149. Makale Paper 149
İkinci Duyuru Turnesi The Second Preaching Tour
149:0.1 (1668.1) CELİLE’DEKİ ikinci kamu duyurusu, M.S. 28 yılında, Ekim ayının 3’ü, Pazar günü başlamış olup, Aralık’ın 30’unda sona eren bir biçimde, neredeyse üç ay boyunca devam etmişti. Bu çabaya katılmış olanlar, yeni seçilmiş 117 öğreti-yayıcısından meydana gelmiş birlik ve çok sayıdaki diğer ilgili kişiler tarafından desteklenir haldeki, İsa ve on iki havarisiydi. Bu turnede onlar; Gadara, Akka, Yafa, Davrat, Megido, Yizrel, Scythopolis, Tariça, Hipos, Gamala, Bethsayda-Yulias ve birçok diğer şehir ve köyü ziyaret etmişlerdi. 149:0.1 (1668.1) THE second public preaching tour of Galilee began on Sunday, October 3, a.d. 28, and continued for almost three months, ending on December 30. Participating in this effort were Jesus and his twelve apostles, assisted by the newly recruited corps of 117 evangelists and by numerous other interested persons. On this tour they visited Gadara, Ptolemais, Japhia, Dabaritta, Megiddo, Jezreel, Scythopolis, Tarichea, Hippos, Gamala, Bethsaida-Julias, and many other cities and villages.
149:0.2 (1668.2) Bu Pazar sabahı gerçekleşen ayrılıktan önce, Andreas ve Petrus İsa’dan, yeni öğreti-yayıcılarına son yönergeleri vermesini talep etmişti; ancak, Üstün, diğerlerin kabul edilebilir düzeyde gerçekleştirebileceği bu tür şeyleri yapmanın kendisinin sorumluluğuna giren bir şey olmadığını söyleyen bir biçimde, bu isteği geri çevirdi. Gerekli fikir yürütmelerden sonra, Yakub Zübeyde’nin bu görevi yerine getirmesine karar verilmişti. Yakub konuşmasını tamamladıktan sonra İsa öğreti-yayıcılarına şunu söyledi: “Şimdi gidin ve söylenilmiş olduğu gibi çalışmanızı gerçekleştirin; ve, daha sonra, kendilerinizi yetkin ve inançlı olarak ispat ettiğinizde, ben sizleri krallığın müjdesini duyurmak için görevlendireceğim.” 149:0.2 (1668.2) Before the departure on this Sunday morning Andrew and Peter asked Jesus to give the final charge to the new evangelists, but the Master declined, saying that it was not his province to do those things which others could acceptably perform. After due deliberation it was decided that James Zebedee should administer the charge. At the conclusion of James’s remarks Jesus said to the evangelists: “Go now forth to do the work as you have been charged, and later on, when you have shown yourselves competent and faithful, I will ordain you to preach the gospel of the kingdom.”
149:0.3 (1668.3) Bu turnede, yalnızca Yakub ve Yahya İsa ila beraber seyahat etmişti. Petrus ve diğer havarilerin her biri yanlarına yaklaşık olarak bir düzine öğreti-yayıcısını almış olup, duyurma ve öğretim çalışmalarını sürdürürlerken onlarla yakın iletişimde bulunmuşlardı. Havariler krallığa girmek için ne kadar hazırlarsa, havariler o kadar çabuk bir biçimde vaftizm sürecini başlatırlardı. İsa ve iki refakatçisi, öğreti-yayıcılarının çalışmasını gözlemlemek ve krallığı oluşturmak için çabalarında onlara cesaret vermek için, bir gün içinde sıklıkla iki şehri ziyaret eden bir biçimde, bu üç ay boyunca oldukça fazla seyahatte bulunmuştu. İkinci duyuru turnesinin tamamı, özünde, bu yeni eğitilmiş 117 öğreti-yayıcı birliği için işlevsel deneyim sağlamak amacıyla gerçekleştirilmiş bir çabaydı. 149:0.3 (1668.3) On this tour only James and John traveled with Jesus. Peter and the other apostles each took with them about one dozen of the evangelists and maintained close contact with them while they carried on their work of preaching and teaching. As fast as believers were ready to enter the kingdom, the apostles would administer baptism. Jesus and his two companions traveled extensively during these three months, often visiting two cities in one day to observe the work of the evangelists and to encourage them in their efforts to establish the kingdom. This entire second preaching tour was principally an effort to afford practical experience for this corps of 117 newly trained evangelists.
149:0.4 (1668.4) Bu süreç boyunca ve onun sonrasında, İsa ve on ikilinin Kudüs için nihai ayrılıkları zamanına kadar, Davud Zübeyde; Bethsayda’daki babasının evinde krallığın çalışması için kalıcı bir ana merkezi idare etmişti. Burası İsa’nın yeryüzü üzerindeki görevinin merkezi ofisi olup, Filistin ve ona komşu bölgelerin birçok yerinde çalışmakta olan kişiler arasında Davud’un gerçekleştirmiş olduğu ulak iletim hizmetinin aktarım istasyonuydu. O tüm bunların hepsini kendi teşebbüsü ile ama Andreas’ın onayı ile gerçekleştirmişti. Davut, krallığın hızlı bir biçimde genişlemesi ve çalışmasını genişletmesinin bu ussal biriminde kırk ulağı çalıştırmıştı. Bu şekilde çalışıyorken, geçiminin bir kısmını, eski balıkçılık işinde belirli bir süre vakit harcayarak sağlamıştı. 149:0.4 (1668.4) Throughout this period and subsequently, up to the time of the final departure of Jesus and the twelve for Jerusalem, David Zebedee maintained a permanent headquarters for the work of the kingdom in his father’s house at Bethsaida. This was the clearinghouse for Jesus’ work on earth and the relay station for the messenger service which David carried on between the workers in various parts of Palestine and adjacent regions. He did all of this on his own initiative but with the approval of Andrew. David employed forty to fifty messengers in this intelligence division of the rapidly enlarging and extending work of the kingdom. While thus employed, he partially supported himself by spending some of his time at his old work of fishing.
1. İsa’nın Yaygın Hale Gelmiş Ünü ^top 1. The Widespread Fame of Jesus ^top
149:1.1 (1668.5) Bethsayda kampının dağıldığı zaman zarfında, İsa’nın, özellikle bir iyileştirici olarak, ünü, Filistin tüm kısımlarına ve Suriye’nin tamamı boyunca ve onu çevreleyen şehirlere yayılmıştı. Onlar Bethsayda’dan ayrıldıktan sonra haftalar boyunca hasta kişiler buraya gelmeye devam etmiş olup, Üstün’ü bulamadıklarında, onun nerede olduğunu Davud’dan öğrenen bir biçimde, kendisini aramaya koyulmaktaydılar. Bu turnede İsa, bilinçli bir biçimde, iyileştirmenin hiçbir, tarafınızdan-adlandırıldığı-biçimiyle, mucizesini gerçekleştirmemişti. Yine de, sıkıntı içindeki birçok kişi, iyileşmeyi aramaya kendilerini iten yoğun inancın yenileyici gücünün bir sonucu olarak sağlıklarını ve mutluluklarını yeniden bulmuşlardı. 149:1.1 (1668.5) By the time the camp at Bethsaida had been broken up, the fame of Jesus, particularly as a healer, had spread to all parts of Palestine and through all of Syria and the surrounding countries. For weeks after they left Bethsaida, the sick continued to arrive, and when they did not find the Master, on learning from David where he was, they would go in search of him. On this tour Jesus did not deliberately perform any so-called miracles of healing. Nevertheless, scores of afflicted found restoration of health and happiness as a result of the reconstructive power of the intense faith which impelled them to seek for healing.
149:1.2 (1669.1) Orada, yaklaşık olarak bu görev zamanında — ve İsa’nın yeryüzü üzerindeki yaşamının geri kalan kısmı boyunca devam eden bir biçimde — iyileşme olgularının tuhaf ve açıklanmamış bir dizisi ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu üç aylık turne boyunca, Yehuda, Edom, Celile, Suriye, Sur ve Saydalı ve Ürdün vadisinin ötesinden olan yüzden fazla erkek, kadın ve çocuk, İsa tarafından gerçekleştirilmiş bu bilinç-dışı iyileşmeden yarar sağlayanlar olmuşlardı ve, onlar, evlerine geri dönen bir biçimde, İsa’nın ününün genişlemesine katkıda bulunmuşlardı. Ve, onlar bunu, anlık iyileşmenin bu vakalarının her birini gözlemleyişinde yarar sağlamış olanı doğrudan bir biçimde “hiç kimseye söyleme” şeklinde tembihlemesine rağmen, gerçekleştirmişlerdi. 149:1.2 (1669.1) There began to appear about the time of this mission—and continued throughout the remainder of Jesus’ life on earth—a peculiar and unexplained series of healing phenomena. In the course of this three months’ tour more than one hundred men, women, and children from Judea, Idumea, Galilee, Syria, Tyre, and Sidon, and from beyond the Jordan were beneficiaries of this unconscious healing by Jesus and, returning to their homes, added to the enlargement of Jesus’ fame. And they did this notwithstanding that Jesus would, every time he observed one of these cases of spontaneous healing, directly charge the beneficiary to “tell no man.”
149:1.3 (1669.2) Bu anlık veya diğer bir değişle bilinç-dışı olan iyileşme vakalarında tam olarak neyin gerçekleşmiş olduğu tarafımıza hiçbir zaman açığa çıkarılmamıştı. Üstün havarilerine hiçbir zaman, bir kaç sefer yalnızca şunu söylemesi dışında, bu iyileşmenin nasıl gerçekleşmekte olduğunu açıklamamıştı: “Gücün benden geldiğini görüyorum.” Bir seferinde, acı çekmekte olan hasta bir çocuktan etkilendiğinde, “Yaşamın benden geldiğini görüyorum” demişti. 149:1.3 (1669.2) It was never revealed to us just what occurred in these cases of spontaneous or unconscious healing. The Master never explained to his apostles how these healings were effected, other than that on several occasions he merely said, “I perceive that power has gone forth from me.” On one occasion he remarked when touched by an ailing child, “I perceive that life has gone forth from me.”
149:1.4 (1669.3) Anlık iyileşmenin bu vakalarının doğasına dair Üstün’den gerçekleştirilmiş doğrudan bir sözün yokluğunda, onların nasıl yerine getirilmiş olduğunu açıklamaya girişmek bizler adına haddimizi aşan bir şey olacaktır; ancak, bizler, bu türden iyileşme olgularına dair görüşlerimizi bu kayda geçirmeye izin verilmiş bulunmaktayız. Bizler, İsa’nın yeryüzü hizmeti sürecinde ortaya çıkmış olarak, iyileşmenin bu görünür mucizelerinden çoğunun, şu güçlü, muktedir ve ilişkilem içindeki üç etkenin ortak mevcudiyetinin sonucu olduğuna inanmaktayız: 149:1.4 (1669.3) In the absence of direct word from the Master regarding the nature of these cases of spontaneous healing, it would be presuming on our part to undertake to explain how they were accomplished, but it will be permissible to record our opinion of all such healing phenomena. We believe that many of these apparent miracles of healing, as they occurred in the course of Jesus’ earth ministry, were the result of the coexistence of the following three powerful, potent, and associated influences:
149:1.5 (1669.4) 1. Kararlı bir biçimde iyileşmeyi aramış olan insan varlığının kalbinde güçlü, egemen ve yaşayan inancın mevcudiyeti ile beraber tamamiyle fiziksel geri dönüş yerine bu türden iyileşmenin onun ruhsal yararları için arzu ediliş gerçeği. 149:1.5 (1669.4) 1. The presence of strong, dominant, and living faith in the heart of the human being who persistently sought healing, together with the fact that such healing was desired for its spiritual benefits rather than for purely physical restoration.
149:1.6 (1669.5) 2. Bu türden insan inancı ile eş zamanlı bir biçimde, benliği içinde neredeyse sınırsız ve zamansız olan yaratıcı iyileştirme güçlerini ve ayrıcalıklarını barındırmış bulunan vücutlaştırılmış ve merhametin-egemenliğindeki Tanrı’nın Yaratan Evladı’nın büyük duygudaşlığı ve anlayışının varlığı. 149:1.6 (1669.5) 2. The existence, concomitant with such human faith, of the great sympathy and compassion of the incarnated and mercy-dominated Creator Son of God, who actually possessed in his person almost unlimited and timeless creative healing powers and prerogatives.
149:1.7 (1669.6) 3. Yaratılmışın duyduğu inanç ve Yaratan’ın yaşamı ile birlikte, aynı zamanda bu Tanrı-insanının, Yaratıcı’nın iradesinin kişileşmiş dışavurumu olduğunun da altı çizilmelidir. Eğer, insanın duymuş olduğu ihtiyacın görülüşü ile bunu yerine getirmek için kutsal gücün varlığı içinde, Yaratıcı’nın aksine irade göstermediği hallerde, İsa’nın insan ve kutsal doğaları bir hale gelmiş olup, insan İsa’ya iyileşme bilinç-dışı olarak yansımışsa da onun kutsal doğası bunun derhal farkına varmıştı. Bunun sonucunda, iyileşmenin bu vakalarının birçoğunun açıklanışı, muhtemel bir biçimde, bizler tarafından uzunca bir süre boyunca bilinmekte olan büyük bir yasada bulunmaktadır; bu, Yaratan Evlat neyi arzu ederse ve ebedi Baba neye irade gösterirse o VAR OLUR. 149:1.7 (1669.6) 3. Along with the faith of the creature and the life of the Creator it should also be noted that this God-man was the personified expression of the Father’s will. If, in the contact of the human need and the divine power to meet it, the Father did not will otherwise, the two became one, and the healing occurred unconsciously to the human Jesus but was immediately recognized by his divine nature. The explanation, then, of many of these cases of healing must be found in a great law which has long been known to us, namely, What the Creator Son desires and the eternal Father wills IS.
149:1.8 (1669.7) Tüm bunlara dayanarak; İsa’nın kişisel mevcudiyeti içinde, derin insan inancının belirli türlerinin, bu zaman zarfında İnsan Evladı ile çok yakından bir biçimde ilişkili konumda bulunan belirli yaratıcı kuvvetler ve kişilikler tarafından gerçekleştirilmiş iyileşmenin dışavurumunda, kelimenin tam anlamıyla ve gerçekten zorlayıcı etkiye sahip bulunduğu bizlerin kişisel görüşüdür. Bunun sonucunda; İsa’nın sıklıkla hiçbir şey yapmadan, güçlü, kişisel inançları ile onun mevcudiyeti içinde insanların kendi kendilerini iyileştirmelerine izin vermiş olduğu bu kaydın içerdiği bir gerçek haline gelmektedir. 149:1.8 (1669.7) It is, then, our opinion that, in the personal presence of Jesus, certain forms of profound human faith were literally and truly compelling in the manifestation of healing by certain creative forces and personalities of the universe who were at that time so intimately associated with the Son of Man. It therefore becomes a fact of record that Jesus did frequently suffer men to heal themselves in his presence by their powerful, personal faith.
149:1.9 (1670.1) Diğer birçok kişi iyileşmeyi, tamamiyle bencil sebepler için aramıştı. Surlu zengin bir dul, kendi yardımcıları ile birlikte, birçok olan, sıkıntısından iyileşmeyi arzulamıştı ve, Celile boyunca İsa’nın peşinden giderken, sanki Tanrı’nın gücü en yüksek teklifi veren tarafından satın alınabilen bir şeymiş gibi, her seferinde daha da çok para teklif etmeyi sürdürmüştü. Ancak, o hiçbir zaman, krallığın müjdesine ilgili duyar hale gelmedi; onun aramış olduğu şey yalnızca fiziksel sıkıntılarının devasıydı. 149:1.9 (1670.1) Many others sought healing for wholly selfish purposes. A rich widow of Tyre, with her retinue, came seeking to be healed of her infirmities, which were many; and as she followed Jesus about through Galilee, she continued to offer more and more money, as if the power of God were something to be purchased by the highest bidder. But never would she become interested in the gospel of the kingdom; it was only the cure of her physical ailments that she sought.
2. İnsanların Tutumu ^top 2. Attitude of the People ^top
149:2.1 (1670.2) İsa, insanların akıllarını anlamıştı. O, insanların kalplerinden neyin geçmekte olduğunu biliyordu; ve, onun öğretileri, onlara yalnızca yeryüzü yaşamının sunduğu ilham verici yorumun ilave görüş olarak eklendiği haliyle, kendilerine sunulmuş olduğu haliyle bırakılsaydı, dünyanın tüm milletleri ve tüm dinleri hızlı bir biçimde krallığın müjdesini kucaklardı. İsa’nın öncül takipçilerinin onun öğretilerini, belirli milletlere, ırklara ve dinlere daha kabul edilebilir hale getirmek için yeniden ifade edişlerinden meydana gelen özünde iyi niyetli çabaları, yalnızca; bu öğretileri tüm diğer milletler, ırklar ve dinler için daha az kabul edilebilir hale getirmekle sonuçlandı. 149:2.1 (1670.2) Jesus understood the minds of men. He knew what was in the heart of man, and had his teachings been left as he presented them, the only commentary being the inspired interpretation afforded by his earth life, all nations and all religions of the world would speedily have embraced the gospel of the kingdom. The well-meant efforts of Jesus’ early followers to restate his teachings so as to make them the more acceptable to certain nations, races, and religions, only resulted in making such teachings the less acceptable to all other nations, races, and religions.
149:2.2 (1670.3) Havari Pavlus, İsa’nın öğretilerini kendi dönemindeki belirli toplulukların olumlar ilgisine çekme çabalarında, yönergelerden ve uyarılardan meyanda gelen birçok mektup yazmıştı. İsa’nın müjdesinin diğer öğretmenleri benzer şeyleri yapmışlardı ancak, onlardan hiçbiri, bu yazıların bazılarının ileri dönemlerde, İsa’nın öğretilerinin bütünlüğü olarak öne süren bir biçimde oluşturacaklar tarafından bir araya getirileceğini düşünmedi. Ve, bu nedenle, tarafınızdan-adlandırıldığı-biçimiyle Hristiyanlık Üstün’ün müjdesini herhangi başka dinden daha fazla taşımakta olsa da, aynı zamanda, İsa’nın öğretmemiş olduğu birçok şeyi de barındırmaktadır. Farslı gizemlerden olan öğretilerin ve Yunan felsefesinin büyük bir kısmının öncül Hıristiyanlığa olan katılımından başka iki büyük hata yapılmıştı: 149:2.2 (1670.3) The Apostle Paul, in his efforts to bring the teachings of Jesus to the favorable notice of certain groups in his day, wrote many letters of instruction and admonition. Other teachers of Jesus’ gospel did likewise, but none of them realized that some of these writings would subsequently be brought together by those who would set them forth as the embodiment of the teachings of Jesus. And so, while so-called Christianity does contain more of the Master’s gospel than any other religion, it does also contain much that Jesus did not teach. Aside from the incorporation of many teachings from the Persian mysteries and much of the Greek philosophy into early Christianity, two great mistakes were made:
149:2.3 (1670.4) 1. Yaratıcı’nın tavizsiz adaletini tatmin etmesi ve kutsal gazabı yatıştırması için İsa’nın kurban verilmiş Evlat olduğu düşüncesi biçiminde — Hıristiyan günahlardan arınma inanç-savları tarafından sergilenmekte olan, müjde öğretisini doğrudan bir biçimde Musevi din-kuramı ile ilişkilendirme çabası. Bu öğretiler, inanmamakta olan Musevilere krallığın müjdesini daha kabul edilebilir hale getirmekten oluşan özünde övülesi bir çabadan doğmuştu. Her ne kadar Musevileri kazanma bakımından bu çabalar başarısız olmuş bulunsa da, daha sonraki tüm nesiller içinde birçok dürüst ruhun kafasını karıştırmada ve onları uzaklaştırmada kesin bir biçimde başarılı olmuştu. 149:2.3 (1670.4) 1. The effort to connect the gospel teaching directly onto the Jewish theology, as illustrated by the Christian doctrines of the atonement—the teaching that Jesus was the sacrificed Son who would satisfy the Father’s stern justice and appease the divine wrath. These teachings originated in a praiseworthy effort to make the gospel of the kingdom more acceptable to disbelieving Jews. Though these efforts failed as far as winning the Jews was concerned, they did not fail to confuse and alienate many honest souls in all subsequent generations.
149:2.4 (1670.5) 2. Üstün’ün öncül takipçilerinin ikinci büyük hatası, ve takip eden tüm nesillerin devam ettirmede kararlılık göstermiş olduğu, Hıristiyan öğretisini oldukça bütüncül bir biçimde İsa’nın benliği hakkında olacak şekilde düzenlemekti. Hıristiyan din-kuramı içinde İsa’nın kişiliğine dair bu haddinden fazla yapılmış vurgu, onun öğretilerini gölgeleyen bir sonucu yaratagelmiştir; ve, bunların tümü, Musevilerin, Muhammed takipçilerinin, Hinduların ve diğer Doğu dindarlarının İsa’nın öğretilerini kabul etmesini artan bir biçimde zor kılmıştır. Bizler, ismini taşıyagelmiş bir din içerisinde İsa’nın benliğinin içerdiği önemi olduğundan daha küçük görmemeliyiz; ancak, bizler, bu türden bir düşüncenin de onun bu dünyaya neden gelmiş oluşunu gölgelemesine ve şu kurtarıcı iletisinin yerine geçmesine izin vermemeliyiz: Tanrı’nın babalığı ve insanın kardeşliği. 149:2.4 (1670.5) 2. The second great blunder of the Master’s early followers, and one which all subsequent generations have persisted in perpetuating, was to organize the Christian teaching so completely about the person of Jesus. This overemphasis of the personality of Jesus in the theology of Christianity has worked to obscure his teachings, and all of this has made it increasingly difficult for Jews, Mohammedans, Hindus, and other Eastern religionists to accept the teachings of Jesus. We would not belittle the place of the person of Jesus in a religion which might bear his name, but we would not permit such consideration to eclipse his inspired life or to supplant his saving message: the fatherhood of God and the brotherhood of man.
149:2.5 (1670.6) İsa’nın dinine ait öğretmenler diğer dinlere, ortak olarak inanmış oldukları gerçekliklerin (onların çoğu doğrudan veya dolaylı bir biçimde İsa’nın iletisinden gelmektedir) tanınmasıyla yaklaşmalıyken, aralarındaki farklılıklara bu kadar fazla vurguda bulunmaktan kaçınmalıdır. 149:2.5 (1670.6) The teachers of the religion of Jesus should approach other religions with the recognition of the truths which are held in common (many of which come directly or indirectly from Jesus’ message) while they refrain from placing so much emphasis on the differences.
149:2.6 (1671.1) Belirli bir zaman zarfı içinde, İsa’nın ünü başlıca onun bir iyileştirici olarak tanınmışlığına dayanmış olsa da, bu gerçeklik onun hayatının sonuna kadar devam etmiş olması anlamına gelmemektedir. Zaman ilerledikçe, gittikçe artan sayıdaki kişi ruhsal yardım aramıştı. Ancak, olağan insanlara en doğrudan ve anlık etkide bulunan şey fiziksel devalar olmuştu. İsa artan bir biçimde, ahlaki köleliğin ve zihinsel tacizin kurbanları tarafından arzulanmıştı ve, o her seferinde, bu kişilere kurtuluşun yolunu öğretmişti. Babalar oğullarının idaresine dair tavsiye aramışlardı ve anneler kızlarının rehberliğinde yardım için gelmişlerdi. Karanlıkta olanlar kendisine gelmişti, ve o bu kişilere yaşamın ışığını açığa çıkarmıştı. Onun kulağı her zaman insanlığın kederlerine açıktı, ve o her zaman, hizmetini aramış olanlara yardım etmişti. 149:2.6 (1671.1) While, at that particular time, the fame of Jesus rested chiefly upon his reputation as a healer, it does not follow that it continued so to rest. As time passed, more and more he was sought for spiritual help. But it was the physical cures that made the most direct and immediate appeal to the common people. Jesus was increasingly sought by the victims of moral enslavement and mental harassments, and he invariably taught them the way of deliverance. Fathers sought his advice regarding the management of their sons, and mothers came for help in the guidance of their daughters. Those who sat in darkness came to him, and he revealed to them the light of life. His ear was ever open to the sorrows of mankind, and he always helped those who sought his ministry.
149:2.7 (1671.2) Yaratan’ın kendisi, fani bedenin sureti içinde vücutlaştırılmış olarak, yeryüzünde olduğunda, olağandışı bazı şeylerin gerçekleşecek olması kaçınılmaz bir durumdu. Ancak, sizler İsa’ya hiçbir zaman, bu, tarafınızdan-adlandırıldığı-biçimiyle, mucizevî olaylar vasıtasıyla yaklaşmamalısınız. İsa vasıtasıyla mucizeye yaklaşmayı öğreniniz; ancak, İsa’ya mucize ile yaklaşma hatasına düşmeyiniz. Ve, bu uyarı Nasıralı İsa, yeryüzü üzerinde madde-ötesi eylemleri gerçekleştirmiş olan tek din başlatıcısı olsa da, tüm gerçekliğini korumaktadır. 149:2.7 (1671.2) When the Creator himself was on earth, incarnated in the likeness of mortal flesh, it was inevitable that some extraordinary things should happen. But you should never approach Jesus through these so-called miraculous occurrences. Learn to approach the miracle through Jesus, but do not make the mistake of approaching Jesus through the miracle. And this admonition is warranted, notwithstanding that Jesus of Nazareth is the only founder of a religion who performed supermaterial acts on earth.
149:2.8 (1671.3) Mikâil’in yeryüzü üzerindeki görevinin en hayretler verici ve en devrimsel yanı, onun kadınlara olan tutumuydu. Bir erkeğin kamu içinde kendi eşine bile selam vermemesinin varsayıldığı bir dönem ve nesilde, İsa kadınları da, Celiledeki üçüncü turnesi ile ilişkili olarak müjdenin öğretmenleri halinde beraberlerinde almaya cüret etmişti. Ve, İsa’nın bunu, “kanunun sözleri kadınlara teslim edilmektense yakılması daha iyidir” şeklinde buyurmuş hahamsal öğretinin tam da karşısında gerçekleştirmenin eksiksiz cesaretine sahipti. 149:2.8 (1671.3) The most astonishing and the most revolutionary feature of Michael’s mission on earth was his attitude toward women. In a day and generation when a man was not supposed to salute even his own wife in a public place, Jesus dared to take women along as teachers of the gospel in connection with his third tour of Galilee. And he had the consummate courage to do this in the face of the rabbinic teaching which declared that it was “better that the words of the law should be burned than delivered to women.”
149:2.9 (1671.4) Bir nesil içinde İsa kadınları, saygıya layık olmadan hiçlikten ve çağların kölesel angaryasından yukarı çekmişti. Ve, İsa’nın ismini almayı cüret etmiş dinin, bu soylu örneği kadınlara olan ileri dönemdeki tutumunda takip etme cesaretinden yoksun kalışı ona dair utanç duyulması gereken bir şeydir. 149:2.9 (1671.4) In one generation Jesus lifted women out of the disrespectful oblivion and the slavish drudgery of the ages. And it is the one shameful thing about the religion that presumed to take Jesus’ name that it lacked the moral courage to follow this noble example in its subsequent attitude toward women.
149:2.10 (1671.5) İsa insanlar ile karışırken, onlar kendisini bu dönemin hurafelerinden tamamiyle uzak bulmuştu. O hiçbir dini önyargıya sahip değildi; o hiçbir zaman hoşgörüsüz nitelikte bulunmamıştı. O, kalbinde toplumsal düşmanlığa benzer hiçbir şeye sahip değildi. Kendi atalarının dininden iyi olanlara uyarken, insanın yapımı olan hurafe ve esaretin geleneklerini göz ardı etmekte tereddüt etmemişti. O; doğanın felaketlerinin, zamanın kazalarının ve diğer büyük yıkıma sahip olayların, kutsal yargıların cezalandırışı veya Kader’in gizemli emirleri olmadığını öğretme cesareti göstermişti. O, anlamsız törenlere olan kölesel bağlılığı yermiş, maddiyatçı ibadetin safsatasına dikkat çekmişti. O; cüretkâr bir biçimde insanın ruhsal özgürlüğünü duyurmuş olup, bedenin fanilerinin gerçekten de ve bir gerçek olarak yaşayan Tanrı’nın çocukları olduğunu öğretmeye cesaret etmişti. 149:2.10 (1671.5) As Jesus mingled with the people, they found him entirely free from the superstitions of that day. He was free from religious prejudices; he was never intolerant. He had nothing in his heart resembling social antagonism. While he complied with the good in the religion of his fathers, he did not hesitate to disregard man-made traditions of superstition and bondage. He dared to teach that catastrophes of nature, accidents of time, and other calamitous happenings are not visitations of divine judgments or mysterious dispensations of Providence. He denounced slavish devotion to meaningless ceremonials and exposed the fallacy of materialistic worship. He boldly proclaimed man’s spiritual freedom and dared to teach that mortals of the flesh are indeed and in truth sons of the living God.
149:2.11 (1671.6) İsa; gerçek dinin tanımlayıcı işareti olarak, temiz kalpleri temiz eller ile değiştirdiğinde, atalarının sahip olduğu her türlü öğretinin ötesine geçmişti. O, gerçekliği geleneğin yerine koymuş olup, gösteriş ve ikiyüzlülüğün tüm iddialarını bir kenara itmişti. Ve yine de, Tanrı’nın bu korkusuz insanı, büyük zararda bulunan eleştirinin dilinden dökülmesine izin vermemiş, içinde bulunduğu döneminin dini, toplumsal, ekonomik ve politik adetlerini tamamiyle göz ardı eden bir tutum sergilememişti. O, olan bir şeyin yıkımına yalnızca, akranlarına eş zamanlı olarak olması gereken niteliğindeki üstün bir şeyi sunduğunda katılmıştı. 149:2.11 (1671.6) Jesus transcended all the teachings of his forebears when he boldly substituted clean hearts for clean hands as the mark of true religion. He put reality in the place of tradition and swept aside all pretensions of vanity and hypocrisy. And yet this fearless man of God did not give vent to destructive criticism or manifest an utter disregard of the religious, social, economic, and political usages of his day. He was not a militant revolutionist; he was a progressive evolutionist. He engaged in the destruction of that which was only when he simultaneously offered his fellows the superior thing which ought to be.
149:2.12 (1672.1) İsa, zorunlu kılmadan takipçilerinin bağlılığını görmüştü. Onun kişisel çağrısını almış olan yalnızca üç kişi, takipçiliğe olan daveti kabul etmeyi reddetmişti. O, insanlar üzerinde tuhaf bir çekim etkisi yaratmaktaydı ancak, o emir-vari bir kişiliğe sahip olmamıştı. O kendine güveni talep etmiş olup, hiç kimse hiçbir zaman onun bir talepte bulunuşuna karşı gelmemişti. O takipçileri üzerinde mutlak bir yönetim gücüne sahip olmuştu; ancak, onların hiçbiri bir kez dahi olsun itiraz etmemişti. O, takipçilerinin kendisini Üstün olarak çağırmasına izin vermişti. 149:2.12 (1672.1) Jesus received the obedience of his followers without exacting it. Only three men who received his personal call refused to accept the invitation to discipleship. He exercised a peculiar drawing power over men, but he was not dictatorial. He commanded confidence, and no man ever resented his giving a command. He assumed absolute authority over his disciples, but no one ever objected. He permitted his followers to call him Master.
149:2.13 (1672.2) Üstün’e, derin temelli dini önyargıları besleyenler veya onun öğretileri içinde siyasi tehlikeleri gördüklerini düşünmüş olanlar dışında, onunla karşılaşmış olanların hepsi hayranlık beslemişti. İnsanlar, onun öğretisinin özgünlüğü ve yönetim yetkisinden temelini alan kendinden eminliği karşısında hayretler içinde kalmıştı. Onlar, geri kalmış ve sorunsal meraklılarla olan ilişkilerinde kendisinin sahip olduğu sabır karşısında şaşkınlığa düşmüşlerdi. O, hizmetinin çatısına gelmiş olan herkesin kalbinde ümit ve kendine güvenin ilhamı olmuştu. Yalnızca, kendisiyle karşılaşmamış olanlar ondan korku duymuştu; ve, o sadece, kendisini, kalplerinde her ne olursa olsun kararlıca tuttukları kötülük ve hatayı tahtan indirme nihai sonuna sahip gerçekliğin utkunu olarak görmüş olanlar tarafından nefret edilmişti. 149:2.13 (1672.2) The Master was admired by all who met him except by those who entertained deep-seated religious prejudices or those who thought they discerned political dangers in his teachings. Men were astonished at the originality and authoritativeness of his teaching. They marveled at his patience in dealing with backward and troublesome inquirers. He inspired hope and confidence in the hearts of all who came under his ministry. Only those who had not met him feared him, and he was hated only by those who regarded him as the champion of that truth which was destined to overthrow the evil and error which they had determined to hold in their hearts at all cost.
149:2.14 (1672.3) Hem arkadaşları hem de düşmanları üzerinde o, güçlü ve tuhaf bir biçimde büyüleyici bir etkide bulunmuştu. Kalabalıklar, yalnızca iyi kalpli sözlerini duymak ve yalın yaşamına bakabilmek için, haftalar boyu kendisini takip etmekteydiler. Adanmış erkek ve kadınlar İsa’yı, neredeyse insan-ötesi bir şefkat ile derinden sevmişlerdi. Ve, onlar kendisini daha iyi tanıdıkça, onu daha fazla derinden sevmişlerdi. Ve, tüm bunların hepsi hala gerçekliğini korumaktadır; bugün bile ve tüm gelecek çağlarda bu Tanrı-insanını tanımak için daha fazla insan yaklaşmakta olup, daha fazlası ona derinden sevgi besleyecek ve onu takip edecektir. 149:2.14 (1672.3) On both friends and foes he exercised a strong and peculiarly fascinating influence. Multitudes would follow him for weeks, just to hear his gracious words and behold his simple life. Devoted men and women loved Jesus with a well-nigh superhuman affection. And the better they knew him the more they loved him. And all this is still true; even today and in all future ages, the more man comes to know this God-man, the more he will love and follow after him.
3. Dini Önderlerin Düşmanlığı ^top 3. Hostility of the Religious Leaders ^top
149:3.1 (1672.4) Olağan insanlar tarafından İsa ve öğretilerinin olumlu kabulüne rağmen, Kudüs’deki dini önderler artan bir biçimde endişeli ve karşıtsal hale gelmişti. Farisiler öncesinde sistematik ve dogmasal bir din kuramı oluşturmuşlardı. İsa, içinde bulunduğu durumla ilgili öğreti veren bir öğretmendi; o, sistematik bir öğretmen değildi. İsa, yasaya kıyasla yaşamdan, derin anlamlı hikâyelerle öğretide bulunuyordu. (Ve, iletisini açıklamak için derin anlamlı bir hikâye kullandığı zaman, onu, bu amaç için hikâyenin yalnızca tek bir yönünü kullanan bir biçimde anlatıyordu. İsa’nın öğretilerine dair birçok yanlış düşünce, onun derin anlamlı hikâyelerinden insanlığa dair genel gerçeklikleri yaratmaya girişmekle elde edilebilir.) 149:3.1 (1672.4) Notwithstanding the favorable reception of Jesus and his teachings by the common people, the religious leaders at Jerusalem became increasingly alarmed and antagonistic. The Pharisees had formulated a systematic and dogmatic theology. Jesus was a teacher who taught as the occasion served; he was not a systematic teacher. Jesus taught not so much from the law as from life, by parables. (And when he employed a parable for illustrating his message, he designed to utilize just one feature of the story for that purpose. Many wrong ideas concerning the teachings of Jesus may be secured by attempting to make allegories out of his parables.)
149:3.2 (1672.5) Kudüs’deki dini önderler; genç İbrahim’in yakın zamandaki dönüşümün bir sonucu olarak, ve Petrus tarafından vaftiz edilmiş üç hafiyenin görevlerini terk edişleri ve onların bu aşamada Celile’deki ikinci duyuru turnesinde öğreti-yayıcıları ile birlikte faaliyette bulunmaları nedeniyle, neredeyse ne yaptıklarını bilmez hale gelmekteydiler. Musevi önderleri artan bir biçimde korku ve önyargı ile gözleri görmez hale gelirken, onların kalpleri, krallığın müjdesinin içermekte olduğu çekici gerçekliklerin devamlı reddi ile katılaşmıştı. İnsanlar, kendileri içinde ikamet etmekte olan ruhaniyetin çekiciliğine kendilerini tamamen kapattıklarında, orada tutumları üzerinde değişiklikte bulunmak için yapılacak çok az şey bulunmaktadır. 149:3.2 (1672.5) The religious leaders at Jerusalem were becoming well-nigh frantic as a result of the recent conversion of young Abraham and by the desertion of the three spies who had been baptized by Peter, and who were now out with the evangelists on this second preaching tour of Galilee. The Jewish leaders were increasingly blinded by fear and prejudice, while their hearts were hardened by the continued rejection of the appealing truths of the gospel of the kingdom. When men shut off the appeal to the spirit that dwells within them, there is little that can be done to modify their attitude.
149:3.3 (1672.6) İsa Bethsayda kampında öğreti-yayıcıları ile ilk kez buluştuğunda, onlara hitabını tamamladığı esnada, şunu ifadelerde bulunmuştu: “Sizler, insanın beden ve akıl içinde — duygusal olarak — bireysel bir biçimde tepki göstermekte olduğunu hatırlamalısınız. İnsanlara dair tek-tip olan tek şey, ikamet eden ruhaniyettir. Her ne kadar kutsal ruhaniyetler doğaları ve deneyimlerinin ölçüsü içerisinde bir biçimde çeşitlilik gösterebilmekteyse de, onlar tüm ruhsal çekiciliklere tek-tip şekilde tepki göstermektedir. Yalnızca bu ruhaniyet vasıtasıyla, ve ona başvuruşla, insanlık bir kez olsun bütünlüğe ve kardeşliğe erişebilir.” Ancak, Musevi önderlerinin çoğu daha öncesinden, müjdenin ruhsal çekimine kalplerinin kapılarını kapatmış haldeydi. Bu günden beri onlar, Üstün’ün yok edilişi için tasarımda bulunmaya ve kumpaslar kurmaya son vermemişlerdi. Onlar; İsa’nın, Musevi kutsal yasasının taşımış olduğu başat öğretilere karşı gelen biri olarak, bir dini suçlu biçiminde yakalanmasına, suçlu bulunmasına ve idam edilmesine karar kılmış haldelerdi. 149:3.3 (1672.6) When Jesus first met with the evangelists at the Bethsaida camp, in concluding his address, he said: “You should remember that in body and mind—emotionally—men react individually. The only uniform thing about men is the indwelling spirit. Though divine spirits may vary somewhat in the nature and extent of their experience, they react uniformly to all spiritual appeals. Only through, and by appeal to, this spirit can mankind ever attain unity and brotherhood.” But many of the leaders of the Jews had closed the doors of their hearts to the spiritual appeal of the gospel. From this day on they ceased not to plan and plot for the Master’s destruction. They were convinced that Jesus must be apprehended, convicted, and executed as a religious offender, a violator of the cardinal teachings of the Jewish sacred law.
4. Duyuru Turnesinin İlerleyişi ^top 4. Progress of the Preaching Tour ^top
149:4.1 (1673.1) İsa, bu duyuru turnesinde çok az kamu görevinde bulunmuştu; ancak, o, Yakub ve Yahya ile denk gelip konaklamış olduğu şehirlerin ve köylerin çoğunda inananlar ile birçok akşam sınıfını düzenlemişti. Bu akşam toplantılarının bir tanesinde, genç öğreti-yayıcılarından bir tanesi İsa’ya, kızgınlık hakkında bir soru yöneltmişti; ve, Üstün, başka şeylere de ek olarak, cevap halinde şunları söylemişti: 149:4.1 (1673.1) Jesus did very little public work on this preaching tour, but he conducted many evening classes with the believers in most of the cities and villages where he chanced to sojourn with James and John. At one of these evening sessions one of the younger evangelists asked Jesus a question about anger, and the Master, among other things, said in reply:
149:4.2 (1673.2) “Kızgınlık; genel olarak, bir araya gelmiş ussal ve fiziksel doğalar üzerinde ruhsal doğanın denetimde bulunmadaki başarısızlığının ölçüsünü temsil eden maddi bir dışavurumdur. Kızgınlık, hoşgörüsel kardeşsel sevginize ek olarak kendinize saygıdaki ve öz denetiminizdeki yoksunluğa işaret etmektedir. Kızgınlık; sağlığın tüm gücünü almakta, aklı bayağılaştırmakta ve insan ruhunun ruhsal öğretmenini engellemektedir. Yazıtlarda, ‘kinin budala insanı öldürdüğünü’ ve insanın ‘kendisini kendi siniriyle parçalamış olduğunu’ okumadınız mı? ‘Kin duymada yavaş kalan büyük anlayışta’ olurken, ‘siniri hemen ayağa kalkanın budalalığı yücelttiğini’? Hepiniz, ‘yumuşak bir cevabın gazabı geri döndürdüğünü’ ve nasıl da ‘ağır sözlerin kızgınlığı körüklediğini’ bilmektesiniz. ‘Sözleri dikkatlice seçmek kızgınlığı ertelerken,’ ‘kendi öz benliği üzerinde hiçbir denetime sahip olmayan birinin bir duvarsız şehir kadar savunmasız olduğunu.’ ‘Kin kaba, kızgınlık korkunçtur.’ ‘Kızgın kişiler kavgayı körüklerken, öfke duyan kişi onların suçlarını çoğaltır.’ ‘Ruhaniyetiniz içinde aceleci olmayın, zira kızgınlık budalaların göğüslerinde barınır.’’ İsa konuşmasına son vermeden önce, şu ilave cümlelerde bulunmuştu: “Ruhaniyet rehberinizin sizi, kutsal evlatlığın düzeyi ile tutarlı bulunmayan hayvansal kızgınlığın bu engelsiz patlamalarına kendinizi salıverme eğiliminden kurtarmada çok az sorun çekeceği bir biçimde kalplerinizin derin sevginin egemenliği altında bulunmasına izin verin.” 149:4.2 (1673.2) “Anger is a material manifestation which represents, in a general way, the measure of the failure of the spiritual nature to gain control of the combined intellectual and physical natures. Anger indicates your lack of tolerant brotherly love plus your lack of self-respect and self-control. Anger depletes the health, debases the mind, and handicaps the spirit teacher of man’s soul. Have you not read in the Scriptures that ‘wrath kills the foolish man,’ and that man ‘tears himself in his anger’? That ‘he who is slow of wrath is of great understanding,’ while ‘he who is hasty of temper exalts folly’? You all know that ‘a soft answer turns away wrath,’ and how ‘grievous words stir up anger.’ ‘Discretion defers anger,’ while ‘he who has no control over his own self is like a defenseless city without walls.’ ‘Wrath is cruel and anger is outrageous.’ ‘Angry men stir up strife, while the furious multiply their transgressions.’ ‘Be not hasty in spirit, for anger rests in the bosom of fools.’” Before Jesus ceased speaking, he said further: “Let your hearts be so dominated by love that your spirit guide will have little trouble in delivering you from the tendency to give vent to those outbursts of animal anger which are inconsistent with the status of divine sonship.”
149:4.3 (1673.3) Yine bu aynı oturum içerisinde Üstün topluluğa, oldukça dengeli karakterlere sahip olmanın arzulanır niteliği hakkında konuşmuştu. O, insanların çoğunun belirli bir meslek üzerindeki üstünlüğe kendilerini adamalarının gerekli olduğunu tanımıştı ancak, haddinden fazla özelleşmeye, dar görüşlü ve yaşamın etkinliklerinde sınırlanmış hale gelmenin her türlü eğiliminden çok büyük üzüntü duymuştu. O, herhangi bir erdemin aşırı uçlara taşındığı takdirde bir ahlaksızlığa dönüşebilme gerçeğine dikkat çekti. İsa her zaman, ölçüyü bulmayı duyurmuş olup, yaşamın sorunlarına karşı orantılı uyum olarak — tutarlılığı öğretmişti. O, haddinden fazla anlayışın ve acımanın, ciddi düzeyde duygusal dengesizliğe doğru alçalabileceğine işaret etmişti; coşkunun köktenciliğe kadar gidebilecek oluşunu. O, sahip olduğu imgelemin kendisini hayali ve hayata geçirilemeyecek girişimlere götürmüş bulunan eski birlikteliklerinden bir tanesinden bahsetmişti. Aynı zamanda o, haddinden fazla muhafazakâr vasatlığın içermiş olduğu bayağılığın tehlikelerine karşı uyarmıştı. 149:4.3 (1673.3) On this same occasion the Master talked to the group about the desirability of possessing well-balanced characters. He recognized that it was necessary for most men to devote themselves to the mastery of some vocation, but he deplored all tendency toward overspecialization, toward becoming narrow-minded and circumscribed in life’s activities. He called attention to the fact that any virtue, if carried to extremes, may become a vice. Jesus always preached temperance and taught consistency—proportionate adjustment of life problems. He pointed out that overmuch sympathy and pity may degenerate into serious emotional instability; that enthusiasm may drive on into fanaticism. He discussed one of their former associates whose imagination had led him off into visionary and impractical undertakings. At the same time he warned them against the dangers of the dullness of overconservative mediocrity.
149:4.4 (1673.4) Ve, bunun sonrasında İsa, zaman zaman onların nasıl da düşüncesiz ruhlar üzerinde sorumsuzca ve küstahlıkla gerçekleştirilen eylemlere götüreceği biçimde, cesaret ve inancın tehlikeleri üzerinde konuşmuştu. O aynı zamanda, dikkatli düşünüşün ve incelikle hareket edişin nasıl da, aşırı uçlara götürüldüğünde, korkaklıkla ve başarısızlıkla sonuçlanacağını göstermişti. O, duygusallığa boğulmadan anlayışı, ikiyüzlülüğe düşmeden dindarlığı talep etmişti. O, korku ve hurafeden uzak olan derin saygıyı öğretmişti. 149:4.4 (1673.4) And then Jesus discoursed on the dangers of courage and faith, how they sometimes lead unthinking souls on to recklessness and presumption. He also showed how prudence and discretion, when carried too far, lead to cowardice and failure. He exhorted his hearers to strive for originality while they shunned all tendency toward eccentricity. He pleaded for sympathy without sentimentality, piety without sanctimoniousness. He taught reverence free from fear and superstition.
149:4.5 (1674.1) Dengeli karaktere dair İsa’nın ne öğretmiş olduğu değil, onun öz yaşamının öğretisinin bu türden seçkin bir örneklenişi oluşu havariler üzerinde daha güçlü etkide bulunmuştu. O, sıkıntı ve fırtınanın ortasında yaşamıştı ancak, o hiçbir zaman sendelememişti. Düşmanları sürekli bir biçimde kendisi için tuzaklar kurmuşlardı, ancak onu hiçbir zaman kapanlarına kıstıramamışlardı. Bilge ve eğitimli olanlar onu düşürmeye çabalamıştı ama, İsa, sendelemedi. Onlar kendisini tartışma içinde alt etmeye çabaladı ancak, İsa’nın cevapları her zaman aydınlatıcı, soylu ve nihai olmuştu. Konuşmaları çok fazla soru ile bölündüğünde, onun cevapları her zaman dikkate değer ve ikna edici nitelikte olmuştu. O hiçbir zaman son çare olarak; her türlü sahte, adaletsiz ve doğru olmayan saldırı türünü kendisine uygulamada tereddüt etmemiş düşmanlarının devamlı baskılarıyla mücadele etmek için soylu olmayan taktiklere başvurmamıştı. 149:4.5 (1674.1) It was not so much what Jesus taught about the balanced character that impressed his associates as the fact that his own life was such an eloquent exemplification of his teaching. He lived in the midst of stress and storm, but he never wavered. His enemies continually laid snares for him, but they never entrapped him. The wise and learned endeavored to trip him, but he did not stumble. They sought to embroil him in debate, but his answers were always enlightening, dignified, and final. When he was interrupted in his discourses with multitudinous questions, his answers were always significant and conclusive. Never did he resort to ignoble tactics in meeting the continuous pressure of his enemies, who did not hesitate to employ every sort of false, unfair, and unrighteous mode of attack upon him.
149:4.6 (1674.2) Birçok erkek ve kadın, hayatın geçimi için bir iş olarak, belirli bir amaca kendilerini kararlı ve çok çalışır halde vermek zorunda iken, insan varlıklarının zamanla, yeryüzü üzerinde hayatın yaşandığı biçimiyle yaşam ile olan kültürel aşinalığın geniş bir kapsamını elde etmeleri bütünüyle arzu edilir bir şeydir. Gerçekten eğitimli olan kişiler, akranlarının yaşamlarına ve eylemlerine bilgisiz bir halde kalmaktan tatminkâr değillerdir. 149:4.6 (1674.2) While it is true that many men and women must assiduously apply themselves to some definite pursuit as a livelihood vocation, it is nevertheless wholly desirable that human beings should cultivate a wide range of cultural familiarity with life as it is lived on earth. Truly educated persons are not satisfied with remaining in ignorance of the lives and doings of their fellows.
5. Tatminkârlığa dair Ders ^top 5. Lesson Regarding Contentment ^top
149:5.1 (1674.3) İsa, Şimon Zelotes’in yüksek denetimi altında çalışmakta olan öğreti-yayıcılarının topluluğunu ziyaret ettiğinde, onların akşam toplantısı içinde Şimon Üstün’e şu soruyu yöneltmişti: “Neden bazı insanlar diğerlerine göre çok daha mutlu ve tatminkârlar? Tatminkârlık bir dini deneyim meselesi midir?” Diğer şeyler arasında, İsa Şimon’un sorusuna cevap olarak şunu söylemişti: 149:5.1 (1674.3) When Jesus was visiting the group of evangelists working under the supervision of Simon Zelotes, during their evening conference Simon asked the Master: “Why are some persons so much more happy and contented than others? Is contentment a matter of religious experience?” Among other things, Jesus said in answer to Simon’s question:
149:5.2 (1674.4) “Şimon, bazı insanlar içkin bir biçimde diğerlerine kıyasla daha mutludur. Bu içkin mutluluktan daha fazlası, çok daha fazlası, insanın, içinde yaşamakta olan Yaratıcı’nın ruhaniyeti tarafından rehberlik edilişine ve yönlendirilişine olan istekliliğine dayanmaktadır. Yazıtlar’da bilge kişinin şu sözlerini okumadın mı, ‘İnsanın ruhu, tüm iç kısımlarını arayan bir biçimde, Koruyucu’nun mumudur? Ve, buna ek olarak, bu tür ruhaniyet-tarafından-yönlendirilmekte olan faniler şöyle söyler: ‘Şansıma, her şey bende yerli yerine oturmuştur; evet, ben büyük bir mirasa sahibim.’ ‘Doğru bir kişinin sahip olduğu az bir şey, birçok şeye sahip olan ahlaksızdan daha iyidir,’ zira ‘iyi bir kişi, memnuniyeti kendi içinde bulur.’ ‘Mutlu bir kalp neşeli bir çehreyi yaratmakta olup, devamlı bir şölendir. Büyük hazinelere ve onun getirdiği sorunlara sahip olmaktansa, Koruyucu’ya biraz da olsa derin saygı duymak daha iyidir. Koca bir öküz ve onunla beraber bulunan düşmanlık karşısında, sevginin olduğu sebzeli ve baharatlı bir akşam yemeği daha iyidir. Dürüstlük olmadan gerçekleşen büyük kazançlar karşısında doğrulukla gelen küçük bir kar daha iyidir.’ ‘Sevinçli bir kalp, bir ilaç kadar iyi etkide bulunmaktadır.’ ‘Keder ve sinir hali içinde her şeye fazlasıyla sahip olmak karşısında, bir avuç şey ile başı rahat halde bulunmak daha iyidir.’ 149:5.2 (1674.4) “Simon, some persons are naturally more happy than others. Much, very much, depends upon the willingness of man to be led and directed by the Father’s spirit which lives within him. Have you not read in the Scriptures the words of the wise man, ‘The spirit of man is the candle of the Lord, searching all the inward parts’? And also that such spirit-led mortals say: ‘The lines are fallen to me in pleasant places; yes, I have a goodly heritage.’ ‘A little that a righteous man has is better than the riches of many wicked,’ for ‘a good man shall be satisfied from within himself.’ ‘A merry heart makes a cheerful countenance and is a continual feast. Better is a little with the reverence of the Lord than great treasure and trouble therewith. Better is a dinner of herbs where love is than a fatted ox and hatred therewith. Better is a little with righteousness than great revenues without rectitude.’ ‘A merry heart does good like a medicine.’ ‘Better is a handful with composure than a superabundance with sorrow and vexation of spirit.’
149:5.3 (1674.5) “İnsanın kederinin çoğu, geleceğe dair hayallerinin boşa çıkmasından ve gururunun incinmesinden doğmaktadır. Her ne kadar insanlar, yeryüzü üzerindeki yaşamlarını en iyi hale getirmek için kendilerine bir sorumluluk borçlu olsalar da, bu yolda samimi bir biçimde ellerinden gelenin en iyisi yapmış olarak, paylarına düşeni neşeli bir biçimde kabul etmeli ve ellerinde mevcut olanlar içinden en iyi sonucu almanın yaratıcılığını uygulamalıdırlar. İnsanın sorunlarının çok büyük bir kısmı, kendi doğaya ait kalbinin sahip olduğu korku toprağından kaynağını almaktadır. ‘Hiçbir kişi peşine düşmediğinde ahlaksız kaçmaktadır.’ ‘Ahlaksızlar huzursuz deniz gibidir, rahat duramazlar; ancak, onların suları çamur ve kir taşımaktadır; Tanrı, ahlaksızların huzuru yoktur der.’ 149:5.3 (1674.5) “Much of man’s sorrow is born of the disappointment of his ambitions and the wounding of his pride. Although men owe a duty to themselves to make the best of their lives on earth, having thus sincerely exerted themselves, they should cheerfully accept their lot and exercise ingenuity in making the most of that which has fallen to their hands. All too many of man’s troubles take origin in the fear soil of his own natural heart. ‘The wicked flee when no man pursues.’ ‘The wicked are like the troubled sea, for it cannot rest, but its waters cast up mire and dirt; there is no peace, says God, for the wicked.’
149:5.4 (1674.6) “Bu nedenle; sahte huzuru ve geçici neşeyi aramayın, ruhaniyet içinde kendinden eminliği, tatminkârlığı ve en yüksek düzeyde neşeyi açığa çıkaran inancın güvencesini ve kutsal evlatlığın kesinliklerini arayın.” 149:5.4 (1674.6) “Seek not, then, for false peace and transient joy but rather for the assurance of faith and the sureties of divine sonship which yield composure, contentment, and supreme joy in the spirit.”
149:5.5 (1675.1) İsa neredeyse hiçbir zaman, bu dünyayı bir “gözyaşı dünyası” olarak görmüştü. O bunun yerine bu dünyaya, “ruhun yapım dünyası” olarak, Cennet yükselişine ait ebedi ve ölümsüz ruhaniyetlerin doğum âlemi gözüyle bakmıştı. 149:5.5 (1675.1) Jesus hardly regarded this world as a “vale of tears.” He rather looked upon it as the birth sphere of the eternal and immortal spirits of Paradise ascension, the “vale of soul making.”
6. “Koruyucu Korkusu” Üzerine ^top 6. The “Fear of the Lord” ^top
149:6.1 (1675.2) Akşam söyleşisi içinde, Filip İsa’ya şunu Gamala’da söylemişti: “Üstünümüz, neden Yazıtlar bizlere ‘Koruyucu korkusunu’ öğretirken, sen bizim, cennet içindeki Yaratıcı’ya korkmadan bakmamızı istiyorsun? Bizler bu öğretileri nasıl uyumlaştıracağız?” Ve, İsa, şunu söyleyen bir biçimde, Filip’e cevap vermişti: 149:6.1 (1675.2) It was at Gamala, during the evening conference, that Philip said to Jesus: “Master, why is it that the Scriptures instruct us to ‘fear the Lord,’ while you would have us look to the Father in heaven without fear? How are we to harmonize these teachings?” And Jesus replied to Philip, saying:
149:6.2 (1675.3) “Benim çocuklarım, sizlerin bu türden soruları sormanız karşısında şaşırmamaktayım. En başta yalnızca korku vasıtasıyla insan derin saygıyı öğrenebilmekteydi; ancak, ben, Ebedi’ye gerçekleştirilecek olan ibadete, bir evladın şefkatli farkındalığı ile çekilebilmeniz ve Baba’nın derin ve kusursuz derin sevgisini karşılık olarak görebilmeniz için, Yaratıcı’nın derin sevgisini açığa çıkarmak amacıyla gelmiş bulunmaktayım. Ben sizleri, kıskanç ve kindar bir Kral-Tanrı’nın sinir bozucu hizmetine olan kölesel korkuyla hareket edişinizin esaretinden kurtarmak istiyorum. Ben sizlere sevgi-dolu, adil ve bağışlayıcı bir Baba-Tanrı’nın ulvi ve yüce özgür ibadetine neşeyle yönlenebilmeniz için Tanrı ve insan arasındaki Baba-evlat ilişkisinde öğretimimde bulunmaktayım. 149:6.2 (1675.3) “My children, I am not surprised that you ask such questions. In the beginning it was only through fear that man could learn reverence, but I have come to reveal the Father’s love so that you will be attracted to the worship of the Eternal by the drawing of a son’s affectionate recognition and reciprocation of the Father’s profound and perfect love. I would deliver you from the bondage of driving yourselves through slavish fear to the irksome service of a jealous and wrathful King-God. I would instruct you in the Father-son relationship of God and man so that you may be joyfully led into that sublime and supernal free worship of a loving, just, and merciful Father-God.
149:6.3 (1675.4) “‘Koruyucu korkusu’; korkudan gelen bir biçimde, acı ve dehşet boyunca çekinerek boyun eğiş ve derin saygıya doğru evirilerek, ilerleyen çağlarda farklı anlamlara sahip olagelmiştir. Ve, şimdi derin saygıdan ben sizleri, tanımayla, farkındalıkla ve takdir ile derin sevgiye götürmek istiyorum. İnsan, yalnızca Tanrı’nın yapmış olduğu şeylerin farkına vardığında, En Yüce’den korku duymaya yönlenir; ancak, insan, yaşayan Tanrı’nın kişiliği ve karakterini anlamaya ve deneyimlemeye başladığında, artan bir biçimde, bu türden iyi ve kusursuz olan evrensel ve ebedi Baba’yı derinden sevmeye yönlenir. Ve, bu, yeryüzü üzerinde İnsan Evladı’nın görevini oluşturan insanın Tanrı ile olan ilişkisinin değiştirici niteliğidir. 149:6.3 (1675.4) “The ‘fear of the Lord’ has had different meanings in the successive ages, coming up from fear, through anguish and dread, to awe and reverence. And now from reverence I would lead you up, through recognition, realization, and appreciation, to love. When man recognizes only the works of God, he is led to fear the Supreme; but when man begins to understand and experience the personality and character of the living God, he is led increasingly to love such a good and perfect, universal and eternal Father. And it is just this changing of the relation of man to God that constitutes the mission of the Son of Man on earth.
149:6.4 (1675.5) “Akıllı çocuklar, ellerinden iyi hediyeleri alabilecek için babalarından korku duymazlar; ancak, babanın oğulları ve kızları için beslemiş olduğu şefkatin getirdiği bahşedilmiş iyi şeylerin bolluğunu hâlihazırda almış olarak bu oldukça çok sevilmekte olan çocuklar, bu türden fazlasıyla cömert yardımın karşılıksal tanınışı ve takdiri içinde babalarını derinden sevmeye yönlenirler. Tanrı’nın iyiliği pişmanlığa götürür; Tanrı’nın yararı hizmeti götürür; Tanrı’nın bağışlaması günahlardan arınmaya götürür; bunların karşısında, Tanrı’nın derin sevgisi, ussal ve koşulsuz sevgi içindeki ibadetine götürür. 149:6.4 (1675.5) “Intelligent children do not fear their father in order that they may receive good gifts from his hand; but having already received the abundance of good things bestowed by the dictates of the father’s affection for his sons and daughters, these much loved children are led to love their father in responsive recognition and appreciation of such munificent beneficence. The goodness of God leads to repentance; the beneficence of God leads to service; the mercy of God leads to salvation; while the love of God leads to intelligent and freehearted worship.
149:6.5 (1675.6) “Atalarınız Tanrı’dan, kendisi kudretli ve gizemli olduğu için korkmuştu. Sizlere ona; kendisi derin sevgide muazzam, bağışlamada cömert ve gerçeklikte ihtişamlı olduğu için hayranlık duymalısınız. Tanrı’nın gücü, insanın kalbinde korkuyu açığa çıkarmaktadır; ancak, onun kişiliğinin sahip olduğu soyluluk ve doğruluk derin saygıyı, derin sevgiyi ve gönüllü ibadeti doğurmaktadır. Sorumluluklarını yerine getiren ve şefkatli bir evlat, kudretli ve soylu bir babadan korkmaz veya ondan endişe duymaz. Ben bu dünyaya; korkunun yerine derin sevgiyi, kederin yerine neşeyi, endişenin yerine kendine güveni, kölesel esaret ve anlamsız törenlerin yerine sevgi dolu hizmeti ve takdirsel ibadeti koymak için gelmiş bulunmaktayım. Ancak, karanlık içindekiler için ‘Koruyucu korkusunun bilgeliğin başlangıcı’ olduğu hale gerçek olan bir şeydir. Ancak, ışık daha bütüncül bir biçimde geldiğinde, Tanrı’nın evlatları Sınırsız’ı, ne yaptığı için korku duymak yerine kim olduğu için övmeye yönleneceklerdir. 149:6.5 (1675.6) “Your forebears feared God because he was mighty and mysterious. You shall adore him because he is magnificent in love, plenteous in mercy, and glorious in truth. The power of God engenders fear in the heart of man, but the nobility and righteousness of his personality beget reverence, love, and willing worship. A dutiful and affectionate son does not fear or dread even a mighty and noble father. I have come into the world to put love in the place of fear, joy in the place of sorrow, confidence in the place of dread, loving service and appreciative worship in the place of slavish bondage and meaningless ceremonies. But it is still true of those who sit in darkness that ‘the fear of the Lord is the beginning of wisdom.’ But when the light has more fully come, the sons of God are led to praise the Infinite for what he is rather than to fear him for what he does.
149:6.6 (1675.7) “Çocuklar genç ve düşünmez haldeler iken, ebeveynlerine layık oldukları onuru göstermeleri için zorunlu bir biçimde uyarılmaları gerekir; ancak, onlar büyüdüğünde ve bir biçimde ebeveynsel hizmet ve korumanın yararlarını daha fazla takdir eden hale geldiklerinde, anlayış içindeki saygı ve artan şefkat vasıtasıyla onlar, ebeveynlerini o zamana kadar ne yapmış olduklarından çok kim olageldikleri için sevdikleri deneyim düzeyine yükselirler. Baba içkin bir biçimde kendi çocuğunu sevmektedir; ancak, çocuk babası için beslemiş olduğu sevgiyi, babasının ne yapabileceğine dair duymuş olduğu korkudan, çekinerek boyun eğiş, endişe, bağlılık ve derin saygı boyunca, sevginin takdirsel ve şefkatli bir düşüncesine doğru geliştirmek zorundadır. 149:6.6 (1675.7) “When children are young and unthinking, they must necessarily be admonished to honor their parents; but when they grow older and become somewhat more appreciative of the benefits of the parental ministry and protection, they are led up, through understanding respect and increasing affection, to that level of experience where they actually love their parents for what they are more than for what they have done. The father naturally loves his child, but the child must develop his love for the father from the fear of what the father can do, through awe, dread, dependence, and reverence, to the appreciative and affectionate regard of love.
149:6.7 (1676.1) “Sizlere, ‘Tanrı’dan korkmak ve onun emirlerini yerine getirmek zorunda olmanız, zira bunun insanın bütüncül görevi olduğu’ öğretilegelmiştir. Ancak, ben, sizlere yeni ve daha yüksek bir emir vermek için gelmiş bulunmaktayım. Ben sizlere, ‘Tanrı’yı derinden sevin ve onun iradesini yerine getirmeyi öğrenin, zira bu Tanrı’nın özgürleştirilmiş evlatlarının en yüksek ayrıcalığı’ olduğunu öğretmek istiyorum. Sizlerin atalarına, ‘Her Şeye Gücü Yeten Kral biçiminde — Tanrı korkusu’ öğretilmişti. Ben sizlere, ‘tamamiyle bağışlayıcı olan Baba biçiminde — Tanrı’yı derinden sevin’i öğretmekteyim. 149:6.7 (1676.1) “You have been taught that you should ‘fear God and keep his commandments, for that is the whole duty of man.’ But I have come to give you a new and higher commandment. I would teach you to ‘love God and learn to do his will, for that is the highest privilege of the liberated sons of God.’ Your fathers were taught to ‘fear God—the Almighty King.’ I teach you, ‘Love God—the all-merciful Father.’
149:6.8 (1676.2) “Benim duyurmak için gelmiş bulunduğum, cennetin krallığında, yüksek ve kudretli hiçbir kral yoktur; bu krallık kutsal bir ailedir. Ussal varlıklardan oluşan bu uçsuz bucaksız kardeşliğin evrensel bir biçimde tanınan ve koşulsuz bir biçimde ibadet edilen merkezi ve başı benim Babam ve sizlerin Babasıdır. Ben onun Evladıyım, ve sizler de onun evladısınız. Bu nedenle, sizler ve benim cennetsel yerleşkede kardeşler olduğumuz ebedi bir biçimde gerçek olan bir şeydir; ve, bu daha da gerçek bir biçimde doğruluk taşımaktadır, zira bizler yeryüzü yaşamında kardeşler haline gelmiş bulunmaktayız. Bu nedenle, Tanrı’dan bir kral olarak korkmaya veya ona sizlerin bir efendisi gibi hizmet etmeye son verin; ona Yaratan olarak derin saygı duymayı öğrenin; onu, sizin genç ruhaniyetinizin Babası olarak onurlandırın; onu bağışlayıcı bir koruyan olarak derinden sevin; ve, nihai olarak ona, daha olgun olan ruhsal farkındalığınızın ve takdirinizin sevgi dolu ve her şeyi bilen Babası olarak ibadet edin. 149:6.8 (1676.2) “In the kingdom of heaven, which I have come to declare, there is no high and mighty king; this kingdom is a divine family. The universally recognized and unreservedly worshiped center and head of this far-flung brotherhood of intelligent beings is my Father and your Father. I am his Son, and you are also his sons. Therefore it is eternally true that you and I are brethren in the heavenly estate, and all the more so since we have become brethren in the flesh of the earthly life. Cease, then, to fear God as a king or serve him as a master; learn to reverence him as the Creator; honor him as the Father of your spirit youth; love him as a merciful defender; and ultimately worship him as the loving and all-wise Father of your more mature spiritual realization and appreciation.
149:6.9 (1676.3) “Cennet içindeki Yaratıcı’ya dair yanlış kavramsallaşmalarınızdan sahte alçak-gönüllülük düşünceleriniz doğmuş olup, ikiyüzlülüğünüzün çoğu filiz vermiştir. İnsan doğası ve kökeni bakımından bir toz parçası olabilir; ancak, benim Babamın ruhaniyeti tarafından ikamet edilir hale geldiğinde, bu aynı insan nihai sonu bakımından kutsal hale gelmektedir. Benim Babamın bahşedilen ruhaniyeti kesin bir biçimde kutsal kaynağa ve geldiği kökenin kâinat düzeyine geri dönecektir; ve, bu ikamet eden ruhaniyetin yeniden doğmuş çocuğu haline gelecek olan fani insanın insan ruhu, kutsal ruhaniyetle birlikte kesin bir biçimde ebedi Yaratıcı’nın mevcudiyetinin tam da karşısına çıkacaktır. 149:6.9 (1676.3) “Out of your wrong concepts of the Father in heaven grow your false ideas of humility and springs much of your hypocrisy. Man may be a worm of the dust by nature and origin, but when he becomes indwelt by my Father’s spirit, that man becomes divine in his destiny. The bestowal spirit of my Father will surely return to the divine source and universe level of origin, and the human soul of mortal man which shall have become the reborn child of this indwelling spirit shall certainly ascend with the divine spirit to the very presence of the eternal Father.
149:6.10 (1676.4) “Alçak-gönüllülük, gerçekten de, cennet içindeki Yaratıcı’dan tüm bu hediyeleri almakta olan fani insan haline gelmektedir, cennetsel krallığın ebedi yükselişi için bu türden inanç adaylarına eklemlenmiş kutsal bir soyluluk mevcut bulunmuş olsa da. Gösteriş peşindeki ve sahte bir alçak-gönüllülüğün anlamsız ve alt-düzeydeki uygulamaları, kurtuluş kaynağınızın takdiri ve ruhaniyetten doğmuş olan ruhlarınızın nihai sonunun tanınışı ile karşılaştırılamayacak düzeydedir. Tanrı önündeki alçak-gönüllülük, kalplerinizin derinliklerinde tamamiyle kabul edilir olan niteliktedir; insanlar önündeki başı-yumuşaklık takdir edilesidir; ancak, bireyin bilinçli bir biçimde gerçekleştirmiş olduğu ve ilgi çekmeyi arzulayan alçak gönüllülüğün taşıdığı ikiyüzlülük çocuksu ve krallığın aydınlanmış evlatlarına yakışmayacak niteliktedir. 149:6.10 (1676.4) “Humility, indeed, becomes mortal man who receives all these gifts from the Father in heaven, albeit there is a divine dignity attached to all such faith candidates for the eternal ascent of the heavenly kingdom. The meaningless and menial practices of an ostentatious and false humility are incompatible with the appreciation of the source of your salvation and the recognition of the destiny of your spirit-born souls. Humility before God is altogether appropriate in the depths of your hearts; meekness before men is commendable; but the hypocrisy of self-conscious and attention-craving humility is childish and unworthy of the enlightened sons of the kingdom.
149:6.11 (1676.5) “Tanrı önünde başı-yumuşak ve insanlar önünde kendinizi denetler olmakla sizler iyi bir şey yapmaktasınız; ancak, başı-yumuşaklığınızın, kendinizin ahlaki olarak doğru oluşunuza inanışınızdan gelen öz benliksel üstünlük duygusuna ait son kertede bireyin yalnızca kendisini aldatmış olduğu gösterisi yerine ruhsal kökenden gelmesine dikkat edin. Tanrı-elçisi, ‘Tanrı ile alçak-gönüllü bir biçimde yürü’ dediği zaman ne dediğini çok iyi biliyordu, zira cennet içindeki Yaratıcı Sınırsız ve Ebedi olup, o aynı zamanda, ‘hatasını gören bir akıldaki ve alçak-gönüllü olan bir ruhaniyetteki’ içinde ikamet etmektedir. Benim Babam gururu küçük görmekte, ikiyüzlülükten nefret etmekte ve haksızlıktan iğrenmektedir. Ve, fani insanın cennetin krallığının ruhaniyet gerçekliklerine olan girişi için oldukça temel nitelikte bulunan aklın tutumu ve ruhaniyetin karşılığının örneklendirilişi halinde sıklıkla küçük çocuklara atıfta bulunmamın sebebi, içtenliğin değerini ve cennetsel Baba’nın sevgi dolu desteğine ve doğru rehberliğine olan kusursuz güveni vurgulamaktı. 149:6.11 (1676.5) “You do well to be meek before God and self-controlled before men, but let your meekness be of spiritual origin and not the self-deceptive display of a self-conscious sense of self-righteous superiority. The prophet spoke advisedly when he said, ‘Walk humbly with God,’ for, while the Father in heaven is the Infinite and the Eternal, he also dwells ‘with him who is of a contrite mind and a humble spirit.’ My Father disdains pride, loathes hypocrisy, and abhors iniquity. And it was to emphasize the value of sincerity and perfect trust in the loving support and faithful guidance of the heavenly Father that I have so often referred to the little child as illustrative of the attitude of mind and the response of spirit which are so essential to the entrance of mortal man into the spirit realities of the kingdom of heaven.
149:6.12 (1677.1) “Tanrı-elçisi Yeremya şunu söylediğinde, birçok faniyi oldukça iyi bir biçimde tasvir etmişti: ‘Sizler Tanrı’ya ağızda yakın, ancak kalpte uzaksınız.’ Ve, şunu söylemiş peygamberin o ne yaptığını bilen uyarısında mı okumadınız: ‘Böyle din-adamları para ile öğretimde bulunuyor, ve böyle tanrı-elçileri para için kutsuyor. Aynı zamanda onlar dindarlığı olumlayıp, Koruyucu’nun kendileri ile birlikte olduğunu duyuruyorlar.’ ‘Kalplerinde kötü bir şey yapma arzusu olduğunda komşularına barıştan bahsedenler’, ‘dudakları ile övgü yağdırıp kalpleriyle tam tersini hissedenlere’ karşı oldukça iyi bir biçimde uyarılmadınız mı? Güven duyan bir insanın kederleri içinde hiçbir şey, kendisine güvenilmekte olan bir arkadaşın evinde yaralanmak’ kadar korkunç değildir.’” 149:6.12 (1677.1) “Well did the Prophet Jeremiah describe many mortals when he said: ‘You are near God in the mouth but far from him in the heart.’ And have you not also read that direful warning of the prophet who said: ‘The priests thereof teach for hire, and the prophets thereof divine for money. At the same time they profess piety and proclaim that the Lord is with them.’ Have you not been well warned against those who ‘speak peace to their neighbors when mischief is in their hearts,’ those who ‘flatter with the lips while the heart is given to double-dealing’? Of all the sorrows of a trusting man, none are so terrible as to be ‘wounded in the house of a trusted friend.’”
7. Bethsayda’ya Geri Dönüş ^top 7. Returning to Bethsaida ^top
149:7.1 (1677.2) Andreas, Şimon Petrus ile danışma içinde ve İsa’nın onayı ile; turneyi sonlandırma ve Bethsayda’ya, Aralık ayının 30’u, Perşembe günü gerçekleşmiş bir biçimde, en kısa zamanda geri dönme yönergeleri ile birlikte ulakları çeşitli duyuru topluluklarına göndermesi için Bethsayda’daki Davud’a emir vermişti. Akşam yemeği zamanı o yağmurlu günde, havarisel kafilenin ve öğretim içindeki öğreti-yayıcılarının hepsi Zübeyde’nin evine varmıştı. 149:7.1 (1677.2) Andrew, in consultation with Simon Peter and with the approval of Jesus, had instructed David at Bethsaida to dispatch messengers to the various preaching groups with instructions to terminate the tour and return to Bethsaida sometime on Thursday, December 30. By supper time on that rainy day all of the apostolic party and the teaching evangelists had arrived at the Zebedee home.
149:7.2 (1677.3) Topluluk, Bethsayda’daki ve yakında bulunan Kapernaum’daki evlerde ağırlanan bir biçimde, Şabat gününe kadar beraber kalmayı sürdürmüştü; Şabat’dan sonra kafilenin tamamına, ailelerine doğru evlerine gitmeleri, arkadaşlarını ziyaret etmeleri veya balık tutmaları için iki haftalık bir ara verilmişti. Bethsayda’da iki veya üç gün boyunca beraber halde bulunmuş olarak onlar, gerçekten de, büyüleyici ve ilham vericiydi; yaşça daha büyük öğretmenler bile, deneyimlerini anlattıkça genç duyuruculardan yeni bir şeyler öğrenmekteydiler. 149:7.2 (1677.3) The group remained together over the Sabbath day, being accommodated in the homes of Bethsaida and near-by Capernaum, after which the entire party was granted a two weeks’ recess to go home to their families, visit their friends, or go fishing. The two or three days they were together in Bethsaida were, indeed, exhilarating and inspiring; even the older teachers were edified by the young preachers as they narrated their experiences.
149:7.3 (1677.4) Celiledeki bu ikinci duyuru turnesine katılmış olan 117 öğreti-yayıcısı içinde, yaklaşık olarak yalnızca yetmiş beş kişi mevcut deneyim sınavını geçmiş olup, iki haftalık aranın sonucunda hizmet görevine atanmak için hazır konumda bulunmuşlardı. Andreas, Petrus, Yakub ve Yahya ile beraber halde İsa, Zübeyde’nin evinde kalmaya devam etmiş olup, zamanının büyük bir kısmını krallığın refahı ve genişlemesi hususunda konuşmalarda bulunmakla geçirmişti. 149:7.3 (1677.4) Of the 117 evangelists who participated in this second preaching tour of Galilee, only about seventy-five survived the test of actual experience and were on hand to be assigned to service at the end of the two weeks’ recess. Jesus, with Andrew, Peter, James, and John, remained at the Zebedee home and spent much time in conference regarding the welfare and extension of the kingdom.