaçırmamalısınız. Bir babanın evladı için olan derin sevgisi, birçok kez babayı, düşüncesiz doğumunun bilgece olmayan eylemlerini sınırlamaya itmektedir. Evlat her zaman, babanın sınırlandırıcı disiplinine ait bilge ve sevgi dolu güdüleri kavramamaktadır. Ancak, ben sizlere şunu duyuruyorum, Cennet içindeki Babam, kâinat âlemlerinin tümünün âlemini sevgisinin zorlayıcı gücü ile yönetmektedir. Derin sevgi, tüm ruhaniyet gerçekliklerinin en büyüğüdür. Gerçeklik, özgürleştirici bir açığa çıkarılıştır; ancak, sevgi, olası en yüce ilişkidir. Ve, akran insanlarınız bugünün dünya idaresinde hangi hatalarda bulunursa bulunsunlar, gelecek çağ içerisinde sizlere duyurmakta olduğun bu müjde tam da bu dünyayı yönetecektir. İnsan ilerleyişinin nihai amacı, Tanrı’nın babalığının saygı dolu bir biçimde tanınması ve insanlığın kardeşliğinin sevgi dolu bir biçimde gerçekleştirilişidir. 143:1.4 (1608.1) “I have come into this world to do the will of my Father and to reveal his loving character to all mankind. That, my brethren, is my mission. And this one thing I will do, regardless of the misunderstanding of my teachings by Jews or gentiles of this day or of another generation. But you should not overlook the fact that even divine love has its severe disciplines. A father’s love for his son oftentimes impels the father to restrain the unwise acts of his thoughtless offspring. The child does not always comprehend the wise and loving motives of the father’s restraining discipline. But I declare to you that my Father in Paradise does rule a universe of universes by the compelling power of his love. Love is the greatest of all spirit realities. Truth is a liberating revelation, but love is the supreme relationship. And no matter what blunders your fellow men make in their world management of today, in an age to come the gospel which I declare to you will rule this very world. The ultimate goal of human progress is the reverent recognition of the fatherhood of God and the loving materialization of the brotherhood of man.
143:1.5 (1608.2) “Ancak, kim size, müjdemin yalnızca köleler ve düşkünler için amaçlanmış olduğunu söyledi? Sizler, benim seçilmiş havarilerim, düşkünlere benziyor musunuz? Yahya düşkün biri gibi mi duruyor? Benim, korku tarafından köleleşmiş olduğumu mu gözlemliyorsunuz? Gerçektir, bu neslin fakirleri ve ezilmişleri kendilerine duyurulmuş olan müjdeye sahiptir. Bu dünyanın dinleri fakirleri görmezden gelmiştir; ancak, benim Babam kişileri ayırt etmez. Bunun yanı sıra, bu günün fakirleri, tövbe çağrısına ve evlatlığın kabulüne ilk kulak verenlerdir. Krallığın müjdesi; Musevi Musevi-olmayan, Yunanlı Romalı, zengin fakir, özgür esir olarak — insanların tümüne, ve, genç yaşlı, erkek kadın herkese eşit bir biçimde duyurulacaktır. 143:1.5 (1608.2) “But who told you that my gospel was intended only for slaves and weaklings? Do you, my chosen apostles, resemble weaklings? Did John look like a weakling? Do you observe that I am enslaved by fear? True, the poor and oppressed of this generation have the gospel preached to them. The religions of this world have neglected the poor, but my Father is no respecter of persons. Besides, the poor of this day are the first to heed the call to repentance and acceptance of sonship. The gospel of the kingdom is to be preached to all men—Jew and gentile, Greek and Roman, rich and poor, free and bond—and equally to young and old, male and female.
143:1.6 (1608.3) “Babamın derin sevginin bir Tanrısı olması ve bağışlamayı gerçekleştirmekten büyük haz duyması, nihai bir biçimde, krallığın hizmetinin yeknesak bir kolaycılıkta olacağı anlamını yaratmamaktadır. Cennet yükselişi, ebediyetin çetin kazanımı olarak, tüm zamanların en yüce serüvenidir. Yeryüzü üzerinde krallığın hizmeti, sizlerin ve sizlerle beraber çalışanların bir parçası olabilmeye yetkin olduğunuz, tüm cesur insanlığı çağıracaktır. Sizlerin çoğunuz, bu krallığın müjdesine sadakatiniz için ölümle cezalandırılacaksınız. Cesaretinizin, savaşan yoldaşlarınızın mevcudiyetiyle güçlendiği yer olan fiziksel savaş hattında ölmek kolaydır; ancak, yaşamınızı sakin bir biçimde ve tek başınıza, ölümlü kalbiniz içinde kutsal bir yere gelmiş olan bir gerçekliğin derin sevgisi için yere sermek insan cesareti ve adanmışlığının daha yüksek ve daha derin bir türünü gerektirmektedir. 143:1.6 (1608.3) “Because my Father is a God of love and delights in the practice of mercy, do not imbibe the idea that the service of the kingdom is to be one of monotonous ease. The Paradise ascent is the supreme adventure of all time, the rugged achievement of eternity. The service of the kingdom on earth will call for all the courageous manhood that you and your coworkers can muster. Many of you will be put to death for your loyalty to the gospel of this kingdom. It is easy to die in the line of physical battle when your courage is strengthened by the presence of your fighting comrades, but it requires a higher and more profound form of human courage and devotion calmly and all alone to lay down your life for the love of a truth enshrined in your mortal heart.
143:1.7 (1608.4) “Bugün inanmayanlar, itirazsız bir müjdeyi duyurmakta ve şiddetsiz bir yaşamı yaşamakta olduğunuzu söyleyerek, sizlere sataşabilir; ancak, sizler, bu öğretilere olan kahramanca adanmışlıklarıyla tüm insanlığı hayretler içinde bırakacak olan bu krallığın müjdesinin içten inananlarına ait uzun listenin ilk gönüllülerisinizdir. Dünyanın hiçbir ordusu, şimdiye kadar hiçbir kez; Tanrı’nın babalığı ve insanların kardeşliği olarak — tüm dünyaya iyi haberleri duyuran bir biçimde yola çıkacak sizler ve sizlerin sadık varisleriniz tarafından sergilenecek olan cesaret ve gözü pekliği göstermemiştir. Bedenin cesareti, gözü pekliğin en alt düzeyidir. Akılsal gözü peklik, daha yüksek bir insan cesaretidir; ancak, en yüksek ve en yüce olan, derin ruhsal gerçekliklere ait aydınlanmış yargılara duyulan tavizsiz bağlılıktır. Ve, bu türden cesaret, Tanrı-bilen insanın kahramanlığını oluşturmaktadır. Ve, hepiniz, Tanrı’yı bilen insanlarsınız; sizler en gerçek haliyle, İnsan Evladı’nın kişisel birlikteliklerisiniz.” 143:1.7 (1608.4) “Today, the unbelievers may taunt you with preaching a gospel of nonresistance and with living lives of nonviolence, but you are the first volunteers of a long line of sincere believers in the gospel of this kingdom who will astonish all mankind by their heroic devotion to these teachings. No armies of the world have ever displayed more courage and bravery than will be portrayed by you and your loyal successors who shall go forth to all the world proclaiming the good news—the fatherhood of God and the brotherhood of men. The courage of the flesh is the lowest form of bravery. Mind bravery is a higher type of human courage, but the highest and supreme is uncompromising loyalty to the enlightened convictions of profound spiritual realities. And such courage constitutes the heroism of the God-knowing man. And you are all God-knowing men; you are in very truth the personal associates of the Son of Man.”
143:1.8 (1608.5) Bu, İsa’nın bu seferde dile getirmiş olduğu her şey değildi; ancak, onun konuşmasının giriş kısmıydı ve, o konuşmasına, bu resmi nitelikteki duyuruyu açmak ve örneklendirmek için uzunca bir süre devam etmişti. Bu konuşma, İsa’nın on ikiliye yöneltmiş olduğu en tutkulu hitaplardan bir tanesiydi. Nadiren Üstün havarilerine gözle görülür nitelikteki güçlü duygular ile konuşurdu; ancak, bu, dikkate değer düzeydeki duyguların eşlik etmiş olduğu, çok bariz görülen içtenlikle gerçekleştirdiği birkaç az konuşmadan bir tanesiydi. 143:1.8 (1608.5) This was not all that Jesus said on that occasion, but it is the introduction of his address, and he went on at great length in amplification and in illustration of this pronouncement. This was one of the most impassioned addresses which Jesus ever delivered to the twelve. Seldom did the Master speak to his apostles with evident strong feeling, but this was one of those few occasions when he spoke with manifest earnestness, accompanied by marked emotion.
143:1.9 (1609.1) Havarilerin kamu duyurusu ve kişisel hizmetinin sonuçları derhal ortaya çıkmıştı bahse konu günden itibaren onların iletisi, cesaretin egemen olduğu yeni bir bütünlüğü içermekteydi. On ikili, krallığın yeni müjdesi içinde olumlu girişkenlik ruhaniyetini elde etmeye devam etmişti. Bu günden itibaren, onlar kendilerini, yasaklayıcı erdemleri duyurmakla ve Üstün’ün birçok anlamı beraberinde taşımış olan pasifliğin emirleri öğretisiyle eskisi kadar meşgul kılmadılar. 143:1.9 (1609.1) The result upon the public preaching and personal ministry of the apostles was immediate; from that very day their message took on a new note of courageous dominance. The twelve continued to acquire the spirit of positive aggression in the new gospel of the kingdom. From this day forward they did not occupy themselves so much with the preaching of the negative virtues and the passive injunctions of their Master’s many-sided teaching.
2. Benlik Üzerindeki Üstünlüğe Dair Ders ^top 2. Lesson on Self-Mastery ^top
143:2.1 (1609.2) Üstün, insansı öz-denetimin kusursuz hale gelmiş bir örneğiydi. Kendisine çok kötü davranıldığında, karşı tarafa aynı hisleri beslememişti; acı çektiğinde, kendisine acı çektirenlere hiçbir tehdidi savurmamıştı düşmanları tarafından kınandığında, o sadece kendisini, cennet içindeki Babasının doğru yargısına adamıştı. 143:2.1 (1609.2) The Master was a perfected specimen of human self-control. When he was reviled, he reviled not; when he suffered, he uttered no threats against his tormentors; when he was denounced by his enemies, he simply committed himself to the righteous judgment of the Father in heaven.
143:2.2 (1609.3) Akşam konuşmalarının bir tanesinde, Andreas İsa’ya şu soruyu sormuştu: “Üstünümüz, Yahya’nın bizlere öğretmiş olduğu gibi arzularımızı dışlamayı mı yerine getireceğiz, yoksa, senin öğretimin olan öz denetimi mi amaçlayacağız? Hangi bakımdan senin öğretin Yahya’nınkinden farklılık göstermektedir?” İsa şu cevabı vermişti: “Yahya gerçekten de sizlere, atalarının ışığı ve kanunu uyarınca doğruluğun yolunu öğretmişti, ve bu, bireyin kendisini sürekli denetleyici ve arzularını dışlayıcı dindi. Ancak, ben size, benliğin unutuluşunun ve benliğin denetiminin yeni bir iletisiyle gelmekteyim. Ben sizlere, bana cennet içindeki Babam tarafından açığa çıkarılmış olan yaşam biçimini göstermekteyim. 143:2.2 (1609.3) At one of the evening conferences, Andrew asked Jesus: “Master, are we to practice self-denial as John taught us, or are we to strive for the self-control of your teaching? Wherein does your teaching differ from that of John?” Jesus answered: “John indeed taught you the way of righteousness in accordance with the light and laws of his fathers, and that was the religion of self-examination and self-denial. But I come with a new message of self-forgetfulness and self-control. I show to you the way of life as revealed to me by my Father in heaven.
143:2.3 (1609.4) “Gerçekten de, gerçekten de, sizlere söylüyorum ki, kendi öz benliğini yöneten kişi, bir şehri ele geçirenden daha büyük bir kişidir. Bireyin kendisi üzerindeki üstünlük, bir insanın ahlaki doğasının ölçüsü ve onun ruhsal gelişiminin göstergesidir. Eski düzen içinde, sizler oruç tuttunuz ve dua ettiniz; ruhaniyetin yeniden doğumuna ait yeni yaratılmış olarak, sizlere inanmak ve derin neşe duymak öğretilmiştir. Babanın krallığında, sizler yeni yaratılmış haline geleceksiniz; eski şeyler hükmünü yitirecektir; bakın, ben size her şeyin nasıl yeni haline geleceğini göstermekteyim. Birbirinize duymuş olduğunuz sevginiz vasıtasıyla, sizler dünyayı, ölümden sonsuza kadar sürecek yaşama olan bir biçimde, esaretten özgürlüğe geçmiş olduğunuza ikna edeceksiniz. 143:2.3 (1609.4) “Verily, verily, I say to you, he who rules his own self is greater than he who captures a city. Self-mastery is the measure of man’s moral nature and the indicator of his spiritual development. In the old order you fasted and prayed; as the new creature of the rebirth of the spirit, you are taught to believe and rejoice. In the Father’s kingdom you are to become new creatures; old things are to pass away; behold I show you how all things are to become new. And by your love for one another you are to convince the world that you have passed from bondage to liberty, from death into life everlasting.
143:2.4 (1609.5) “Eskinin yoluyla sizler, yaşamın kuralları içinde kalmayı, onlara uymayı ve tabi olmayı amaçladınız; yeni yolla sizler, ilk önce Gerçekliğin Ruhaniyeti tarafından dönüşmüş hale bulunursunuz; ve, böylece, aklınızın sürekli olarak ruhsal yenilenişi ile içsel ruhunuzda güçlenirsiniz; ve, bunun sonucu olarak sizler, Tanrı’nın şükran sahibi, tatmin edici ve kusursuz iradesini belirli bir biçimde ve neşeli bir şekilde yerine getirme gücüne sahip hale gelirsiniz. Unutmayın — sizlerin kutsal doğanın bir parçası haline gelmenizi teminat altına alan şey, Tanrı’nın çok fazlasıyla muhteşem ve kıymetli vaatlerine olan kişisel inancınızdır. Böylece, inancınız ve ruhaniyetin dönüşümü vasıtasıyla sizler, gerçek bir biçimde Tanrı’nın mabetleri haline gelirsiniz; ve, onun ruhaniyeti mevcut bir halde sizler içinde ikamet etmektedir. İşte, ruhaniyet sizler içinde ikamet ediyorsa, sizler artık bedenin köleleri değil, ruhaniyetin özgür ve özgürleştirilmiş evlatlarısınız. Ruhaniyetin yeni yasası sizlere; korkuyla bireyin kendisini köleleştirmesinden ve bu kölelikle kendi arzularını reddedişinden meydana gelen eski kanunun yerine, bireyin kendisi üzerindeki üstünlüğünün özgürlüğünü bahşedecektir. 143:2.4 (1609.5) “By the old way you seek to suppress, obey, and conform to the rules of living; by the new way you are first transformed by the Spirit of Truth and thereby strengthened in your inner soul by the constant spiritual renewing of your mind, and so are you endowed with the power of the certain and joyous performance of the gracious, acceptable, and perfect will of God. Forget not—it is your personal faith in the exceedingly great and precious promises of God that ensures your becoming partakers of the divine nature. Thus by your faith and the spirit’s transformation, you become in reality the temples of God, and his spirit actually dwells within you. If, then, the spirit dwells within you, you are no longer bondslaves of the flesh but free and liberated sons of the spirit. The new law of the spirit endows you with the liberty of self-mastery in place of the old law of the fear of self-bondage and the slavery of self-denial.
143:2.5 (1609.6) “Birçok sefer, kötü olanı yaptığınızda, eylemlerinizi kötü olanın etkisine bağlamayı düşünegeldiniz, ancak gerçekte sizler yalnızca, doğru yolunuzdan kendinizin doğal eğilimleri tarafından ayrıldınız. Tanrı-elçisi Yeremya uzunca bir süre önce sizlere, insan kalbinin her şeyden önce ve onların üstünde aldatıcı olduğunu ve hatta onun zaman zaman iflah olmaz bir biçimde ahlaktan yoksun bulunduğunu söylemedi mi? Kendi kendinizi aldatır hale gelip, böylece budalaca korkulara, sınır getirilmemiş her türlü arzuya, köleleştirici tutkulara, başkalarına zarar vermek isteyen düşüncelere, kıskançlığa ve hatta intikam alıcı kine bile düşmek sizler için ne kadar da kolaydır! 143:2.5 (1609.6) “Many times, when you have done evil, you have thought to charge up your acts to the influence of the evil one when in reality you have but been led astray by your own natural tendencies. Did not the Prophet Jeremiah long ago tell you that the human heart is deceitful above all things and sometimes even desperately wicked? How easy for you to become self-deceived and thereby fall into foolish fears, divers lusts, enslaving pleasures, malice, envy, and even vengeful hatred!
143:2.6 (1610.1) “Kurtuluş ruhaniyetle gelen yenilenme ile sağlanır, beden içindeki benliğin doğruluk olarak gördüğü şeyleri sürekli olarak yerine getirmesiyle değil. Sizler inancınızla aklanıp, sahip olduğunuz şükranla ortak beraberliğe erişirsiniz; korkuyla ve bireyin kendi bedeni reddedişiyle değil, her ne kadar ruhaniyetten doğmuş olan Yaratıcı’nın çocukları her zaman ve sürekli olarak benliğin ve beden arzuları ile ilgili ne varsa her şeyin üstünleri olsa da. Sizler, sahip olduğunuz inanç ile kurtuluşa eriştirilmiş olduğunuzu bildiğinizde, Tanrı ile olan ilişkiniz gerçek bir huzura kavuşur. Ve, bu cennetsel huzurun yolunda takip eden herkes, ebedi Tanrı’nın sürekli gelişmekte olan evlatlarının ebedi hizmetiyle kutsanma nihai sonuna sahiptirler. Bundan böyle, Tanrı’nın derin sevgisi içinde kusursuzluğun arayışı içindeyken aklın ve bedenin tüm kötülüklerinden kendinizi arındırmanız bir görev değil, sizlere verilmiş olan yüceltilmiş bir ayrıcalık haline gelir. 143:2.6 (1610.1) “Salvation is by the regeneration of the spirit and not by the self-righteous deeds of the flesh. You are justified by faith and fellowshipped by grace, not by fear and the self-denial of the flesh, albeit the Father’s children who have been born of the spirit are ever and always masters of the self and all that pertains to the desires of the flesh. When you know that you are saved by faith, you have real peace with God. And all who follow in the way of this heavenly peace are destined to be sanctified to the eternal service of the ever-advancing sons of the eternal God. Henceforth, it is not a duty but rather your exalted privilege to cleanse yourselves from all evils of mind and body while you seek for perfection in the love of God.
143:2.7 (1610.2) “Sizlerin evlatlığı inanç temeline dayanmaktadır; ve, sizler, korku tarafından etkilenmeyecek bir bütünlüğe sahip olur hale geleceksiniz. Sizlerin neşesi, kutsal söze olan inançtan doğmaktadır; ve, sizler bu nedenle, Baba’nın derin sevgisinin ve merhametinin gerçekliğinden kuşku duymaya sürüklenmemelisiniz. İnsanları gerçek ve içten tövbeye yönlendiren şey Tanrı’nın tam da bu, iyi oluşudur. Benlik üzerindeki üstünlüğünüzün sırrı, sürekli olarak derin sevgi tarafından faaliyet gösterir halde bulunan, ikamet eden ruhaniyete duyduğunuz inancınız ile yakından ilişkilidir. Bu kurtarıcı inanca bile sizler kendinizden sahip değilsiniz; o aynı zamanda Tanrı’nın hediyesidir. Ve, eğer sizler bu yaşayan inancın çocukları olursanız, artık benliğin köleleri değil, bunun yerine Tanrı’nın özgürleştirilmiş evlatları olarak kendinizin utgun üstünleri haline gelirsiniz. 143:2.7 (1610.2) “Your sonship is grounded in faith, and you are to remain unmoved by fear. Your joy is born of trust in the divine word, and you shall not therefore be led to doubt the reality of the Father’s love and mercy. It is the very goodness of God that leads men into true and genuine repentance. Your secret of the mastery of self is bound up with your faith in the indwelling spirit, which ever works by love. Even this saving faith you have not of yourselves; it also is the gift of God. And if you are the children of this living faith, you are no longer the bondslaves of self but rather the triumphant masters of yourselves, the liberated sons of God.
143:2.8 (1610.3) “Bunun sonucunda, benim çocuklarım, eğer ruhaniyetten doğmuş olursanız, benlik reddinden meydana gelen bir yaşamın bilinçli esaretinden ve bedenin arzuları üzerindeki sürekli gözetimde bulunmaktan sonsuza kadar kurtulursunuz; ve, sizler, günlük yaşamlarınızda ruhaniyetin meyvelerini kendiliğinden göstereceğiniz kaynak olan ruhaniyete ait neşeli krallığa aktarılmış olursunuz; ve, ruhaniyetin meyveleri, keyif veren ve soylulaştıran öz denetimin en yüksek türünün, ve hatta — benlik üzerindeki gerçek üstünlük olarak — dünyasal ahlaki erişimin en yüksek düzeylerinin özüdür.” 143:2.8 (1610.3) “If, then, my children, you are born of the spirit, you are forever delivered from the self-conscious bondage of a life of self-denial and watchcare over the desires of the flesh, and you are translated into the joyous kingdom of the spirit, whence you spontaneously show forth the fruits of the spirit in your daily lives; and the fruits of the spirit are the essence of the highest type of enjoyable and ennobling self-control, even the heights of terrestrial mortal attainment—true self-mastery.”
3. İlginin Dağılımı ve Dinlenme ^top 3. Diversion and Relaxation ^top
143:3.1 (1610.4) Yaklaşık olarak bu zaman zarfında, havariler ve onların doğrudan takipçi birliktelikleri arasında büyük bir endişeli ve duygusal gerilim hali ortaya çıkmıştı. Onlar neredeyse hiçbir biçimde, beraber yaşamaya ve çalışmaya alışamamışlardı. Onlar, Yahya’nın takipçileri ile uyumlu ilişkileri sağlamada artış gösteren zorlukları deneyimlemekteydiler. Musevi-olmayanlar ve Samiriler ile olan iletişim, bu Museviler için büyük bir sınav olmuştu. Ve, tüm bunların yanı sıra, İsa’nın yakın zaman içinde söylemiş oldukları şeyler, onların kafalarındaki huzursuzlukları çoğaltmıştı. Andreas neredeyse her durumda aklıselim halde kalmıştı o, bir sonraki aşamada neyin yapılması gerektiğini bilmemekte olup, bu nedenle sorunları ve kafa karışıklıkları için Üstün’e gitmişti. İsa havarisel başın yaşamakta olduğu sorunları duyduğunda, şunu söyledi: “Andreas, insanlar birbiriyle bu düzeyde tartışır düzeye geldiğinde ve birçok kişinin güçlü duyguları söz konusu olduğunda, onların yaşamış oldukları kafa karışıklıkları konuşarak çözülemez. Ben, senin benden talep etmekte olduğun şeyi yerine getiremem — ben, bu kişisel nitelikli toplumsal sorunlara karışmayacağım; ancak, ben, üç günlük bir dinlenme ve rahatlama döneminin keyifle deneyimlenişinde sana katılacağım. Kardeşlerine git ve onlara; hepinizin, bir veya iki gün için dinlenmeyi arzu ettiğim yer olan Sartaba Dağı’na dağına benimle bir çıkacaklarını söyle. 143:3.1 (1610.4) About this time a state of great nervous and emotional tension developed among the apostles and their immediate disciple associates. They had hardly become accustomed to living and working together. They were experiencing increasing difficulties in maintaining harmonious relations with John’s disciples. The contact with the gentiles and the Samaritans was a great trial to these Jews. And besides all this, the recent utterances of Jesus had augmented their disturbed state of mind. Andrew was almost beside himself; he did not know what next to do, and so he went to the Master with his problems and perplexities. When Jesus had listened to the apostolic chief relate his troubles, he said: “Andrew, you cannot talk men out of their perplexities when they reach such a stage of involvement, and when so many persons with strong feelings are concerned. I cannot do what you ask of me—I will not participate in these personal social difficulties—but I will join you in the enjoyment of a three-day period of rest and relaxation. Go to your brethren and announce that all of you are to go with me up on Mount Sartaba, where I desire to rest for a day or two.
143:3.2 (1610.5) “Şimdi on iki kardeşinin her birine gidip, şunları söyleyen bir biçimde, onlarla kişisel olarak konuşmalısın: ‘Üstünümüz, bir süreliğine dinlenmek ve rahatlamak için bizlerin kendisiyle birlikte ayrılmasını arzu ediyor. Hepimiz yakın bir zaman içinde ruhaniyete ait gerginlikleri ve akla ait sıkıntıları deneyimlediğimiz için, bu tatil boyunca zorluklarımıza ve sorunlara dair hiçbir bahsin geçmemesini öneriyorum. Bu hususta benimle iş birliği yapacağınıza dair size güvenebilir miyim?’ Bu şekilde, özel ve kişisel bir biçimde her bir kardeşinle iletişim kur.” Ve, Andreas, Üstün’ün kendisine yönergesini vermiş olduğu gibi yapmıştı.” 143:3.2 (1610.5) “Now you should go to each of your eleven brethren and talk with him privately, saying: ‘The Master desires that we go apart with him for a season to rest and relax. Since we all have recently experienced much vexation of spirit and stress of mind, I suggest that no mention be made of our trials and troubles while on this holiday. Can I depend upon you to co-operate with me in this matter?’ In this way privately and personally approach each of your brethren.” And Andrew did as the Master had instructed him.
143:3.3 (1611.1) Bu, her birinin deneyimi bakımından muhteşem bir olaydı onlar hiçbir zaman dağa çıkış gününü unutmamıştı. Bu yolculuğun tamamı boyunca sorunlarına dair neredeyse hiçbir kelime edilmemişti. Dağın tepesine ulaşılmasıyla, şunları söylerken İsa onları etrafında oturtturmuştu: “Kardeşlerim, hepiniz dinlenmenin değerini ve rahatlamanın yararını öğrenmek zorundasınız. İç içe girmiş belirli sorunları çözmenin en iyi yönteminin, bir süre boyunca onları bir kenara atmak olduğunun farkına varmak zorundasınız. Bunun sonrasında, dinlencenizden veya ibadetinizden geri canlanmış bir şekilde döndüğünüzde, çözmek için sorunlarınıza daha açık bir zihinle ve daha kararlı bir elle yaklaşmaya yetkin hale gelirsiniz; kaldı ki daha, kendinden bir kalbe sahip olacağınızdan bahsetmiyorum. Tekrar etmek gerekirse, sizler birçok sorununuzu, aklınızı ve bedeninizi dinlendirirken sorunlarınızı hem büyüklük ve yaşamlarınızda teşkil ettiği önem bakımından küçülmüş halde bulacaksınız.” 143:3.3 (1611.1) This was a marvelous occasion in the experience of each of them; they never forgot the day going up the mountain. Throughout the entire trip hardly a word was said about their troubles. Upon reaching the top of the mountain, Jesus seated them about him while he said: “My brethren, you must all learn the value of rest and the efficacy of relaxation. You must realize that the best method of solving some entangled problems is to forsake them for a time. Then when you go back fresh from your rest or worship, you are able to attack your troubles with a clearer head and a steadier hand, not to mention a more resolute heart. Again, many times your problem is found to have shrunk in size and proportions while you have been resting your mind and body.”
143:3.4 (1611.2) Ertesi gün, İsa, üzerine söyleşmek için on ikilinin her birine bir konu verdi. Bu bütün gün, anılara ve onların dini çalışmaları ile ilişkisi bulunmayan konular üzerinde konuşmaya adanmıştı. Onlar bir anlığına olsa da, öğle vakti yemekleri için İsa yemeği açtığında onun — ifadesel olarak — yiyecekler için şükür duasında bile bulunmaması karşısında şaşkınlığa düşmüşlerdi. Bu onların kendisini, bu türden resmiyetleri göz ardı eder halde ilk kez gözlemleyişleriydi. 143:3.4 (1611.2) The next day Jesus assigned to each of the twelve a topic for discussion. The whole day was devoted to reminiscences and to talking over matters not related to their religious work. They were momentarily shocked when Jesus even neglected to give thanks—verbally—when he broke bread for their noontide lunch. This was the first time they had ever observed him to neglect such formalities.
143:3.5 (1611.3) Onlar dağa çıktıklarında, Andreas’ın kafası tamamiyle sorunlar üzerineydi. Yahya kalbinde, hiç olmadığı kadar duyguları karışmış haldeydi. Yakub ruhunda oldukça ciddi bir biçimde sorunlara sahipti. Matta, onlar bu dönemde Musevi-olmayanlar arasında fazlasıyla konakladıkları için, kaynak bulmada zorluk çekmekteydi. Petrus, endişeye kapılmış halde olup, bu zamanlarda normalden daha az bir biçimde sinirine hâkim olabilmekteydi. Yudas, hassaslık ve bencilliğin dönemsel bir ziyaretinden muzdaripti. Şimon, insanın kardeşliğine olan derin sevgi ile kendisinin vatanseverliğini birleştirmedeki çabalarında her zamankinden daha çok hayal kırıklığına uğramış haldeydi. Filip, işlerin aldığı gidişattan gittikçe artan bir biçimde kafa karışıklığı duyar hale gelmişti. Nathanyel, Musevi-olmayan nüfuslarla iletişime geçtiklerinden beri daha az şakacı olmuştu, ve Tomas, ümitsizlik halinin ciddi bir döneminin ortasında bulunmaktaydı. Sadece ikizler normal ve etkilenmemiş haldeydiler. Onların tümü, Yahya’nın takipçileri ile nasıl barışçıl bir biçimde anlaşacaklarına dair fazlasıyla kafa karışıklığı içindeydiler. 143:3.5 (1611.3) When they went up the mountain, Andrew’s head was full of problems. John was inordinately perplexed in his heart. James was grievously troubled in his soul. Matthew was hard pressed for funds inasmuch as they had been sojourning among the gentiles. Peter was overwrought and had recently been more temperamental than usual. Judas was suffering from a periodic attack of sensitiveness and selfishness. Simon was unusually upset in his efforts to reconcile his patriotism with the love of the brotherhood of man. Philip was more and more nonplused by the way things were going. Nathaniel had been less humorous since they had come in contact with the gentile populations, and Thomas was in the midst of a severe season of depression. Only the twins were normal and unperturbed. All of them were exceedingly perplexed about how to get along peaceably with John’s disciples.
143:3.6 (1611.4) Dağdan aşağıya inmeye ve konakladıkları yere geri dönmeye başladıkları üçüncü gün, onlara büyük bir değişiklik gelmişti. Onlar; birçok insani kafa karışıklığının gerçekte mevcut olmadığının, birçok zorlayıcı sorunun abartılmış korkunun yaratımları ve artmış endişenin doğumu olduğunun önemli keşfinde bulundular. Onlar, tüm bu kafa karışıklarının en iyi kenara bırakılarak çözüleceğini öğrenmişlerdi; bulundukları yerden ayrılarak onlar bu tür sorunları, kendi kendilerine çözülmesine bırakmışlardı. 143:3.6 (1611.4) The third day when they started down the mountain and back to their camp, a great change had come over them. They had made the important discovery that many human perplexities are in reality nonexistent, that many pressing troubles are the creations of exaggerated fear and the offspring of augmented apprehension. They had learned that all such perplexities are best handled by being forsaken; by going off they had left such problems to solve themselves.
143:3.7 (1611.5) Onların bu tatilden dönüşleri, Yahya’nın takipçileriyle oldukça fazla iyileşmiş ilişkilerinin bir döneminin başlangıcına işaret etmektedir. On ikilinin çoğu; herkesin zihinsel halinin değişmiş olduğunu fark ettiklerinde ve yaşamın olağan sorumluluklarından üç günlük ayrılışlarının bir sonu olarak kendilerine gelmiş olan sinirsel hassasiyetten kurtuluşlarını gözlemlediklerinde, kendilerini gerçekten de neşe bırakmışlardı. Orada her zaman, insan ilişkisinin yeknesaklığının kafa karışıklıklarını çoğaltma ve sorunları büyütme tehlikesi mevcut bulunmaktadır. 143:3.7 (1611.5) Their return from this holiday marked the beginning of a period of greatly improved relations with the followers of John. Many of the twelve really gave way to mirth when they noted the changed state of everybody’s mind and observed the freedom from nervous irritability which had come to them as a result of their three days’ vacation from the routine duties of life. There is always danger that monotony of human contact will greatly multiply perplexities and magnify difficulties.
143:3.8 (1611.6) Yunan Arçelis ve Faselis şehirlerindeki Musevi-olmayanların küçük bir kısmı müjdeye inanmıştı ancak, on ikili, tamamiyle Musevi-olmayan nüfuslar ile gerçekleştirmiş oldukları ilk geniş çaplı çalışmalarından değerli bir deneyim elde etmişlerdi. Bir Pazartesi sabahı, yaklaşık olarak ayın ortasında, İsa Andreas’a şunu söyledi: “Samarya’ya gidiyoruz.” Ve, onlar derhal, Yakup’un kuyusu yakınında bulunan, Secem şehri için yola çıktılar. 143:3.8 (1611.6) Not many of the gentiles in the two Greek cities of Archelais and Phasaelis believed in the gospel, but the twelve apostles gained a valuable experience in this their first extensive work with exclusively gentile populations. On a Monday morning, about the middle of the month, Jesus said to Andrew: “We go into Samaria.” And they set out at once for the city of Sychar, near Jacob’s well.
4. Museviler ve Samiriler ^top 4. The Jews and the Samaritans ^top
143:4.1 (1612.1) Altı yüz yıldan daha fazla bir süre boyunca Yehuda’nın Musevileri, ve aynı zamanda daha sonrasında Celile’nin Musevileri de olmak üzere, Samiriler ile düşmanlık içerisindeydiler. Museviler ve Samiriler arasındaki bu kötü duygular şu şekilde açığa çıkmıştı: “M.Ö. yaklaşık olarak yedi yüzlü yıllarda Asurîlerin kralı olan Sargon, merkezi Filistin’de bir isyanı bastırırken İsrail’in kuzey krallığına ait yirmi beş binden fazla Musevi’yi sürüp ve esir edip, onların yerine Kutiler, Sefarviler ve Hamatiler’in soylarından olan neredeyse eşit sayıdaki bir nüfusu buraya konumlandırmıştı. Daha sonrasında Asurbanipal, Samarya’da yaşaması için daha da başka toplum birlikteliklerini göndermişti. 143:4.1 (1612.1) For more than six hundred years the Jews of Judea, and later on those of Galilee also, had been at enmity with the Samaritans. This ill feeling between the Jews and the Samaritans came about in this way: About seven hundred years b.c., Sargon, king of Assyria, in subduing a revolt in central Palestine, carried away and into captivity over twenty-five thousand Jews of the northern kingdom of Israel and installed in their place an almost equal number of the descendants of the Cuthites, Sepharvites, and the Hamathites. Later on, Ashurbanipal sent still other colonies to dwell in Samaria.
143:4.2 (1612.2) Museviler ve Samiriler arasındaki dini düşmanlık, Samariler’in Kudüs’ün yeniden inşasını engellemek için çaba sarf ettiği zaman zarfı olarak, Museviler’in Babil esaretinden geri döndükleri tarihten gelmektedir. Daha sonra onlar Musevileri, İskender’in ordularına dostane destekte bulunmayla incitmişlerdi. Arkadaşlıklarının karşılığı olarak İskender Samaryalılar’a, Yahveh’e ve kabilesel tanrılarına ibadet ettikleri ve Kudüs’deki mabet ayinleri düzeninin içerdiğinden çok daha fazlasını feda olarak sundukları yer olan, Gerizim Dağı üzerinde bir mabet inşa etme izni vermişti. En azından onlar bu ibadetlerine, Yahya Hurkanus’un Gerizim Dağı üzerindeki mabetlerini yıkmış olduğu, Makabiler’in zamanına kadar dahi devam etmişlerdi. İsa’nın ölümünden sonra Samaryalılar için verdiği emeklerde, Havari Filip, bu eski Samarya mabet yerleşkesinde birçok buluşmayı düzenlemişti. 143:4.2 (1612.2) The religious enmity between the Jews and the Samaritans dated from the return of the former from the Babylonian captivity, when the Samaritans worked to prevent the rebuilding of Jerusalem. Later they offended the Jews by extending friendly assistance to the armies of Alexander. In return for their friendship Alexander gave the Samaritans permission to build a temple on Mount Gerizim, where they worshiped Yahweh and their tribal gods and offered sacrifices much after the order of the temple services at Jerusalem. At least they continued this worship up to the time of the Maccabees, when John Hyrcanus destroyed their temple on Mount Gerizim. The Apostle Philip, in his labors for the Samaritans after the death of Jesus, held many meetings on the site of this old Samaritan temple.
143:4.3 (1612.3) Museviler ve Samariler arasındaki düşmanlık, atasal geleneklerden gelmekte olup tarihseldi; İskender’in döneminden beri artan bir biçimde onlar, birbirleri ile ilişki kurmamaya başladılar. On iki havari, Dekapolis ve Suriye gibi diğer Musevi-olmayan şehirlerde Yunan dilinde duyuru yapmaktan çekince duymamaktaydılar; ancak, orada, Üstün “Haydi Samarya’ya gidelim” dediği zaman, onların kendisine olan sadakati için çetin bir sınav ortaya çıkmıştı. Ancak, bir yıldan daha fazla bir süre boyunca İsa ile beraber yaşayışlarında, onun öğretilerine duydukları inançlarını ve Samiriler’e karşı duymuş oldukları önyargıları bile aşan nitelikte kişisel bağlılığın bir türünü geliştirmişlerdi. 143:4.3 (1612.3) The antagonisms between the Jews and the Samaritans were time-honored and historic; increasingly since the days of Alexander they had had no dealings with each other. The twelve apostles were not averse to preaching in the Greek and other gentile cities of the Decapolis and Syria, but it was a severe test of their loyalty to the Master when he said, “Let us go into Samaria.” But in the year and more they had been with Jesus, they had developed a form of personal loyalty which transcended even their faith in his teachings and their prejudices against the Samaritans.
5. Secemli Kadın ^top 5. The Woman of Sychar ^top
143:5.1 (1612.4) Üstün ve on ikili Yakub’un kuyusuna ulaştığı zaman, Filip Secem’den yiyecekler ve çadırlar getirmede yanına havarileri alırken, yolculuktan yorulmuş olarak İsa kuyu başında vakit geçirmişti; zira, onların bir süreliğine bu yörede kalacağı görünmekteydi. Petrus ve Zübeyde kardeşleri normalde İsa ile birlikte kalmaya devam ederlerdi; ancak, İsa, şunu söyleyen bir biçimde, onların diğer kardeşleri ile birlikte gitmesini talep etmişti: “Benim için korkmayın; bu Samiriler arkadaşçıl olacak; yalnızca bizim kardeşlerimiz olan Museviler bize zarar vermeye çalışıyor.” Ve, İsa kuyu etrafında havarilerin geri dönmesini beklemek için oturduğunda, bu yaz akşamında saat neredeyse altıydı. 143:5.1 (1612.4) When the Master and the twelve arrived at Jacob’s well, Jesus, being weary from the journey, tarried by the well while Philip took the apostles with him to assist in bringing food and tents from Sychar, for they were disposed to stay in this vicinity for a while. Peter and the Zebedee sons would have remained with Jesus, but he requested that they go with their brethren, saying: “Have no fear for me; these Samaritans will be friendly; only our brethren, the Jews, seek to harm us.” And it was almost six o’clock on this summer’s evening when Jesus sat down by the well to await the return of the apostles.
143:5.2 (1612.5) Yakup’un kuyusunun suyu Secem’in kuyularından daha az minerali barındırmaktaydı, bu nedenle içme suyu olarak daha fazla değerli görülmekteydi. İsa susamıştı, ancak kuyudan su alacak bir yol bulunmamaktaydı. Bu nedenle, Secemli bir kadın su testisi ile gelip kuyudan su çekmeye hazırlandığında, İsa ona “Bana da bir tas ver” dedi. Samaryalı bu kadın İsa’nın bir Musevi olduğunu görünüşünden ve kıyafetinden bilmiş olup, onun aksanından onun bir Celileli Musevi olduğuna dair fikir yürütmüştü. Bu kadının ismi Nalda’ydı ve o çekici bir yaratılmıştı. O, kuyu başında kendisiyle böyle konuşan ve su isteyen bir Musevi adamıyla karşılaşmaktan fazlasıyla şaşkınlık duymuştu; zira, bu zamanlarda, kendisine saygı besleyen bir insanın halk önünde bir kadın ile konuşmasının yerinde olmadığı düşünülmekteydi, kaldı ki bir Musevi’nin bir Samaryalı ile konuşması çok daha kötüydü. Bu nedenle, Nalda İsa’ya şu soruyu sormuştu: “Nasıl olur da, bir Musevi olarak sen bir Samaryalı kadın olarak benden bir tas su istersin?” İsa: “Ben gerçekten de senden bir tas su istedim; ancak, bir bilecek olsan, sen benden yaşayan suyun bir fıçısını isterdin.” Bunun sonrasında Nalda: “Ancak, Bayım, sizin çekecek hiçbir şeyiniz yok ve kuyu derin; peki siz nereden bu yaşayan suyu getireceksiniz? Sen, bizlere bu kuyuyu vermiş olan ve ondan kendisinin, evlatlarının ve sürülerinin de içmiş olduğu atamız Yakup’dan daha mı büyüksün?” 143:5.2 (1612.5) The water of Jacob’s well was less mineral than that from the wells of Sychar and was therefore much valued for drinking purposes. Jesus was thirsty, but there was no way of getting water from the well. When, therefore, a woman of Sychar came up with her water pitcher and prepared to draw from the well, Jesus said to her, “Give me a drink.” This woman of Samaria knew Jesus was a Jew by his appearance and dress, and she surmised that he was a Galilean Jew from his accent. Her name was Nalda and she was a comely creature. She was much surprised to have a Jewish man thus speak to her at the well and ask for water, for it was not deemed proper in those days for a self-respecting man to speak to a woman in public, much less for a Jew to converse with a Samaritan. Therefore Nalda asked Jesus, “How is it that you, being a Jew, ask for a drink of me, a Samaritan woman?” Jesus answered: “I have indeed asked you for a drink, but if you could only understand, you would ask me for a draught of the living water.” Then said Nalda: “But, Sir, you have nothing to draw with, and the well is deep; whence, then, have you this living water? Are you greater than our father Jacob who gave us this well, and who drank thereof himself and his sons and his cattle also?”
143:5.3 (1613.1) İsa şöyle yanıtlamıştı: “Bu sudan için herkes tekrar susuz kalacak; ancak, her kim yaşayan ruhaniyetin suyundan içerse, o hiçbir zaman susuzluk çekmeyecek. Ve, bu yaşayan su onun içinde, ebedi yaşama kadar bile su verecek bir yenilenme kuyusu haline gelecek.” Nalda bunun sonrasında şöyle söyledi: “Susamayacağım, ne de çekmek için ta buraya kadar gelmeyeceğim bu suyu ver bana. Ayrıca, bir Samaryalı kadının, takdir edilesi böyle bir Musevi’den alacağı her şey onun için bir zevk olacaktır.” 143:5.3 (1613.1) Jesus replied: “Everyone who drinks of this water will thirst again, but whosoever drinks of the water of the living spirit shall never thirst. And this living water shall become in him a well of refreshment springing up even to eternal life.” Nalda then said: “Give me this water that I thirst not, neither come all the way hither to draw. Besides, anything which a Samaritan woman could receive from such a commendable Jew would be a pleasure.”
143:5.4 (1613.2) Nalda, İsa’nın onunla konuşmaya olan istekliliğini nasıl yorumlayacağını bilmiyordu. O Üstün’ün yüzünde, dosdoğru ve kutsal bir insanın çehresini görmüştü; ancak, kendisi, onun arkadaşcıllığını bilenen türde yakın bir ilişki kurma şeklinde yanlış anlamıştı ve, Nalda İsa’nın mecazi ifadesini, kendisine cinsel bir ilişki arzusuyla yaklaşmanın bir biçimi olarak yanlış yorumlamıştı. Ve, sıkı olmayan ahlaki değerlere sahip bir kadın olarak onun aklı, İsa’nın doğrudan bir biçimde gözlerinin içine bakıp emreden bir sesle, “Hanımefendi, eşini al ve onu buraya getir” deyişinden önce kura tamamiyle açıktı. Bu emir Nalda’yı kendisine getirmişti. O, İsa’nın iyiliğini yanlış değerlendirmiş olduğunu görmüştü; o, İsa’nın mecazi ifadesini yanlış yorumladığını anlamıştı. Nalda birden korkuya kapılmıştı o, olağandışı bir insanın mevcudiyeti karşısında bulunduğunu fark etmeye başlamıştı ve, aklında yerinde bir cevap vermek için telaşla bir şeyler ararken, büyük bir kafa karışıklığı içerisinde şunu söylemişti: “Ancak, Bayım, ben eşimi çağıramam, çünkü benim bir eşim yok.” Bunun sonrasında ise İsa: “Sen doğruyu söyledin, zira bir zamanlar bir eşe sahip olmuş bulunsan da, senin şu an birlikte yaşadığın kişi eşin değildir. Sözcüklerimle oynayacağına, bu gün sana önermiş bulunduğum yaşayan suyun peşine düşsen daha iyi olacak.” 143:5.4 (1613.2) Nalda did not know how to take Jesus’ willingness to talk with her. She beheld in the Master’s face the countenance of an upright and holy man, but she mistook friendliness for commonplace familiarity, and she misinterpreted his figure of speech as a form of making advances to her. And being a woman of lax morals, she was minded openly to become flirtatious, when Jesus, looking straight into her eyes, with a commanding voice said, “Woman, go get your husband and bring him hither.” This command brought Nalda to her senses. She saw that she had misjudged the Master’s kindness; she perceived that she had misconstrued his manner of speech. She was frightened; she began to realize that she stood in the presence of an unusual person, and groping about in her mind for a suitable reply, in great confusion, she said, “But, Sir, I cannot call my husband, for I have no husband.” Then said Jesus: “You have spoken the truth, for, while you may have once had a husband, he with whom you are now living is not your husband. Better it would be if you would cease to trifle with my words and seek for the living water which I have this day offered you.”
143:5.5 (1613.3) Bu zaman zarfında Nalda aklıselimliğine kavuşmuş ve iyi olan benliği uyanmıştı. O, tercihiyle gerçekleşmiş bir biçimde tamamen ahlaktan yoksun bir kadın değildi. O acımasızca ve adil olmayan bir biçimde kocası tarafından terk edilmiş olup, ve fazla tercih şansı bulunmayan koşullar altında evlenmeden bir Yunanlı ile onun eşi olarak yaşamaya razı olmuştu. Nalda bu aşamada, İsa ile oldukça düşünmeden bir biçimde konuşmuş olmasından fazlasıyla utanç duymuştu; ve, o, olabilecek en yüksek pişmanlıkla, şunu söyleyerek, Üstün’e seslenmişti: “Efendimiz, senle olan konuşma biçimimden tövbe etmekteyim, zira ben senin kutsal bir insan veya muhtemelen bir tanrı-elçisi olduğunu görüyorum.” Ve, o, birçoğunun öncesinde ve ilk yaptıklarından beri gerçekleştirdiği gibi — kişisel günahlardan arınmaya dair konuyu din-kuramı ve felsefe üzerine olan söyleşiye çeviren bir biçimde — Üstün’den doğrudan ve kişisel bir yardım almaya hazır hale gelmişti. O hızlıca bir biçimde konuşmanın yönünü, kendisinin ihtiyacı olan şeylerden din-kuramsal anlaşmazlığa doğru çevirmişti. Gerizim Dağı’na doğru işaret ederek, şunu söylemeyi sürdürmüştü: “Atalarımız bu dağ üzerinde ibadet etti, ve buna rağmen sen, insanların ibadet etmesi gerektiği yerin Kudüs’de olduğunu mu söyleyeceksin? Eğer öyle değilse Tanrı’ya ibadetin doğru yeri neresidir?” 143:5.5 (1613.3) By this time Nalda was sobered, and her better self was awakened. She was not an immoral woman wholly by choice. She had been ruthlessly and unjustly cast aside by her husband and in dire straits had consented to live with a certain Greek as his wife, but without marriage. Nalda now felt greatly ashamed that she had so unthinkingly spoken to Jesus, and she most penitently addressed the Master, saying: “My Lord, I repent of my manner of speaking to you, for I perceive that you are a holy man or maybe a prophet.” And she was just about to seek direct and personal help from the Master when she did what so many have done before and since—dodged the issue of personal salvation by turning to the discussion of theology and philosophy. She quickly turned the conversation from her own needs to a theological controversy. Pointing over to Mount Gerizim, she continued: “Our fathers worshiped on this mountain, and yet you would say that in Jerusalem is the place where men ought to worship; which, then, is the right place to worship God?”
143:5.6 (1613.4) İsa, kadının ruhunun onun Yaratıcısı ile doğrudan ve arayış halindeki iletişimden kaçınma girişimini görmüştü; ancak, o aynı zamanda, onun ruhunda daha iyi bir yaşam yolunu öğrenmeye dair bir arzunun mevcut olduğunu da görmüştü. Son kertede, Nalda’nın kalbinde yaşayan su için gerçek bir susuzluk vardı bu nedenle, İsa, şunu söyleyerek, ona sabırlı bir biçimde yaklaşmıştı: “Hanımefendi, şimdilik sadece, ne bu dağda ne de Kudüs’de Yaratıcı’ya ibadet etmeyeceğin günün gelmekte olduğunu söylememe izin ver. Ancak, sen şu anda, birçok pagan tanrısı ve Musevi-olamayan felsefi düşüncelerden meydana gelmiş bir dinin karışımı olarak, bilmediğin bir şeye ibadet etmektesin. Museviler en azından ibadet ettikleri kişiyi biliyorlar; onlar, ibadetlerini Yahveh olarak tek bir Tanrı’ya yoğunlaştırarak tüm kafa karışıklığını kaldırmışlardır. Ancak, sen, tüm samimi ibadet edenlerin ruhaniyet ve gerçeklik içindeki Yaratıcı’ya ibadet edeceği zaman olarak, zira yalnızca bu tür ibadet edenler Yaratıcı’yı aramaktadır, vaktin yakın bir zaman geleceğini — hatta onun şimdi bile gelmiş olduğunu — söylediğimde bana inanmalısın. Tanrı ruhaniyet olup, ona ibadet edenler kendisine ruhaniyet ve gerçeklik içinde ibadet etmelidir. Sizlerin kurtuluşu, diğerlerinin nasıl ve nerede ibadet etmesi gerektiğini öğrenmekten gelmemektedir; o, şu an bile sana önermekte olduğum bu yaşayan suyu kendi kalbine almanla gelmektedir. 143:5.6 (1613.4) Jesus perceived the attempt of the woman’s soul to avoid direct and searching contact with its Maker, but he also saw that there was present in her soul a desire to know the better way of life. After all, there was in Nalda’s heart a true thirst for the living water; therefore he dealt patiently with her, saying: “Woman, let me say to you that the day is soon coming when neither on this mountain nor in Jerusalem will you worship the Father. But now you worship that which you know not, a mixture of the religion of many pagan gods and gentile philosophies. The Jews at least know whom they worship; they have removed all confusion by concentrating their worship upon one God, Yahweh. But you should believe me when I say that the hour will soon come—even now is—when all sincere worshipers will worship the Father in spirit and in truth, for it is just such worshipers the Father seeks. God is spirit, and they who worship him must worship him in spirit and in truth. Your salvation comes not from knowing how others should worship or where but by receiving into your own heart this living water which I am offering you even now.”
143:5.7 (1614.1) Ancak, Nalda, yeryüzü üzerindeki kişisel yaşamına ve Tanrı önündeki sahip olduğu ruhun düzeyine dair utandırıcı soruyu tartışmaktan kaçınmak için bir ilave çabada daha bulunacaktı. Bir kez daha o, şunu söyleyen bir biçimde, genel din üzerine olan sorulara başvurmuştu: “Evet, biliyorum Bayım, Yahya, Kurtarıcı olarak adlandırılacak bir Dönüştürücü’nün gelişine ve bu kişi geldiği zaman her şeyi bizlere duyuracak oluşuna dair vaazda bulunmuştu” — ve, İsa, bu aşamada Nalda’nın sözünü keserek, şaşkınlık içerisinde bırakan bir güvence ile, “Şu an senle konuşmakta olan kişi ben, oyum” dedi. 143:5.7 (1614.1) But Nalda would make one more effort to avoid the discussion of the embarrassing question of her personal life on earth and the status of her soul before God. Once more she resorted to questions of general religion, saying: “Yes, I know, Sir, that John has preached about the coming of the Converter, he who will be called the Deliverer, and that, when he shall come, he will declare to us all things”—and Jesus, interrupting Nalda, said with startling assurance, “I who speak to you am he.”
143:5.8 (1614.2) Bu, İsa’nın dünya üzerinde gerçekleştirmiş olduğu, kutsal doğasına ve evlatlığına dair ilk doğrudan, olumlayıcı ve apaçık duyuruydu; ve, bu duyuru, bir Samaryalı kadın olarak, bir kadına ve bu ana kadar insanların gözünde kişiliği su götürür bir kadına yapılmıştı ancak, bu kadın, kendi öz arzusundan dolayı günah işlediğinden çok kendisine günah işlenmiş olan bir kadın olarak kutsal gözün görmüş olduğu ve bu an içinde kurtuluşu arzulamış, onu içten ve samimi bir biçimde arzulamış, bir insan ruhu halindeki kadındı, ve bu yeterliydi. 143:5.8 (1614.2) This was the first direct, positive, and undisguised pronouncement of his divine nature and sonship which Jesus had made on earth; and it was made to a woman, a Samaritan woman, and a woman of questionable character in the eyes of men up to this moment, but a woman whom the divine eye beheld as having been sinned against more than as sinning of her own desire and as now being a human soul who desired salvation, desired it sincerely and wholeheartedly, and that was enough.
143:5.9 (1614.3) Nalda, daha iyi şeylere ve daha soylu bir yaşam biçimine dair gerçek ve kişisel arzusunu dile getirecekken, kalbinin gerçek arzusundan tam bahsetmeye hazırken, on ikili Secem’den geri dönmüştü; ve, İsa’nın oldukça içten bir biçimde bu kadınla — bu Samaryalı kadın olarak, ve tek başına — konuşması sahnesine gelmeleri üzerine, şaşkınlığa düşmekten çok daha büyüğünü deneyimlemişlerdi. Onlar hızlıca erzaklarını indirip, hiç kimsenin İsa’yı kınamaya cüret etmediği bir halde, ortalıktan çekilmişlerdi; bu esnada, İsa Nalda’ya şunu söylemişti: “Hanımefendi, kendi yoluna git; Tanrı seni bağışlamış haldedir. Bundan böyle sen yeni bir yaşam yaşayacaksın. Sen yaşayan suyu teslim aldım, ve yeni bir neşe senin ruhunun içinden fışkıracaktır; ve, sen, En Büyük’ün bir kızı haline geleceksin.” Ve, havarilerin olumsuz düşüncelerini algılayan bir biçimde, bu kadın, su kâsesini bırakıp, şehre doğru hızlıca uzaklaşmaya başladı. 143:5.9 (1614.3) As Nalda was about to voice her real and personal longing for better things and a more noble way of living, just as she was ready to speak the real desire of her heart, the twelve apostles returned from Sychar, and coming upon this scene of Jesus’ talking so intimately with this woman—this Samaritan woman, and alone—they were more than astonished. They quickly deposited their supplies and drew aside, no man daring to reprove him, while Jesus said to Nalda: “Woman, go your way; God has forgiven you. Henceforth you will live a new life. You have received the living water, and a new joy will spring up within your soul, and you shall become a daughter of the Most High.” And the woman, perceiving the disapproval of the apostles, left her waterpot and fled to the city.
143:5.10 (1614.4) Şehre girer girmez, gördüğü herkese şunu duyurdu: “Yakup’un kuyusuna gidin, ve hızlıca yetişin, çünkü orada şimdiye kadar yaptığım her şeyi bana söylemiş bir adamı göreceksiniz. Bu Dönüştürücü olabilir mi?” Ve, güneş batmadan büyük bir kalabalık, İsa’yı duymak için Yahya’nın kuyusunda bir araya gelmişti. Ve, Üstün onlara, ikamet eden ruhaniyetin hediyesi olarak, yaşamın suyuna dair daha fazla şey anlatmıştı. 143:5.10 (1614.4) As she entered the city, she proclaimed to everyone she met: “Go out to Jacob’s well and go quickly, for there you will see a man who told me all I ever did. Can this be the Converter?” And ere the sun went down, a great crowd had assembled at Jacob’s well to hear Jesus. And the Master talked to them more about the water of life, the gift of the indwelling spirit.
143:5.11 (1614.5) Havariler hiçbir zaman, İsa’nın, karakteri sorgulanır kadınlar olarak, hatta ahlaktan yoksun kadınlarla bile olmak üzere, kadınlarla konuşmaya olan gönüllülüğü karşısında büyük şaşkınlığa düşmekten kendini alamamışlardı. Onun havarilere; kadınların, hatta diğerleri tarafından ahlaksız kadınlar adlandırılmakta olan kadınların bile, Tanrı’yı Babaları olarak tercih edebilecek ruhlara sahip olduklarını, böylece Tanrı’nın kızları ve sonsuza kadar sürecek yaşamın adayları haline gelebileceklerini anlatmak İsa için oldukça zor olmuştu. On dokuz yüzyıl sonrasında bile birçok kişi, Üstün’ün öğretilerini kavramada aynı gönülsüzlüğü göstermektedir. Hıristiyan dini bile kararlı bir biçimde, İsa’nın yaşamının taşımış olduğu gerçeklik yerine onun ölümü gerçeği etrafında inşa edilegelmiştir. Dünya, acıklı ve kederli ölümünden çok onun mutlu ve Tanrı’yı-açığa-çıkaran yaşamı ile ilgilenmelidir. 143:5.11 (1614.5) The apostles never ceased to be shocked by Jesus’ willingness to talk with women, women of questionable character, even immoral women. It was very difficult for Jesus to teach his apostles that women, even so-called immoral women, have souls which can choose God as their Father, thereby becoming daughters of God and candidates for life everlasting. Even nineteen centuries later many show the same unwillingness to grasp the Master’s teachings. Even the Christian religion has been persistently built up around the fact of the death of Christ instead of around the truth of his life. The world should be more concerned with his happy and God-revealing life than with his tragic and sorrowful death.
143:5.12 (1614.6) Nalda bu bütün hikâyeyi bir sonraki gün Havari Yahya’ya anlatmıştı ancak, o bunu hiçbir zaman, diğer havarilere bütüncül bir biçimde açığa çıkarmamıştı ve, İsa bundan on ikiliye detaylı bir biçimde bahsetmemişti. 143:5.12 (1614.6) Nalda told this entire story to the Apostle John the next day, but he never revealed it fully to the other apostles, and Jesus did not speak of it in detail to the twelve.
143:5.13 (1615.1) Nalda Yahya’ya, İsa’nın kendisine “o zamana kadar yapmış olduğu her şeyi” söylediğini anlatmıştı. Yahya birçok kez İsa’ya, Nalda ile olan bu sohbet hakkında soru sormak istemişti; ancak, o hiçbir zaman bunun yapmamıştı. İsa Nalda’ya, kendisi hakkında yalnızca bir şeyi söylemişti; ancak, onun kendisinin gözlerine olan bakışı ve kendisiyle olan iletişim biçimi, bir an içerisinde iyi ve kötü yönleriyle yaşamının tamamını tüm kapsamıyla aklının önüne öyle bir biçimde getirmişti ki, geçmiş yaşamını bu kendi kendine açığa çıkarışının tamamını Üstün’ün bakışı ve sözleri ile ilişkilendirmişti. İsa hiçbir şekilde Nalda’ya, beş eşe sahip olduğunu söylememişti. O, kocası kendisini terk ettiğinden beri dört farklı erkek ile yaşamıştı ve, tüm geçmiş yaşamı ile birlikte bu, İsa’nın Tanrı’nın bir insanı olduğunu fark ettiği an aklına tüm detayıyla gelmişti ki, kendisi daha sonra Yahya’ya tekrar eden bir biçimde İsa’nın gerçekten de kendisine dair her şeyi söylemiş olduğunu tekrarlamıştı. 143:5.13 (1615.1) Nalda told John that Jesus had told her “all I ever did.” John many times wanted to ask Jesus about this visit with Nalda, but he never did. Jesus told her only one thing about herself, but his look into her eyes and the manner of his dealing with her had so brought all of her checkered life in panoramic review before her mind in a moment of time that she associated all of this self-revelation of her past life with the look and the word of the Master. Jesus never told her she had had five husbands. She had lived with four different men since her husband cast her aside, and this, with all her past, came up so vividly in her mind at the moment when she realized Jesus was a man of God that she subsequently repeated to John that Jesus had really told her all about herself.
6. Samarya Canlanışı ^top 6. The Samaritan Revival ^top
143:6.1 (1615.2) Nalda’nın Secem’den İsa’yı görmeleri için kalabalıkları toplamış olduğu akşam, on ikili yemekle daha yeni dönmüş haldeydi; ve, güçlü bir biçimde onlar İsa’dan, onun insanlar ile konuşması yerine kendileri ile birlikte yemek yemesini talep etmişlerdi, zira onlar bütün gün yiyeceksiz olup, açlardı. Ancak, İsa karanlığın yakın bir zamanda çökeceğini biliyordu; böylece o, kendilerini göndermeden önce insanlarla konuşmada kararlılığını korumuştu. Andreas, kalabalığa konuşmasından önce bir lokma alması için onu ikna etmeye çalıştığında, İsa, “senin bilmediğin yemeği yiyeceğim” demişti. Havariler bunu duyduklarında, aralarında şunu konuşmuşlardı: “Birisi ona yiyecek bir lokma mı getirdi ki? Acaba o kadının kendisine suyun yanı sıra yiyecek de vermiş olması mümkün mü?” İsa onların kendileri arasında konuştuklarını duyduğunda, insanlara konuşmasından önce, kendilerine doğru yönelip, on ikiliye şunları söylemişti: “Benim yemeğim, beni göndermiş olan O’nun iradesini yerine getirmek ve O’nun görevini başarı ile tamamlamaktır. Sizler artık, hasat çıkıncaya kadar kesin bir biçimde konuşmaktan kaçınmalısınız. Bir Samarya şehrinden ayrılıp bizleri duymak için gelen şu insanlara bakın; ben sizlere, tarlaların hasat için çoktan olgunlaşmış olduğunu söylüyorum. Hasada her kim katılırsa karşılığını alır ve bu topladığı meyveyi ebedi yaşama taşır; nihayeten, ekenler ve biçenler beraberce neşe duyarlar. Bu açıdan şu söz doğrudur: ‘Biri eker, diğeri biçer.’ Ben şimdi sizleri, üzerinde emek vermediğiniz olan şeyi biçmeye gönderiyorum; diğerleri emeklerini vermiştir, ve şimdi sizler onların emeklerine katılmak üzeresiniz.” Bunu o, Vaftizci Yahya’nın duyurusuna atfen söylemişti. 143:6.1 (1615.2) On the evening that Nalda drew the crowd out from Sychar to see Jesus, the twelve had just returned with food, and they besought Jesus to eat with them instead of talking to the people, for they had been without food all day and were hungry. But Jesus knew that darkness would soon be upon them; so he persisted in his determination to talk to the people before he sent them away. When Andrew sought to persuade him to eat a bite before speaking to the crowd, Jesus said, “I have meat to eat that you do not know about.” When the apostles heard this, they said among themselves: “Has any man brought him aught to eat? Can it be that the woman gave him food as well as drink?” When Jesus heard them talking among themselves, before he spoke to the people, he turned aside and said to the twelve: “My meat is to do the will of Him who sent me and to accomplish His work. You should no longer say it is such and such a time until the harvest. Behold these people coming out from a Samaritan city to hear us; I tell you the fields are already white for the harvest. He who reaps receives wages and gathers this fruit to eternal life; consequently the sowers and the reapers rejoice together. For herein is the saying true: ‘One sows and another reaps.’ I am now sending you to reap that whereon you have not labored; others have labored, and you are about to enter into their labor.” This he said in reference to the preaching of John the Baptist.
143:6.2 (1615.3) İsa ve havarileri, Gerizim Dağı üzerindeki konakladıkları yere kurulmalarından önce Secem’e gidip, iki gün boyunca duyuruda bulunmuşlardı. Ve, Secem’in sakinlerinden çoğu müjdeye inanmış olup, vaftiz için ricada bulunmuşlardı ancak, İsa’nın havarileri henüz vaftizde bulunmamaktaydılar. 143:6.2 (1615.3) Jesus and the apostles went into Sychar and preached two days before they established their camp on Mount Gerizim. And many of the dwellers in Sychar believed the gospel and made request for baptism, but the apostles of Jesus did not yet baptize.
143:6.3 (1615.4) Gerizim Dağı üzerinde konaklamış oldukları yerdeki ilk gece, havariler, Yakup’un kuyusundaki kadına dair tutumları hususunda İsa’nın onları uyaracak oluşunu beklemişlerdi; ancak, o, bu konuya hiçbir atıfta bulunmamıştı. Bunun yerine İsa onlara, “Tanrı’nın krallığında merkezi olan gerçeklikler” üzerine çok önemli bir konuşmada bulunmuştu. Herhangi bir din içerisinde, değerlerin orantısız hale gelmesine müsaade etmek ve birinin sahip olduğu din-kuramında gerçeklerin gerçekliğin yerini almasına izin vermek oldukça kolaydır. Çarmıhın gerçeği, daha sonraki Hıristiyanlık’ın tam da merkezini oluşturur hale gelmişti; ancak, bu, Nasıralı İsa’nın yaşam ve öğretilerinden elde edilebilecek olan dine ait merkezi gerçeklik değildir. 143:6.3 (1615.4) The first night of the camp on Mount Gerizim the apostles expected that Jesus would rebuke them for their attitude toward the woman at Jacob’s well, but he made no reference to the matter. Instead he gave them that memorable talk on “The realities which are central in the kingdom of God.” In any religion it is very easy to allow values to become disproportionate and to permit facts to occupy the place of truth in one’s theology. The fact of the cross became the very center of subsequent Christianity; but it is not the central truth of the religion which may be derived from the life and teachings of Jesus of Nazareth.
143:6.4 (1615.5) İsa’nın Gerizim Dağı üzerimdeki öğretisinin teması şuydu: Onun; insanların tümünün Tanrı’yı, tıpkı kendisini (İsa’yı) bir kardeş-arkadaşı gördükleri gibi, bir Baba-arkadaşı olarak görmelerinin isteğiydi. Ve, tekrar ve tekrar o; derin sevginin, tıpkı gerçekliğin kutsal ilişkilerin gözlenişine dair en büyük duyuruş olması gibi, evrenin kendisi olarak — bu dünya içinde en büyük ilişki olduğunun altını çizmişti. 143:6.4 (1615.5) The theme of Jesus’ teaching on Mount Gerizim was: That he wants all men to see God as a Father-friend just as he (Jesus) is a brother-friend. And again and again he impressed upon them that love is the greatest relationship in the world—in the universe—just as truth is the greatest pronouncement of the observation of these divine relationships.
143:6.5 (1616.1) İsa kendisini Samaryalılara oldukça bütüncül bir biçimde duyurmuştu, çünkü o bunu güvenli bir biçimde gerçekleştirebilmekteydi ve krallığın müjdesini duyurmak için Samarya’nın kalbine bir daha ziyaret etmeyeceğini bilmekteydi. 143:6.5 (1616.1) Jesus declared himself so fully to the Samaritans because he could safely do so, and because he knew that he would not again visit the heart of Samaria to preach the gospel of the kingdom.
143:6.6 (1616.2) İsa ve on ikili, Ağustos’un sonuna kadar Gerizim Dağı üzerinde kamp kurmuştu. Onlar, şehirler içinde gündüz ve kampta geceleri olmak üzere Samaryalılara — Tanrı’nın babalığı olarak — krallığın iyi haberlerini duyurmuştu. İsa ve on ikilinin bu Samarya şehirleri içinde gerçekleştirmiş oldukları çalışma krallık için birçok ruhu biçmiş ve, Kudüs’deki inananların çok gaddarca gerçekleşmiş idamları nedeniyle dünyanın ücra yerlerine havarilerin dağılımından sonra yaşanmış bir biçimde, İsa’nın ölümü ve yeniden dirilişinden sonra bu bölgelerde Filip’in muhteşem çalışması için fazlasıyla zemin hazırlamıştı. 143:6.6 (1616.2) Jesus and the twelve camped on Mount Gerizim until the end of August. They preached the good news of the kingdom—the fatherhood of God—to the Samaritans in the cities by day and spent the nights at the camp. The work which Jesus and the twelve did in these Samaritan cities yielded many souls for the kingdom and did much to prepare the way for the marvelous work of Philip in these regions after Jesus’ death and resurrection, subsequent to the dispersion of the apostles to the ends of the earth by the bitter persecution of believers at Jerusalem.
7. Dua ve İbadete Dair Öğretiler ^top 7. Teachings About Prayer and Worship ^top
143:7.1 (1616.3) Gerizim Dağı’ndaki akşam söyleşilerinde İsa birçok büyük gerçekliği öğretmiş olup, özel olarak şunlara vurguda bulunmuştu: 143:7.1 (1616.3) At the evening conferences on Mount Gerizim, Jesus taught many great truths, and in particular he laid emphasis on the following:
143:7.2 (1616.4) Gerçek din, bireysel bir ruhun Yaratan ile bilinç dâhilinde gerçekleşen ilişkilerinde yapmış olduğu eylemler bütünüdür; düzenlenmiş din, insanın bireysel dindarların ibadetini sosyalleştirme girişimidir. 143:7.2 (1616.4) True religion is the act of an individual soul in its self-conscious relations with the Creator; organized religion is man’s attempt to socialize the worship of individual religionists.
143:7.3 (1616.5) Ruhsal olanın üzerinde düşünülmesi niteliğindeki — ibadetin, maddi gerçeklikle iletişim olarak, hizmet ile değişmeceli bir biçimde gerçekleşmesi gerekmektedir. Çalışma, eğlence ile değişmeceli bir biçimde gerçekleşmelidir; din, mizah tarafından dengelenmelidir. Derin felsefe, ritmin şiir tarafından inceltilmelidir. Kişiliğin sahip olduğu zaman baskısı olarak — yaşamın gerilimi, ibadetin verdiği dinginlik ile rahatlatılmalıdır. Evren içindeki kişilik tecridinden duyulan korkunun yaratmış olduğu güvensizliğe dair hislere, Yaratıcı üzerine inançla düşünülmesi ile ve Yüce’nin gerçekleştirilmesine girişmekle karşı gelinmelidir. 143:7.3 (1616.5) Worship—contemplation of the spiritual—must alternate with service, contact with material reality. Work should alternate with play; religion should be balanced by humor. Profound philosophy should be relieved by rhythmic poetry. The strain of living—the time tension of personality—should be relaxed by the restfulness of worship. The feelings of insecurity arising from the fear of personality isolation in the universe should be antidoted by the faith contemplation of the Father and by the attempted realization of the Supreme.
143:7.4 (1616.6) Dua, insanın daha az düşünmesi ancak daha çok farkındalığa erişmesi için tasarlanmıştır; bilgiyi arttırmak için değil, kavrayışın genişletilmesi için tasarlanmıştır. 143:7.4 (1616.6) Prayer is designed to make man less thinking but more realizing; it is not designed to increase knowledge but rather to expand insight.
143:7.5 (1616.7) İbadet, ileride uzanan daha iyi yaşamı öngörmek ve bunun sonrasında mevcut anda sahip olunan yaşama bu yeni ruhsal önemlilikleri yansıtmak için amaçlanmıştır. Dua, ruhsal olarak koruyucudur; ancak, ibadet, kutsal olarak yaratıcıdır. 143:7.5 (1616.7) Worship is intended to anticipate the better life ahead and then to reflect these new spiritual significances back onto the life which now is. Prayer is spiritually sustaining, but worship is divinely creative.
143:7.6 (1616.8) İbadet, birçoğa hizmet etmeye ilhamı kaynağı olması için Bir Tek’e bakma yöntemdir. İbadet; ruhun maddi evrenden olan ayrışımının ve bunun hemen sonrasında gelen tüm yaratımın ait olduğu ruhsal gerçekliklere olan güvenli bağlılığın ölçeğini gösteren bir belirteçtir. 143:7.6 (1616.8) Worship is the technique of looking to the One for the inspiration of service to the many. Worship is the yardstick which measures the extent of the soul’s detachment from the material universe and its simultaneous and secure attachment to the spiritual realities of all creation.
143:7.7 (1616.9) Dua, ulvi düşünme olarak — benliği hatırlatıcı niteliktedir; ibadet, aşkın düşünme olarak — benliği unutturan niteliktedir. İbadet çabasız dikkat, gerçek ve ideal ruh dinlencesi, rahatlatıcı ruhsal etkinliğin bir türüdür. 143:7.7 (1616.9) Prayer is self-reminding—sublime thinking; worship is self-forgetting—superthinking. Worship is effortless attention, true and ideal soul rest, a form of restful spiritual exertion.
143:7.8 (1616.10) İbadet, bir kısmın Bütün ile olan kendisini özdeşleştirme eylemidir; sınırlı olanın Sınırsızla; evladın Baba’yla; zamanın ebediyetle olan nihai buluşmasıdır. İbadet; insan ruh-ruhaniyeti tarafından canlandırıcı, yaratıcı, kardeşsel ve romantik tutumların elde edilişi olarak, evladın kutsal Yaratıcı ile kişisel birlikteliğinin eylemidir. 143:7.8 (1616.10) Worship is the act of a part identifying itself with the Whole; the finite with the Infinite; the son with the Father; time in the act of striking step with eternity. Worship is the act of the son’s personal communion with the divine Father, the assumption of refreshing, creative, fraternal, and romantic attitudes by the human soul-spirit.
143:7.9 (1616.11) Her ne kadar havariler kampta onun öğretilerinin yalnızca birkaçını kavramış olsalar da, başka dünyalar anlamış olup, yeryüzü üzerindeki diğer nesiller onları kavrayacaktır. 143:7.9 (1616.11) Although the apostles grasped only a few of his teachings at the camp, other worlds did, and other generations on earth will.