130. Makale Paper 130
Roma Yolu On the Way to Rome
130:0.1 (1427.1) ROMA dünyası gezintisi, İsa’nın dünya üzerindeki yirmi sekizinci yılın büyük bir kısmını ve yirmi dokuzuncu yaşının tamamını kapladı. İsa ve Hindistanlı — Gonod ve onun oğlu Ganid ismindeki — iki yerli Kudüs’den, M.S. 22.yılında Nisan’ın 26’ında, bir Pazar yola çıkmışlardı. Onlar yolculuklarını planlamış oldukları zaman zarfında gerçekleştirmiş olup, İsa baba ve oğluna, M.S. 23.yılında olarak, ertesi yılın Aralık ayının onuncu günü Basra Körfezi üzerindeki Çaraks şehrinde elveda etmişti. 130:0.1 (1427.1) THE tour of the Roman world consumed most of the twenty-eighth and the entire twenty-ninth year of Jesus’ life on earth. Jesus and the two natives from India—Gonod and his son Ganid—left Jerusalem on a Sunday morning, April 26, a.d. 22. They made their journey according to schedule, and Jesus said good-bye to the father and son in the city of Charax on the Persian Gulf on the tenth day of December the following year, a.d. 23.
130:0.2 (1427.2) Kudüs’den onlar Kayserya’ya Yafa üzerinden gittiler. Kayserya’da onlar İskenderiye için bir bota bindiler. İskenderiye’den Lasea’ya Girit’de denizden yol aldılar. Girit’den onlar, Kirene önünden, Karaca’ya için denizde ilerlediler. Kartaca’da onlar; Malta, Siraküza ve Messina’da durarak, Napoli için bir tekneye bindiler. Napoli’den onlar, Appian Yolu üzerinden Roma’ya gittikleri yer olan Capua’ya vardılar. 130:0.2 (1427.2) From Jerusalem they went to Caesarea by way of Joppa. At Caesarea they took a boat for Alexandria. From Alexandria they sailed for Lasea in Crete. From Crete they sailed for Carthage, touching at Cyrene. At Carthage they took a boat for Naples, stopping at Malta, Syracuse, and Messina. From Naples they went to Capua, whence they traveled by the Appian Way to Rome.
130:0.3 (1427.3) Roma’daki ikametlerinden sonra onlar, Nikopolis ve Korint’de duran bir biçimde, Yunanistan’daki Atina için demir aldılar. Atina’dan onlar, Troas üzerinden Efes’e gittiler. Efes’den, Rodos’u deniz yollarının içine katan bir biçimde, Kıbrıs için demir aldılar. Onlar önemli miktardaki zamanlarını Kıbrıs üzerinde ziyarette ve dinlenmede harcamış olup, bunun sonrasında Suriye’de bulunan Antakya’ya denizden hareket ettiler. Antakya’dan Sidon’a güney doğrultusunda hareket etmiş olup, bunun sonrasında Şam’a uğradılar. Buradan kervan ile, Tipsakus ve Larissa’dan geçen bir şekilde, Mezopotamya’ya seyahat ettiler. Onlar, Ur ve diğer yerleri ziyaret eden bir biçimde, vakitlerinin belli bir kısmını Babil’de harcamış olup, bunun sonrasında Susa’a gittiler. Susa’dan, Gonod ve Ganid’in Hindistan için yola çıktıkları yer olan, Çaraks’a seyahat ettiler. 130:0.3 (1427.3) After their stay in Rome they went overland to Tarentum, where they set sail for Athens in Greece, stopping at Nicopolis and Corinth. From Athens they went to Ephesus by way of Troas. From Ephesus they sailed for Cyprus, putting in at Rhodes on the way. They spent considerable time visiting and resting on Cyprus and then sailed for Antioch in Syria. From Antioch they journeyed south to Sidon and then went over to Damascus. From there they traveled by caravan to Mesopotamia, passing through Thapsacus and Larissa. They spent some time in Babylon, visited Ur and other places, and then went to Susa. From Susa they journeyed to Charax, from which place Gonod and Ganid embarked for India.
130:0.4 (1427.4) İsa, Gonod ve Ganid tarafından konuşulmakta olan dilin başlangıç düzeylerini, Şam’da dört ay boyunca çalışırken kazanmıştı. Burada bulunurken, İsa zamanının büyük bir kısmını, Gonod’un gelmekte olduğu yöreden olan bir yurttaşı tarafından yardım gören bir biçimde, Yunan dilinden Hindistan dillerinden bir tanesine olan çeviriler üzerinde emek harcayarak geçirmekteydi. 130:0.4 (1427.4) It was while working four months at Damascus that Jesus had picked up the rudiments of the language spoken by Gonod and Ganid. While there he had labored much of the time on translations from Greek into one of the languages of India, being assisted by a native of Gonod’s home district.
130:0.5 (1427.5) Bu Akdeniz gezintisi üzerindeyken, İsa gününün yaklaşık olarak yarısını, Gonod’un iş görüşmeleri ve toplumsal iletişimleri süresince Ganid’e öğretmenlik yaparak harcamaktaydı. Kendi idaresinde olmuş olan, her günün geride kalan kısmını, o; kamu hizmetinin hemen öncesindeki bu yıllar boyunca sahip olduğu etkinlikleri oldukça bütüncül bir biçimde temsil etmiş olan, âlemin fanileriyle gerçekleştirmiş olduğu içten birliktelikler olarak, akran insanlarıyla birlikte bu yakın kişisel iletişimlerde bulunmaya harcamıştı. 130:0.5 (1427.5) On this Mediterranean tour Jesus spent about half of each day teaching Ganid and acting as interpreter during Gonod’s business conferences and social contacts. The remainder of each day, which was at his disposal, he devoted to making those close personal contacts with his fellow men, those intimate associations with the mortals of the realm, which so characterized his activities during these years that just preceded his public ministry.
130:0.6 (1427.6) İlk elden gözlemle ve kişisel olarak gerçekleştirdiği iletişimle İsa, Doğu ve Levant’ın daha yüksek bir konumda bulunan maddi ve ussal medeniyeti ile kendisini tanıştırdı Gonod ve onun parlak oğlundan, Hindistan ve Çin’in sahip olduğu medeniyet ve kültür hakkında fazlasıyla şey öğrenmişti, zira kendisi Hindistan’ın bir vatandaşı olarak Gonod, sarı ırkın krallığına geniş çaplı üç ziyarette bulunmuştu. 130:0.6 (1427.6) From firsthand observation and actual contact Jesus acquainted himself with the higher material and intellectual civilization of the Occident and the Levant; from Gonod and his brilliant son he learned a great deal about the civilization and culture of India and China, for Gonod, himself a citizen of India, had made three extensive trips to the empire of the yellow race.
130:0.7 (1427.7) Genç adam Ganid, bu uzun ve yakın iletişim boyunca İsa’dan çok fazla şey öğrenmişti. Onlar, birbirleri için büyük bir sevgi besler hale gelmişlerdi; ve, ufaklığın babası birçok kez İsa’yı, Hindistan’a onlarla birlikte geri dönmek için ikna etmeyi denemişti; ancak, İsa her seferinde, Filistin’de bulunan ailesine geri dönmesinin gerekliliğini sebep göstererek bu teklifi geri çevirmişti. 130:0.7 (1427.7) Ganid, the young man, learned much from Jesus during this long and intimate association. They developed a great affection for each other, and the lad’s father many times tried to persuade Jesus to return with them to India, but Jesus always declined, pleading the necessity for returning to his family in Palestine.
1. Yafa’da — Yunus Üzerine Söyleşi ^top 1. At Joppa—Discourse on Jonah ^top
130:1.1 (1428.1) Yafa’daki konaklıkları boyunca, İsa, bir Şimon için tabakacı konumunda çalışmış, bir Filistin çevirmeni olan Gadiah ile tanışmıştı. Gonod’un Mezopotamya’da bulunan temsilcileri bu Şimon ile fazla sayıda iş ilişkisinde bulunmuşlardı böylece Gonod ve oğlu, Kayserya’ya olan ziyaretlerinde kendisine bir uğrama arzusu duydu. Yafa’da konaklarlarken, İsa ve Gadiah yakın arkadaş hale geldiler. Bu genç Filistinli, gerçekliğin bir arayıcıydı. İsa, gerçekliğin bir sağlayıcısıydı o, Urantia üzerinde bu nesil için gerçekliğin tam da kendisiydi. Büyük bir gerçeklik aracısı ile büyük bir gerçeklik sağlayıcısı bir araya geldiğinde, sonuç, yeni gerçekliğin deneyiminden doğan büyük ve özgürleştirici bir aydınlanma olmuştu. 130:1.1 (1428.1) During their stay in Joppa, Jesus met Gadiah, a Philistine interpreter who worked for one Simon a tanner. Gonod’s agents in Mesopotamia had transacted much business with this Simon; so Gonod and his son desired to pay him a visit on their way to Caesarea. While they tarried at Joppa, Jesus and Gadiah became warm friends. This young Philistine was a truth seeker. Jesus was a truth giver; he was the truth for that generation on Urantia. When a great truth seeker and a great truth giver meet, the result is a great and liberating enlightenment born of the experience of new truth.
130:1.2 (1428.2) Bir gün akşam yemeğinden sonra, İsa ve genç Filistinli, deniz kenarında yürüyüşe çıktı ve, Gadiah İsa’ya, karşısındaki bu “Şamlı yazıcının” tarihsel İbrani anlatımlarıyla çok fazlasıyla bilgili olduğunu bilmez halde, Yunus’un Tarşiş’e olan talihsiz seyahatine çıkmış olduğu söylenen meşhur gemi limanını göstermişti. Ve, Gadiah yorumlarını bitirdiğinde İsa’ya şu soruyu yöneltti: “Ama, büyük balığın gerçekten de Yunus’u yuttuğunu mu düşünüyorsun?” İsa, bu genç adamın yaşamının bu tarihsel anlatım tarafından devasa bir biçimde etkilenmiş bulunduğunu, ve, bunun üzerinde düşünmenin görevden kaçmaya çalışmadaki akılsızlığın çıkarımında bulunmasına neden olduğunu sezmişti; İsa bu nedenle, Gadiah’ın gündelik yaşamını mevcut bir biçimde güdüleyen amaçların temellerini aniden yıkacak hiçbir şey söylemedi. Bu soruya cevap olarak İsa şunu söyledi: “Dostum, hepimiz, Tanrı’nın iradesi uyarınca yaşayacak hayatlara sahip olan bir biçimde Yunus’uz; ve, ne zaman bizler, çok uzakta bulunan çekiciliklere varmak için yaşamın hâlihazırdaki sorumluluğundan kaçmaya çalışırsak, böylelikle kendimizi, gerçekliğin güçleri ve doğruluğun kuvvetleri tarafından yönlendirilmemekte olan etkilerin doğrudan denetimine teslim etmekteyiz. Görevden olan kaçış, gerçeklikten olan feragattir. Işık ve yaşamın hizmetinden kaçmak, sadece; şayet Tanrı’yı arkalarında bırakmış olan bu gibi Yunuslar kalplerini, hayal kırıklıklarının en derinlerinde bulunurken bile, Tanrı’yı ve onun iyiliğini aramaya çevirmezlerse, nihai olarak karanlığa ve ölüme götürecek olan bencilliğin çetin balinalarıyla gerçekleşecek bu sıkıntı dolu çatışmalarla sonuçlanacaktır. Ve, bu türden ümitsizliğe kapılmış olan ruhlar içten bir biçimde Tanrı’yı ararlarsa — gerçekliğin açlığını ve doğruluğun susuzluğunu duyarlarsa — orada onları bir dakika bile esarette tutabilecek hiçbir şey olamaz. Ne kadar büyük derinliklere düşmüş olmalarından bağımsız olarak, bütün bir kalp ile ışığı aradıkları zaman, cennete ait Koruyucu Tanrı’nın ruhaniyeti onları esaretlerinden kurtaracaktır; yaşamın kötü nitelikli durumları onları, yenilenmiş hizmet ve daha bilgeli hale gelmiş yaşam için yeni olasılıkların kurak toprağına terk edecektir.” 130:1.2 (1428.2) One day after the evening meal Jesus and the young Philistine strolled down by the sea, and Gadiah, not knowing that this “scribe of Damascus” was so well versed in the Hebrew traditions, pointed out to Jesus the ship landing from which it was reputed that Jonah had embarked on his ill-fated voyage to Tarshish. And when he had concluded his remarks, he asked Jesus this question: “But do you suppose the big fish really did swallow Jonah?” Jesus perceived that this young man’s life had been tremendously influenced by this tradition, and that its contemplation had impressed upon him the folly of trying to run away from duty; Jesus therefore said nothing that would suddenly destroy the foundations of Gadiah’s present motivation for practical living. In answering this question, Jesus said: “My friend, we are all Jonahs with lives to live in accordance with the will of God, and at all times when we seek to escape the present duty of living by running away to far-off enticements, we thereby put ourselves in the immediate control of those influences which are not directed by the powers of truth and the forces of righteousness. The flight from duty is the sacrifice of truth. The escape from the service of light and life can only result in those distressing conflicts with the difficult whales of selfishness which lead eventually to darkness and death unless such God-forsaking Jonahs shall turn their hearts, even when in the very depths of despair, to seek after God and his goodness. And when such disheartened souls sincerely seek for God—hunger for truth and thirst for righteousness—there is nothing that can hold them in further captivity. No matter into what great depths they may have fallen, when they seek the light with a whole heart, the spirit of the Lord God of heaven will deliver them from their captivity; the evil circumstances of life will spew them out upon the dry land of fresh opportunities for renewed service and wiser living.”
130:1.3 (1428.3) Gadiah, İsa’nın öğretisi tarafından çok derin bir biçimde etkilendi; ve, onlar deniz kenarında gece boyunca uzun söyleşilerde bulunup, konakladıkları yerlere gitmelerinden önce beraber ve birbirleri için dua ettiler. Bu; Petrus’un daha sonraki duyuruşunu dinlemiş, Nasıralı İsa’ya derinen bir biçimde inanan biri haline gelmiş ve bir akşam Dorkas’ın evinde Petrus ile dikkate değer bir tartışmada bulunmuş olan aynı Gadiah’idi. Ve, Gadiah’ın, varlıklı deri tüccarı olan Şimon’un Hıristiyanlık’ı kabul edişindeki nihai kararıyla fazlasıyla alakası bulunmuştu. 130:1.3 (1428.3) Gadiah was mightily moved by Jesus’ teaching, and they talked long into the night by the seaside, and before they went to their lodgings, they prayed together and for each other. This was the same Gadiah who listened to the later preaching of Peter, became a profound believer in Jesus of Nazareth, and held a memorable argument with Peter one evening at the home of Dorcas. And Gadiah had very much to do with the final decision of Simon, the wealthy leather merchant, to embrace Christianity.
130:1.4 (1428.4) (Bu Akdeniz turunda akran fanileri ile beraber gerçekleştirmiş olduğu İsa’nın kişisel görevine ait bu anlatımda, kendisine ait sözleri kısıtlama olmaksınız, tarafımıza verilmiş olan izin doğrultusunda, bu sunum zamanında Urantia üzerinde mevcut olan kavramlara çevireceğiz.) 130:1.4 (1428.4) (In this narrative of the personal work of Jesus with his fellow mortals on this tour of the Mediterranean, we shall, in accordance with our permission, freely translate his words into modern phraseology current on Urantia at the time of this presentation.)
130:1.5 (1429.1) İsa’nın Gadiah ile gerçekleştirdiği son birliktelik, iyi ve kötüye dair bir söyleşi üzerineydi. Bu genç Filistinli; dünya üzerinde iyinin yanı başında mevcut olan kötülüğün mevcudiyeti nedeniyle, bir adaletsizlik hissi tarafından fazlasıyla rahatsız haldeydi. O şunu söylemişti: “Nasıl olur da Tanrı, şayet sınırsız bir biçimde iyi ise, kötülüğün yarattığı kederlerden acı çekmemize izin verir; sonuçta, kim kötülüğü yaratmaktadır ki?” Bu dönemlerde birçokları tarafından hala Tanrı’nın hem iyiliği hem de kötülüğü yaratmış olduğuna inanılmaktaydı ancak, İsa hiçbir zaman bu türden hatalı bir şeyi öğretmedi. Bu soruya cevap olarak, İsa şunu söyledi: “Dostum, Tanrı derin sevgidir; bu nedenle o iyi olmalıdır, ve onun iyiliği o kadar büyük ve gerçektir ki kötülüğün küçük ve gerçek olmayan niteliklerini bünyesinde barındıramaz. Tanrı o kadar olumlu bir biçimde iyidir ki, mutlak olarak kendisinde, olumsuz nitelikteki kötülüğe hiçbir yer yoktur. Kötülük; iyiliğe karşı duranların, güzelliği reddedenlerin ve gerçekliğe sadakatsiz olanların olgun olmayan tercihleri ve düşünmeden atmış oldukları yanlış adımlardır. Kötülük sadece, olgunlaşmamışlığın getirdiği yanlış uyum veya bilgisizliğin neden olduğu engelleyici ve çarpıtıcı etkidir. Kötülük, ışığı bilgece olmayan bir biçimde reddetmenin sonucunda gerçekleşen kaçınılmaz karanlıktır. Kötülük; karanlık ve gerçek olmayan, ve, bilinçli bir biçimde kabul edildiğinde ve irade dâhilinde benimsendiğinde, günah haline gelebilendir. 130:1.5 (1429.1) Jesus’ last visit with Gadiah had to do with a discussion of good and evil. This young Philistine was much troubled by a feeling of injustice because of the presence of evil in the world alongside the good. He said: “How can God, if he is infinitely good, permit us to suffer the sorrows of evil; after all, who creates evil?” It was still believed by many in those days that God creates both good and evil, but Jesus never taught such error. In answering this question, Jesus said: “My brother, God is love; therefore he must be good, and his goodness is so great and real that it cannot contain the small and unreal things of evil. God is so positively good that there is absolutely no place in him for negative evil. Evil is the immature choosing and the unthinking misstep of those who are resistant to goodness, rejectful of beauty, and disloyal to truth. Evil is only the misadaptation of immaturity or the disruptive and distorting influence of ignorance. Evil is the inevitable darkness which follows upon the heels of the unwise rejection of light. Evil is that which is dark and untrue, and which, when consciously embraced and willfully endorsed, becomes sin.
130:1.6 (1429.2) “Cennetteki Yaratıcın, gerçeklik ve hata arasında tercihte bulunma gücünü sana bahşederek, ışık ve yaşamın olumlu yoluna ait potansiyel olumsuzluğu yaratmış oldu; ancak, kötülüğün bu türden hataları gerçekten de, bir ussal yaratılmışın yaşamın olması gerektiği biçimi yanlış bir biçimde seçerek onların mevcudiyetleri için iradede bulunduğu gibi bir ana kadar gerçek anlamıyla mevcudiyet-dışıdır. Ve, bunun sonrasında, bu türden kötülükler daha sonra; bu gibi irade dâhilinde hareket eden ve isyankâr bir yaratılmışın farkındalık içindeki ve kasti tercihiyle günah seviyesine çıkar. Bu nedenle, cennetteki Yaratıcımız iyi ve kötünün; tıpkı doğanın buğday ile tahıl yabani otunun harman vaktine kadar yan yana büyümesine imkân sağlayışı gibi, yaşamın sonuna kadar beraber bulunmasına izin vermektedir.” Gadiah, bu çok önemli ifadelerin taşıdığı gerçek anlamı aklında kesinliğe kavuşturan hemen sonraki söyleşilerinden sonra, İsa’nın kendi sorusuna vermiş olduğu cevaptan bütünüyle tatmin olmuştu. 130:1.6 (1429.2) “Your Father in heaven, by endowing you with the power to choose between truth and error, created the potential negative of the positive way of light and life; but such errors of evil are really nonexistent until such a time as an intelligent creature wills their existence by mischoosing the way of life. And then are such evils later exalted into sin by the knowing and deliberate choice of such a willful and rebellious creature. This is why our Father in heaven permits the good and the evil to go along together until the end of life, just as nature allows the wheat and the tares to grow side by side until the harvest.” Gadiah was fully satisfied with Jesus’ answer to his question after their subsequent discussion had made clear to his mind the real meaning of these momentous statements.
2. Kayserya’da ^top 2. At Caesarea ^top
130:2.1 (1429.3) İsa ve arkadaşları, binmeyi amaçlamış oldukları tekneye ait çok büyük olan yön küreklerinden bir tanesinin ortadan ayrılma tehlikesi taşıdığı keşfedilince, beklenilenden çok daha uzunca bir süre Kayserya’da vakit geçirmişlerdi. Gemi kaptanı, yeni bir kürek yapılırken limanda kalmaya karar vermişti. Orada bu görev için yetenekli bir tahta ustası kıtlığı bulunmaktaydı bu nedenle, İsa yardım etmeye gönüllü oldu. Akşamları, İsa ve arkadaşları, liman etrafında hoşça bir gezinti yerine geçmiş olan, güzel bir iskelede yürüyüşe çıkmaktaydılar. Ganid İsa’nın; şehrin sulama sistemini, ve, aracılığıyla, gelgitlerin şehrin sokaklarını ve kanalizasyonlarını temizlemekte olduğu yöntemi açıklayışından fazlasıyla keyif almıştı. Hindistanlı bu genç, yüksek bir yere konumlanmış ve Roma imparatoruna ait çok büyük bir heykel tarafından süslenmiş olan, Augustus’un mabedi karşısında fazlasıyla etkilenmişti. Konukluklarının ikinci öğleden sonrası onların üçü, yirmi bin kişiyi oturtabilecek devasa bir amfi tiyatroda bir gösteriye katılmış olup, bu gece, tiyatroda bir Yunan oyununu izlemeye gitti. Bunlar, Ganid’in bu zamana kadar şahit olmuş bulunduğu bu türdeki ilk gösteriler olup, İsa’ya onlar hakkında birçok soru yöneltmişti. Üçüncü günün sabahında onlar, valinin sarayına resmi bir gezide bulunmuşlardı zira Kayserya, Filistin’in başkenti olup, Romalı defterdarın ikamet yeriydi. 130:2.1 (1429.3) Jesus and his friends tarried in Caesarea beyond the time expected because one of the huge steering paddles of the vessel on which they intended to embark was discovered to be in danger of cleaving. The captain decided to remain in port while a new one was being made. There was a shortage of skilled woodworkers for this task, so Jesus volunteered to assist. During the evenings Jesus and his friends strolled about on the beautiful wall which served as a promenade around the port. Ganid greatly enjoyed Jesus’ explanation of the water system of the city and the technique whereby the tides were utilized to flush the city’s streets and sewers. This youth of India was much impressed with the temple of Augustus, situated upon an elevation and surmounted by a colossal statue of the Roman emperor. The second afternoon of their stay the three of them attended a performance in the enormous amphitheater which could seat twenty thousand persons, and that night they went to a Greek play at the theater. These were the first exhibitions of this sort Ganid had ever witnessed, and he asked Jesus many questions about them. On the morning of the third day they paid a formal visit to the governor’s palace, for Caesarea was the capital of Palestine and the residence of the Roman procurator.
130:2.2 (1429.4) Konaklamakta oldukları yerleşkede, Moğolistan’dan gelen bir tüccar da kalmaktaydı ve, bu Uzak-Doğulu Yunanca’yı oldukça iyi bir biçimde konuşmakta olduğu için, İsa onunla birlikte birkaç uzun gezintide bulunmuştu. Bu kişi İsa’nın hayat felsefesi karşısında fazlasıyla etkilenmiş olup, “cennetsel Yaratıcı’nın iradesine her gün gerçekleştirilen bağlılığın araçlarıyla dünya üzerindeyken cennetsel yaşamı yaşama” hakkındaki onun bilge sözlerini hiçbir zaman unutmamıştı. Bu tüccar bir Tao takipçisi olup, böylelikle, kâinatsal bir İlahiyat’a dair inanç savının güçlü bir inananı konumundaydı. Moğolistan’a geri döndüğünde, bu ileri gerçeklikleri komşularına ve iş birlikteliklerine öğretmeye başladı ve, bu türden etkinliklerinin doğrudan bir sonucu olarak, en büyük oğlu bir Tao din-adamı olmaya karar verdi. Bu genç adam yaşamı boyunca ileri gerçeklik adına büyük bir etki bıraktı ve, onu, Cennetin Yüce Yöneticisi olarak — Tek Tanrı inanç savına adanmış bir biçimde sadık olan bir evlat ve bir torun takip etti. 130:2.2 (1429.4) At their inn there also lodged a merchant from Mongolia, and since this Far-Easterner talked Greek fairly well, Jesus had several long visits with him. This man was much impressed with Jesus’ philosophy of life and never forgot his words of wisdom regarding “the living of the heavenly life while on earth by means of daily submission to the will of the heavenly Father.” This merchant was a Taoist, and he had thereby become a strong believer in the doctrine of a universal Deity. When he returned to Mongolia, he began to teach these advanced truths to his neighbors and to his business associates, and as a direct result of such activities, his eldest son decided to become a Taoist priest. This young man exerted a great influence in behalf of advanced truth throughout his lifetime and was followed by a son and a grandson who likewise were devotedly loyal to the doctrine of the One God—the Supreme Ruler of Heaven.
130:2.3 (1430.1) Her ne kadar, Philadelphia’da ana merkezine sahip olarak, öncül Hıristiyan kilisesinin doğu kolu, İsa’nın öğretilerini Kudüs kardeşine kıyasla daha aslına uygun bir biçimde benimsemiş olsa da, bu zamanlar, krallığa ait yeni müjdenin tohumu ekmede ruhsal toprağın oldukça elverişli olduğu yerler olarak, Çin’e gidebilecek Petrus gibi bir kişinin, veya Hindistan’a adım atabilecek Pavlus gibi bir kişinin bulunmaması çok üzülesi bir durumdu. Philadelphialılar tarafından benimsenmiş olduğu haliyle, İsa’nın bahsi geçen bu öğretileri, tam da Batı’da Petrus ve Pavlus’un duyurusunun gerçekleştirdiği gibi, ruhsal olarak aç olan Asya insan topluluklarının akıllarında doğrudan ve etkin bir ilgi uyandırmış olacaktı. 130:2.3 (1430.1) While the eastern branch of the early Christian church, having its headquarters at Philadelphia, held more faithfully to the teachings of Jesus than did the Jerusalem brethren, it was regrettable that there was no one like Peter to go into China, or like Paul to enter India, where the spiritual soil was then so favorable for planting the seed of the new gospel of the kingdom. These very teachings of Jesus, as they were held by the Philadelphians, would have made just such an immediate and effective appeal to the minds of the spiritually hungry Asiatic peoples as did the preaching of Peter and Paul in the West.
130:2.4 (1430.2) Yön küreği üzerinde İsa ile bir gün çalışmakta olan genç erkeklerden biri, tersanede emek verirlerken saat başı onun ağzından dökülmekte olan kelimelere karşı fazlasıyla ilgi besler hale geldi. İsa, cennetteki Yaratıcı’nın dünya üzerindeki evlatlarının refahına ilgi beslemekte olduğuna dair vurguda bulununca, Anaksand ismindeki bu genç Yunanlı şöyle söyledi: “Eğer Tanrılar benimle ilgileniyorlarsa, o zaman neden bu atölyenin kaba ve adaletsiz işçibaşını buradan almıyorlar?” İsa ona şöyle cevap verdiğinde Anaksand şaşırdı: “İyiliğin yollarını bildiğiniz ve adalete değer verdiğiniz için, belki de Tanrılar bu hata yapmakta olan insanı, onu bu daha iyi yola doğru yönlendirmeniz için yanınıza getirdi. Belki siz, bu kardeşi tüm diğer insanlara daha kabul edilebilir hale getirecek olan tuzsunuz; tabii ki bu, eğer siz özünüzü kaybetmemişseniz doğrudur. Böyleyken bile, bu kişi, kötü tutumlarının olumsuz bir biçimde sizi etkilediği haliyle sizlerin öğreticisidir. Neden iyiliğin gücü vasıtasıyla kötülük üzerindeki deneyimsel üstünlüğünüzü olumlu bir biçimde kabullenmeyesiniz, ve böylece, tüm ikili ilişkilerinizde üstün konuma gelmeyesiniz? Ben, ona adil ve capcanlı bir şans verdiğinizde, içinizdeki iyiliğin onun içindeki kötülüğün üstesinden gelebileceğini ön görmekteyim. Fani mevcudiyetin sürecinde, ruhsal enerjinin ve kutsal gerçekliğin hata ve kötülükle verdiği utkun mücadelelerden birinde maddi yaşam eşi haline gelmenin beraberinde getirdiği yenilenme hissini memnuniyetle deneyimlemekten daha büyüleyici başka bir serüven bulunmamaktadır. Ruhsal karanlıkta oturmakta olan fani için ruhsal ışığın yaşayan aracı haline gelmek muazzam ve bireyi dönüştüren bir deneyimdir. Eğer siz bu kişiden daha fazla bir biçimde gerçeklikle kutsanmış haldeyseniz, onun duyduğu ihtiyaç sizi harekete geçirmeli. Tabii ki sizler, kıyıda durup, akranınız olan bir bireyin yüzemediği için yok oluşunu izleyebilecek korkaklardan değilsiniz! Suda boğulmakta olan bedenine kıyasla, karanlıkta çırpınmakta olan bu insanın ruhu ne kadar da çok değere sahiptir!” 130:2.4 (1430.2) One of the young men who worked with Jesus one day on the steering paddle became much interested in the words which he dropped from hour to hour as they toiled in the shipyard. When Jesus intimated that the Father in heaven was interested in the welfare of his children on earth, this young Greek, Anaxand, said: “If the Gods are interested in me, then why do they not remove the cruel and unjust foreman of this workshop?” He was startled when Jesus replied, “Since you know the ways of kindness and value justice, perhaps the Gods have brought this erring man near that you may lead him into this better way. Maybe you are the salt which is to make this brother more agreeable to all other men; that is, if you have not lost your savor. As it is, this man is your master in that his evil ways unfavorably influence you. Why not assert your mastery of evil by virtue of the power of goodness and thus become the master of all relations between the two of you? I predict that the good in you could overcome the evil in him if you gave it a fair and living chance. There is no adventure in the course of mortal existence more enthralling than to enjoy the exhilaration of becoming the material life partner with spiritual energy and divine truth in one of their triumphant struggles with error and evil. It is a marvelous and transforming experience to become the living channel of spiritual light to the mortal who sits in spiritual darkness. If you are more blessed with truth than is this man, his need should challenge you. Surely you are not the coward who could stand by on the seashore and watch a fellow man who could not swim perish! How much more of value is this man’s soul floundering in darkness compared to his body drowning in water!”
130:2.5 (1430.3) Anaksand, İsa’nın sözleri tarafından çok güçlü bir biçimde etkilenmişti. Yakın bir zaman içinde o üstünde bulunan kişiye İsa’nın söylemiş oldukları şeyleri aktarmış olup, o gece ikisi de ruhlarının refahı için İsa’nın tavsiyesine başvurdular. Ve daha sonra, Hıristiyan iletisinin Kayserya’da duyuruluşundan sonra, biri Yunan ve diğeri ise bir Romalı olarak bu iki kişi de, Filip’in duyurusuna inanmış olup, onun kurmuş olduğu kilisenin başta gelen üyeleri haline geldiler. Daha sonra Yunanlı olan bu genç, Petrus’un hizmetiyle bir inanan haline gelmiş olan bir Roma centuriosu Cornelius’un baş temsilcisi olarak atandı. Anaksand; acı çekmekte ve ölmekte olanlara hizmet ederken, yirmi bin Musevi’den oluşan büyük kıyımda, kaza eseri, yaşamını kaybetmiş olduğu, Kayserya’da Pavlus’un hapisliği dönemine kadar karanlıkta oturmakta olanlara aydınlığı sağlama hizmetine devam etmişti. 130:2.5 (1430.3) Anaxand was mightily moved by Jesus’ words. Presently he told his superior what Jesus had said, and that night they both sought Jesus’ advice as to the welfare of their souls. And later on, after the Christian message had been proclaimed in Caesarea, both of these men, one a Greek and the other a Roman, believed Philip’s preaching and became prominent members of the church which he founded. Later this young Greek was appointed the steward of a Roman centurion, Cornelius, who became a believer through Peter’s ministry. Anaxand continued to minister light to those who sat in darkness until the days of Paul’s imprisonment at Caesarea, when he perished, by accident, in the great slaughter of twenty thousand Jews while he ministered to the suffering and dying.
130:2.6 (1431.1) Ganid bu zaman zarfında, özel öğretmeninin boş vaktini nasıl da akran insanlarına olan bu olağandışı kişisel hizmetle geçirmekte olduğunu öğrenmeye başlamaktaydı ve, bu genç Hintli, bu durmak bilmez faaliyetlerin temelinde yatan güdüyü yavaş yavaş keşfetmeye başlamaktaydı. O, “Neden kendini yabancılarla olan bu sohbetlerle hiç durmadan meşgul kılıyorsun? diye sordu. Ve, İsa şöyle cevap verdi: “Ganid, Tanrı’yı bilen biri için hiçbir insan bir yabancı değildir. Cennetteki Yaratıcı’yı bulma deneyiminde, tüm insanların senin kardeşlerin olduğunu keşfedersin; yoksa, yeni keşfedilmiş bir kardeş ile buluşmanın verdiği yenilenmeden birinin keyif duyması garip mi görünmektedir? Bir kişinin sahip olduğu erkek ve kız kardeşleriyle tanışması, onların sorunlarını bilmesi ve onları derinden sevmeyi öğrenmesi, yaşamda olası en yüksek deneyimdir.” 130:2.6 (1431.1) Ganid was, by this time, beginning to learn how his tutor spent his leisure in this unusual personal ministry to his fellow men, and the young Indian set about to find out the motive for these incessant activities. He asked, “Why do you occupy yourself so continuously with these visits with strangers?” And Jesus answered: “Ganid, no man is a stranger to one who knows God. In the experience of finding the Father in heaven you discover that all men are your brothers, and does it seem strange that one should enjoy the exhilaration of meeting a newly discovered brother? To become acquainted with one’s brothers and sisters, to know their problems and to learn to love them, is the supreme experience of living.”
130:2.7 (1431.2) Bu süreci içerisinde; genç adamın İsa’dan, Tanrı’nın iradesi ile, aynı zamanda irade olarak adlandırılmakta olan insan aklının tercih eylemi arasındaki farkı kendisine söylemesini talep ettiği, gecenin geç saatlerine kadar sürmüş bir söyleşiydi. Özü itibariyle İsa şunu söylemişti: Tanrı’nın iradesi, herhangi bir potansiyel alternatif karşısında Tanrı’nın tercihi ile olan ortak birliktelik olarak, Tanrı’nın yoludur. Tanrı’nın iradesini gerçekleştirmek, bu nedenle, gittikçe artan bir biçimde Tanrı gibi olmanın ilerleyici deneyimidir; ve, Tanrı, iyi ve güzel ve gerçek olan her şeyin kökeni ve nihai sonudur. İnsanın iradesinin özü, bir faninin olmayı tercih ettiği ve yaptığı şeyden meydana gelmektedir. İrade, ussal düşünme sürecine dayalı karar-davranışla sonuçlanmakta olan bir öz bilince sahip varlığın kasıtlı tercihidir. 130:2.7 (1431.2) This was a conference which lasted well into the night, in the course of which the young man requested Jesus to tell him the difference between the will of God and that human mind act of choosing which is also called will. In substance Jesus said: The will of God is the way of God, partnership with the choice of God in the face of any potential alternative. To do the will of God, therefore, is the progressive experience of becoming more and more like God, and God is the source and destiny of all that is good and beautiful and true. The will of man is the way of man, the sum and substance of that which the mortal chooses to be and do. Will is the deliberate choice of a self-conscious being which leads to decision-conduct based on intelligent reflection.
130:2.8 (1431.3) O öğleden sonrası hem İsa hem de Ganid, oldukça akıllı bir çoban köpeği ile oynamaktan büyük keyif almışlardı ve, Ganid, köpeğin bir iradeye sahip olup olmadığı, bir ruhu barındırıp barındırmadığını öğrenmek istedi; ve, onun sorularına karşılık olarak İsa şunu söyledi: “Köpek, üstünü olan, fani insanı tanıyabilecek bir akla sahiptir, ancak, o, ruhaniyet olan Tanrı’yı bilemez; bu nedenle, köpek, ruhsal bir doğayı elinde bulundurmayıp, ruhsal bir deneyime memnuniyetle sahip olamaz. Köpek, kökeni doğadan kazanılmış ve hazırlanma ile derinleşmiş bir iradeye sahip olabilir; ancak, bu türden bir akıl gücü, ruhsal bir kuvvet değildir; ne de o, daha yüksek ve ahlaki anlamları ayrıştırmanın veya ruhsal ve ebedi değerleri seçmenin sonucu olmayan bir biçimde — detaylı fikir yürütme niteliği taşımaması bakımından, insan iradesi ile karşılaştırılabilir konumdadır. Ruhsal sorumluluğun nitelikleri ve ebedi kurtuluşun potansiyeli ile bahşedilmiş bir yaratılmış olarak, fani insan bir ahlaki varlık haline getiren, ruhsal ayrımın ve gerçekliği tercih edişin bu türden güçlerine olan iyeliktir.” İsa; zaman içinde dil geliştirmeyi veya ebediyetteki kişilik kurtuluşuna denk düşebilecek herhangi bir şeyi deneyimlemeyi hayvan dünyası için sonsuza kadar imkânsız kılan şeyin, hayvanda bu türden zihinsel güçlerin yokluğu olduğunu ilave bir biçimde açıkladı. Bugünkü eğitimin bir sonucu olarak, Ganid bir daha hiçbir zaman, insanların ruhlarının hayvanların bedenlerine yeniden doğan bir biçimde göç edişlerine dair inancı beslemedi. 130:2.8 (1431.3) That afternoon Jesus and Ganid had both enjoyed playing with a very intelligent shepherd dog, and Ganid wanted to know whether the dog had a soul, whether it had a will, and in response to his questions Jesus said: “The dog has a mind which can know material man, his master, but cannot know God, who is spirit; therefore the dog does not possess a spiritual nature and cannot enjoy a spiritual experience. The dog may have a will derived from nature and augmented by training, but such a power of mind is not a spiritual force, neither is it comparable to the human will, inasmuch as it is not reflective—it is not the result of discriminating higher and moral meanings or choosing spiritual and eternal values. It is the possession of such powers of spiritual discrimination and truth choosing that makes mortal man a moral being, a creature endowed with the attributes of spiritual responsibility and the potential of eternal survival.” Jesus went on to explain that it is the absence of such mental powers in the animal which makes it forever impossible for the animal world to develop language in time or to experience anything equivalent to personality survival in eternity. As a result of this day’s instruction Ganid never again entertained belief in the transmigration of the souls of men into the bodies of animals.
130:2.9 (1431.4) Ertesi gün Ganid, bunların hepsi hakkında babası ile konuştu; ve, Gonod’un sorusuna cevap olarak İsa şunun açıklamasında bulunmuştu: “Yalnızca, hayvan mevcudiyetine ait maddi sorunlar ile ilgili olarak geçici kararlara varma ile bütünüyle meşgul olan insan iradelerinin alın yazısında, zaman içinde yok olma bulunmaktadır. İçtenlikle gerçekleştirilen ahlaki kararlara varan ve koşulsuz ruhsal tercihlerde bulunanlar, bu nedenle, ilerleyici bir biçimde ikamet eden ve kutsal ruhaniyet ile özdeşleşmekte olup, böylelikle onlar, kutsal hizmetin sonu gelmez ilerleyişi olarak — artan bir biçimde ebedi kurtuluşun değerlerine dönüşmektedir.” 130:2.9 (1431.4) The next day Ganid talked all this over with his father, and it was in answer to Gonod’s question that Jesus explained that “human wills which are fully occupied with passing only upon temporal decisions having to do with the material problems of animal existence are doomed to perish in time. Those who make wholehearted moral decisions and unqualified spiritual choices are thus progressively identified with the indwelling and divine spirit, and thereby are they increasingly transformed into the values of eternal survival—unending progression of divine service.”
130:2.10 (1431.5) Bizler, çağdaş terimler ile ifade edildiği haliyle, şu anlama denk düşecek çok önemli gerçekliği ilk kez bu aynı gün duymuştuk: “İrade, taraf olan kişisel bilincin kendisini tarafsız bir biçimde ifade edişini ve Tanrı-gibi olmayı amaç edinme olgusunu deneyimleyişini mümkün kılan insan aklının dışa vurumudur.” Ve, tam da bu bakımdan, irdeleyici ve ruhsal olarak akıl bahşedilişmiş her insan varlığı, yaratıcı halde gelebilir. 130:2.10 (1431.5) It was on this same day that we first heard that momentous truth which, stated in modern terms, would signify: “Will is that manifestation of the human mind which enables the subjective consciousness to express itself objectively and to experience the phenomenon of aspiring to be Godlike.” And it is in this same sense that every reflective and spiritually minded human being can become creative.
3. İskenderiye’de ^top 3. At Alexandria ^top
130:3.1 (1432.1) Bu, Kayserya’ya, önemli olaylara ev sahipliği yapmış bir ziyaret olmuştu; ve, tekne hazır hale geldiğinde, İsa ve onun iki arkadaşı, bir gün öğle vakti Mısır’da bulunan İskenderiye için buradan ayrıldı. 130:3.1 (1432.1) It had been an eventful visit at Caesarea, and when the boat was ready, Jesus and his two friends departed at noon one day for Alexandria in Egypt.
130:3.2 (1432.2) Üçü, İskenderiye’ye, olabilecek en güzel deniz geçişlerinden birini memnuniyetle deneyimledi. Ganid, gemi yolculuğundan büyük keyif almış olup, İsa’yı kendisinin sormuş olduğu sorulara cevap vermekle meşgul etmişti. Şehrin limanına yaklaşırlarken, genç adam; aracılığıyla iki muhteşem limanı yaratan ve sonuçsal olarak İskenderiye’yi Afrika, Asya ve Avrupa’nın deniz yollarının ticari kavşaklarından bir tanesi haline getiren bir biçimde, zamanında İskender’in bir yer altı tüneli ile ana karaya bağlamış olduğu ada üzerinde konumlanmış, Faros büyük deniz feneri karşısında derin bir heyecana kapılmıştı. Bu büyük deniz feneri, dünyanın yedi harikasından bir tanesi olup, daha sonra yapılmış tüm deniz fenerlerinin öncülü konumundaydı. Onlar, insanın bu muazzam hayat-kurtarıcı aygıtını görmek için sabah erkenden ayaklamıştı ve, Ganid’in haykırışları arasında İsa şunu söylemişti: “Ve sen, benim evladım, Hindistan’a geri döndüğünde, baban toprağa verildikten sonra bile, bu deniz feneri gibi olacaksın; sen, derinden arzulayan herkese güvenli bir biçimde kurtuluşun limanına varan yolu göstererek, yakınlarında karanlık içinde vakitlerini geçirenlere yaşam ışığı haline geleceksin. 130:3.2 (1432.2) The three enjoyed a most pleasant passage to Alexandria. Ganid was delighted with the voyage and kept Jesus busy answering questions. As they approached the city’s harbor, the young man was thrilled by the great lighthouse of Pharos, located on the island which Alexander had joined by a mole to the mainland, thus creating two magnificent harbors and thereby making Alexandria the maritime commercial crossroads of Africa, Asia, and Europe. This great lighthouse was one of the seven wonders of the world and was the forerunner of all subsequent lighthouses. They arose early in the morning to view this splendid lifesaving device of man, and amidst the exclamations of Ganid Jesus said: “And you, my son, will be like this lighthouse when you return to India, even after your father is laid to rest; you will become like the light of life to those who sit about you in darkness, showing all who so desire the way to reach the harbor of salvation in safety.” And as Ganid squeezed Jesus’ hand, he said, “I will.”
130:3.3 (1432.3) Ve, tekrar edilmesi gerekirse, bizler; Hıristiyan dininin öncül öğretmenleri çok ayrıcalıklı bir biçimde Roma dünyasının batı medeniyetine bakışlarını yönelttiklerinde, büyük bir hata yapmış olduklarının altını çizmek isteriz. İlk çağının Mezopotamyalı inananları tarafından benimsendiği haliyle, İsa’nın öğretileri, Asya dindarlarının çeşitli toplulukları tarafından çok hazır bir biçimde kabul edilmiş olurdu. 130:3.3 (1432.3) And again we remark that the early teachers of the Christian religion made a great mistake when they so exclusively turned their attention to the western civilization of the Roman world. The teachings of Jesus, as they were held by the Mesopotamian believers of the first century, would have been readily received by the various groups of Asiatic religionists.
130:3.4 (1432.4) Karaya adım atışlarının dördüncü saatine yaklaşırken onlar, bir milyonluk bu şehrin batı sınırlarına doğru uzanmış olarak, yaklaşık olarak otuz buçuk metre genişliğinde ve sekiz buçuk kilometre uzunluğundaki uzun ve geniş sokağın doğu ucu yakınında yerleşmişlerdi. Şehrin — üniversite (müze), kütüphane, İskender’in kraliyet anıtmezarı, saray, Neptün mabedi, tiyatro ve atletizm salonu olarak — başta gelen görülecek yerlerinin bir kez gözden geçirmelerinden sonra, Gonod kendisini işe verirken, İsa ve Ganid, dünyanın en büyüğü olan, kütüphaneye gitmişlerdi. Burada; Yunanistan, Roma, Filistin, Aşkani, Hindistan, Çin ve hatta Japonya olarak, medenileşmiş dünyanın tümünden gelen neredeyse bir milyon el yazması bir araya toplanmıştı. Bu kütüphanede, Ganid, Hint edebiyatının dünyanın tümünde mevcut olan en büyük koleksiyonunu görmüştü; ve, onlar, İskenderiye’de kaldıkları süre boyunca vakitlerinin bir kısmını her gün burada harcamıştı. İsa Ganid’e, İbrani yazıtlarının burada Yunan diline olan çevirisinden bahsetmişti. Ve, onlar tekrar ve tekrar; İsa’nın bu genç akla her seferinde şunu ekleyen bir biçimde gerçekliği göstermeye çabaladığı halde, dünyanın tüm dinlerinden konuşmuşlardı: “Ama, Yahveh, Melçizedek açığa çıkarılışlarından ve İbrahim anlaşmasından gelişmiş Tanrı’dır. Museviler, İbrahim’in soyundan gelmekte olup, ilerleyen zamanlarda, tam da Melçizedek’in yaşamış ve öğretisinde bulunmuş, ve buradan tüm dünyaya öğretmenler göndermiş olduğu araziye yerleşmişlerdi; ve, onların dini nihai bir biçimde, başka herhangi bir dünya dinine kıyasla, cennetteki Kâinatsal yaratıcı olarak İsrail’in Koruyucu Tanrısı’nın daha belirgin bir tanıyışını sergiledi.” 130:3.4 (1432.4) By the fourth hour after landing they were settled near the eastern end of the long and broad avenue, one hundred feet wide and five miles long, which stretched on out to the western limits of this city of one million people. After the first survey of the city’s chief attractions—university (museum), library, the royal mausoleum of Alexander, the palace, temple of Neptune, theater, and gymnasium—Gonod addressed himself to business while Jesus and Ganid went to the library, the greatest in the world. Here were assembled nearly a million manuscripts from all the civilized world: Greece, Rome, Palestine, Parthia, India, China, and even Japan. In this library Ganid saw the largest collection of Indian literature in all the world; and they spent some time here each day throughout their stay in Alexandria. Jesus told Ganid about the translation of the Hebrew scriptures into Greek at this place. And they discussed again and again all the religions of the world, Jesus endeavoring to point out to this young mind the truth in each, always adding: “But Yahweh is the God developed from the revelations of Melchizedek and the covenant of Abraham. The Jews were the offspring of Abraham and subsequently occupied the very land wherein Melchizedek had lived and taught, and from which he sent teachers to all the world; and their religion eventually portrayed a clearer recognition of the Lord God of Israel as the Universal Father in heaven than any other world religion.”
130:3.5 (1432.5) İsa’nın yönlendirişi altında Ganid; her ne kadar bazıları aynı zamanda bağımlı-alt ilahiyatları belirli bir düzeyde tanımış olsa da, bir Kâinatsal İlahiyatı tanımış olan dünyanın tüm dinlerinin içerdiği öğretilerden bir derlemede bulundu. Birçok görüş alış-verişinden sonra, İsa ve Ganid; Romalılar’ın dinlerinde gerçek herhangi bir Tanrı’ya sahip olmadıklarına, dinlerinin neredeyse bir imparator ibadetinden fazlasını içermediğine karar getirmişlerdi. Nihai yargılarına göre; Yunanlılar bir felsefeye sahipti, ancak neredeyse hiçbir biçimde, bir kişisel Tanrı’yı beraberinde taşıyan bir dine sahip olmamışlardı. Çok çeşitlikli niteliğinin yarattığı kafa karışıklığı nedeniyle ve onların değişkenlik gösteren İlahiyat kavramları diğer ve eski dinlerden elde edilmiş görünüm sergilediği için, gizem inanışlarını göz ardı etmişlerdi. 130:3.5 (1432.5) Under Jesus’ direction Ganid made a collection of the teachings of all those religions of the world which recognized a Universal Deity, even though they might also give more or less recognition to subordinate deities. After much discussion Jesus and Ganid decided that the Romans had no real God in their religion, that their religion was hardly more than emperor worship. The Greeks, they concluded, had a philosophy but hardly a religion with a personal God. The mystery cults they discarded because of the confusion of their multiplicity, and because their varied concepts of Deity seemed to be derived from other and older religions.
130:3.6 (1433.1) Her ne kadar bu çeviriler İskenderiye’de yapılmış olsa da, Ganid, Roma’daki konukluğunun sonuna yaklaşana kadar, kendi tercihiyle gerçekleştirmiş olduğu bu derlemeleri düzenleyip, onlara kişisel yargılarını eklememişti. O; dünya kutsal edebiyatının en iyi yazarlarının hepsinin belirli bir düzeyde bir ebedi Tanrı’nın mevcudiyetini açık bir biçimde tanımış oldukları, ve, onun kişiliğine ek olarak fani insanla olan ilişkisine dair büyük bir ölçüde hem fikir halde bulunduklarını keşfetmekten fazlasıyla şaşırmıştı. 130:3.6 (1433.1) Although these translations were made at Alexandria, Ganid did not finally arrange these selections and add his own personal conclusions until near the end of their sojourn in Rome. He was much surprised to discover that the best of the authors of the world’s sacred literature all more or less clearly recognized the existence of an eternal God and were much in agreement with regard to his character and his relationship with mortal man.
130:3.7 (1433.2) İsa ve Ganid İskenderiye’deki konuklukları boyunca vakitlerinin büyük bir kısmını müzede geçirmişlerdi. Bu müze, bulunması ender olan nesnelerin toplanmış olduğu bir yapı değildi; bunun yerine o, güzel sanatların, bilimin ve edebiyatın bir üniversitesiydi. Eğitimli profesörler burada, günlük olarak ders vermekteydiler; ve, bu zamanlarda burası, Batı dünyasının ussal merkeziydi. Gün be gün İsa, anlatılmakta olan dersleri Ganid’e çevirmekteydi; ikinci hafta içinde bir gün, genç adam şöyle haykırdı: “Öğretmen Yeşu, sen bu profesörlerden daha fazla şey biliyorsun; sen onların karşısına durup, bana söylemiş olduğun o büyük şeyleri onlara söylemelisin; fazla düşünmekten onlar gerçekleri net bir biçimde görmez olmuşlar. Ben babama bu durumu söylemeli ve böyle bir görüşmeyi onun düzenlemesini sağlamalıyım.” İsa güldü ve şöyle söyledi: “Sen hayran olunası bir öğrencisin, ancak bu öğretmenler, senin ve benim onlara öğreteceğimiz olan şeylerin akıllarında değillerdir. Ruhsallaşmamış öğrenmeden gelen gurur, insan deneyimi içinde aldatıcı nitelikte zararlı olan bir şeydir. Gerçek öğretmen ussal dürüstlüğünü, sürekli bir öğrenen olarak korumaktadır.” 130:3.7 (1433.2) Jesus and Ganid spent much time in the museum during their stay in Alexandria. This museum was not a collection of rare objects but rather a university of fine art, science, and literature. Learned professors here gave daily lectures, and in those times this was the intellectual center of the Occidental world. Day by day Jesus interpreted the lectures to Ganid; one day during the second week the young man exclaimed: “Teacher Joshua, you know more than these professors; you should stand up and tell them the great things you have told me; they are befogged by much thinking. I shall speak to my father and have him arrange it.” Jesus smiled, saying: “You are an admiring pupil, but these teachers are not minded that you and I should instruct them. The pride of unspiritualized learning is a treacherous thing in human experience. The true teacher maintains his intellectual integrity by ever remaining a learner.”
130:3.8 (1433.3) İskenderiye, Batı’nın iç içe geçmiş kültürlerinden meydana gelmiş bir şehir olup, dünyanın Roma’dan sonra en büyük ve en muhteşem olanıydı. Burada dünyanın, yönetimde bulunan yetmiş kıdemli üyeden meydana gelen, İskenderiye Sanhedrin’e ait hükümet birimi olarak, en büyük Musevi sinagogu konumlanmıştı. 130:3.8 (1433.3) Alexandria was the city of the blended culture of the Occident and next to Rome the largest and most magnificent in the world. Here was located the largest Jewish synagogue in the world, the seat of government of the Alexandria Sanhedrin, the seventy ruling elders.
130:3.9 (1433.4) Gonod’un iş ilişkilerinde bulunduğu birçok insan arasında, Philon isimli kardeşi bu dönemin önemli bir dini filozofu olan İskender adında belirli bir Musevi bankacısı bulunmaktaydı. Philon, Yunan felsefesi ve İbrani din kuramını uyumlaştırmadan meydana gelen takdire değer ancak oldukça zor olan bir görev üstlenmişti. Ganid ve İsa, Philon’un öğretileri hakkında fazlasıyla konuşmuş olup, onun derslerinden bazılarına katılmayı istemişlerdi; ancak, İskenderiye’deki konuklukları boyunca bu ünlü Helenci Musevi hasta bir biçimde yatağında yatmaktaydı. 130:3.9 (1433.4) Among the many men with whom Gonod transacted business was a certain Jewish banker, Alexander, whose brother, Philo, was a famous religious philosopher of that time. Philo was engaged in the laudable but exceedingly difficult task of harmonizing Greek philosophy and Hebrew theology. Ganid and Jesus talked much about Philo’s teachings and expected to attend some of his lectures, but throughout their stay at Alexandria this famous Hellenistic Jew lay sick abed.
130:3.10 (1433.5) İsa Ganid’e, Yunan felsefesi ve Stoacı inanç savlarındaki birçok şey tavsiye etmişti; ancak, o ufaklığa, bu inanış düzenlerinin, tıpkı kendi insanlarının bazılarına ait tam belirgin olmayan öğretiler gibi, yalnızca, insanları Tanrı’yı bulmaya ve Ebedi’yi bilen bir biçimde yaşayan bir deneyime memnuniyetle sahip olmaya yönlendirişi bakımından dinler olduğu gerçeğinin altını çizmişti. 130:3.10 (1433.5) Jesus commended to Ganid much in the Greek philosophy and the Stoic doctrines, but he impressed upon the lad the truth that these systems of belief, like the indefinite teachings of some of his own people, were religions only in the sense that they led men to find God and enjoy a living experience in knowing the Eternal.
4. Gerçeklik üzerine olan Konuşma ^top 4. Discourse on Reality ^top
130:4.1 (1433.6) İskenderiye’den ayrılmadan önceki gece, Ganid ve İsa, üniversitede Plato’nun öğretileri üzerine ders vermekte olan hükümet profesörlerinden bir tanesiyle uzun bir sohbette bulunmuşlardı. İsa bu eğitimli Yunan öğretmeninin söylediklerini çevirmişti, ancak bu çevirilerine, Yunan felsefesini reddeden bir tavırla kendisine ait öğretileri katmadı. Gonod, bu akşam iş için dışarıdaydı böylece, profesör ayrıldıktan sonra, öğretmen ve öğrenci, Plato’nun inanış savları hakkında uzun ve samimi bir konuşmada bulundular. Her ne kadar İsa, dünyadaki maddi şeylerin görünmez ancak daha önemli ruhsal gerçekliklerin gölgemsi yansımaları olduğunu savunan kuram ile ilişkili Yunan öğretilerinden bazılarına sınırlı onay vermişse de, ufaklığın düşünüşü için daha güvenilir nitelikte olan bir temeli yaratmayı amaçlamıştı böylelikle, o, evren içinde gerçekliğin doğası ile ilgili uzun bir konuşmaya başlamıştı. Özü itibariyle ve çağdaş kavramlara çevrilmiş haliyle, İsa Ganid’e şunları söylemişti: 130:4.1 (1433.6) The night before they left Alexandria Ganid and Jesus had a long visit with one of the government professors at the university who lectured on the teachings of Plato. Jesus interpreted for the learned Greek teacher but injected no teaching of his own in refutation of the Greek philosophy. Gonod was away on business that evening; so, after the professor had departed, the teacher and his pupil had a long and heart-to-heart talk about Plato’s doctrines. While Jesus gave qualified approval of some of the Greek teachings which had to do with the theory that the material things of the world are shadowy reflections of invisible but more substantial spiritual realities, he sought to lay a more trustworthy foundation for the lad’s thinking; so he began a long dissertation concerning the nature of reality in the universe. In substance and in modern phraseology Jesus said to Ganid:
130:4.2 (1434.1) Evren gerçekliğinin kökeni Sonsuz Olan’dır. Sınırlı yaratıma ait maddi şeyler, ebedi Tanrı’nın Cennet Şablonu ve Kâinatsal Aklı’nın zaman-mekân sonuçsal etkileridir. Fiziksel dünyadaki nedensellikle meydana gelen oluşum, ussal dünyadaki öz bilinç ve ruhani dünyada ilerlemekte olan benlik; kâinatsal bir kapsamda düşünülür, ebedi ilişkilerde bir araya getirilir ve niteliğin kusursuzluğu ve değerin kutsallığı ile deneyimlenir halde bu gerçeklikler olarak — Yüce Olan’ın gerçekliğini meydana getirir. Ancak, sürekli değişen bir kâinat içinde, nedenselliğin, usun ve ruhani deneyimin Kökensel Kişiliği, mutlak olarak değişmez niteliktedir. Her şey, sonsuz değerlerin ve kutsal niteliklerin ebedi bir evreni içinde bile; Mutlak Olanlar ve mutlak nitelikte bulunan fiziksel düzeye, ussal bütünleşmeye veya ruhsal kimliğe erişmişlerin dışında her şey değişebilir, ve sıklıkla değişmektedir. 130:4.2 (1434.1) The source of universe reality is the Infinite. The material things of finite creation are the time-space repercussions of the Paradise Pattern and the Universal Mind of the eternal God. Causation in the physical world, self-consciousness in the intellectual world, and progressing selfhood in the spirit world—these realities, projected on a universal scale, combined in eternal relatedness, and experienced with perfection of quality and divinity of value—constitute the reality of the Supreme. But in an ever-changing universe the Original Personality of causation, intelligence, and spirit experience is changeless, absolute. All things, even in an eternal universe of limitless values and divine qualities, may, and oftentimes do, change except the Absolutes and that which has attained the physical status, intellectual embrace, or spiritual identity which is absolute.
130:4.3 (1434.2) Sınırlı bir yaratılmışın ilerleyebileceği en yüksek düzey, Kâinatsal Yaratıcı’nın tanınması ve Yüce Olan’ın bilinmesidir. Ve, bu gerçekleşince bile, bir sonraki aşamada, kesinlik nihai sonuna ait bu varlıklar, fiziksel dünyanın işleyişlerinde ve onun maddi olgularında gerçekleşen değişimi deneyimlemektedirler. Benzer bir biçimde onlar; ruhsal evrendeki aralıksız süre gelen yükselişlerinde meydana gelmekte olan benlik ilerleyişlerinin, ve, ussal kâinata olan derinleşir haldeki takdirlerine ve onlara olan karşılıklarına dair büyüyen bilinçlerinin farkında olmaya devam ederler. Yalnızca kusursuzlukta, ahenkte ve iradenin bütüncül kararlılığında yaratıcı Yaratan ile bir bütün haline gelebilir; ve, kutsallığın bu türden bir düzeyine, yalnızca, yaratılmışın sınırlı olan kişisel iradesini Yaratan’ın kutsal iradesine tutarlı bir biçimde uyumlu hale getirişi vasıtasıyla zamanda ve ebediyette yaşamaya devam edişi tarafından erişilir ve bu düzey bahse konu biçimde korunur. 130:4.3 (1434.2) The highest level to which a finite creature can progress is the recognition of the Universal Father and the knowing of the Supreme. And even then such beings of finality destiny go on experiencing change in the motions of the physical world and in its material phenomena. Likewise do they remain aware of selfhood progression in their continuing ascension of the spiritual universe and of growing consciousness in their deepening appreciation of, and response to, the intellectual cosmos. Only in the perfection, harmony, and unanimity of will can the creature become as one with the Creator; and such a state of divinity is attained and maintained only by the creature’s continuing to live in time and eternity by consistently conforming his finite personal will to the divine will of the Creator. Always must the desire to do the Father’s will be supreme in the soul and dominant over the mind of an ascending son of God.
130:4.4 (1434.3) Bir gözlü bir kişi, hiçbir zaman, bir açı ile bakılan şeyin ne kadar derin olduğunu kafasında canlandırmayı aklının ucundan dahi geçiremez. Ne tek gözlü maddi bilim adamları, ne de tek gözlü ruhsal gizemciler ve bilmece ustaları, kâinat gerçekliğinin gerçek derinliklerini doğru bir biçimde tahayyül edemez ve yeterli bir biçimde kavrayamaz. Yaratılmış deneyimine ait tüm gerçek değerler, farkındalığın derinliğinde gizlidir. 130:4.4 (1434.3) A one-eyed person can never hope to visualize depth of perspective. Neither can single-eyed material scientists nor single-eyed spiritual mystics and allegorists correctly visualize and adequately comprehend the true depths of universe reality. All true values of creature experience are concealed in depth of recognition.
130:4.5 (1434.4) Ardında aklın etkin bir biçimde rol almadığı nedensellik, kendiliğinden, gelişmemiş ve basit olanı seçkin ve çok katmanlı olana evrimleştiremez; ne de, ruhani olmayan deneyim, zaman fanilerinin maddi akıllarını ebedi kurtuluşun kutsal karakterlerine evrimleştirebilir. Sınırsız olan İlahiyat’ı çok ayrıcalıklı bir biçimde tanımlamakta olan evrenin bir niteliği, ilerleyici İlahiyat erişimi sürecinden varlığını kaybetmeden çıkabilen kişiliğin bu sonu gelmez yaratıcı bahşedilişidir. 130:4.5 (1434.4) Mindless causation cannot evolve the refined and complex from the crude and the simple, neither can spiritless experience evolve the divine characters of eternal survival from the material minds of the mortals of time. The one attribute of the universe which so exclusively characterizes the infinite Deity is this unending creative bestowal of personality which can survive in progressive Deity attainment.
130:4.6 (1434.5) Kişilik; sınırı olmayan değişim ile eş zamanlı bir biçimde var olabilen ve aynı anda tüm bu değişiklerin tam da mevcudiyetinde, ve onun sonsuza kadar sonrasında kimliğini koruyabilen, kâinatsal gerçeklik fazı, kâinatsal bahşedilmişliktir. 130:4.6 (1434.5) Personality is that cosmic endowment, that phase of universal reality, which can coexist with unlimited change and at the same time retain its identity in the very presence of all such changes, and forever afterward.
130:4.7 (1434.6) Hayat, evren durumlarının taleplerine ve imkânlarına karşı kökensel nitelikteki kâinatsal nedenselliğin bir uyumudur; ve, o, Kâinatsal Aklın eylemi ve ruhaniyet olan Tanrı’ya ait ruhaniyet kıvılcımının etkinleşimi ile varlığına sahip olmaktadır. Yaşamın anlamı, onun uyumlaşma niteliğidir; yaşamın sahip olduğu değer, Tanrı-bilincinin doruklarına kadar dahi uzanabilir haldeki — onun ilerleyebilme niteliğidir. 130:4.7 (1434.6) Life is an adaptation of the original cosmic causation to the demands and possibilities of universe situations, and it comes into being by the action of the Universal Mind and the activation of the spirit spark of the God who is spirit. The meaning of life is its adaptability; the value of life is its progressability—even to the heights of God-consciousness.
130:4.8 (1434.7) Öz bilince sahip olunan yaşamın evrene olan yanlış uyumu kâinatsal ahenksizlik ile sonuçlanmaktadır. Kişilik iradesinin evrenlerin gidişatından olan nihai ayrılışı, kişilik kopuşu olarak ussal tecrit ile sonlanır. İkamet eden ruhaniyet rehberliğinin kaybı, süreç içinde beklenmeyen bir biçimde mevcudiyetin ruhsal sonlanışı ile sonuçlanır. Ussal ve ilerleyen yaşam bunun sonucunda, özü itibariyle ve kendi özünde, bir kutsal Yaratan’ın iradesini dışa vuran amaçsal bir evrenin mevcudiyetine ait tartışmasız nitelikteki bir kanıt haline gelmektedir. Ve, bu yaşam, bütünlüğü bakımından, Kâinatın Yaratıcısı olarak nihai amacına sahip bir biçimde daha yüksek değerlere doğru mücadele vermektedir. 130:4.8 (1434.7) Misadaptation of self-conscious life to the universe results in cosmic disharmony. Final divergence of personality will from the trend of the universes terminates in intellectual isolation, personality segregation. Loss of the indwelling spirit pilot supervenes in spiritual cessation of existence. Intelligent and progressing life becomes then, in and of itself, an incontrovertible proof of the existence of a purposeful universe expressing the will of a divine Creator. And this life, in the aggregate, struggles toward higher values, having for its final goal the Universal Father.
130:4.9 (1435.1) Usun daha yüksek ve ruhsal görünüme sahip hizmetleri dışında, insan yalnızca belli bir ölçüde hayvan düzeyinin üstünde bulunan akla sahiptir. Bu nedenle hayvanlar (ibadet ve bilgeliğe sahip olmayan bir konumda bulunarak), bir bilince sahip olmanın bilincinde olarak, bilinç-öteliliği deneyimleyemezler. 130:4.9 (1435.1) Only in degree does man possess mind above the animal level aside from the higher and quasi-spiritual ministrations of intellect. Therefore animals (not having worship and wisdom) cannot experience superconsciousness, consciousness of consciousness. The animal mind is only conscious of the objective universe.
130:4.10 (1435.2) Bilgi, maddi veya diğer bir değişle gerçeği ayırt edebilen aklın alanıdır. Gerçeklik, Tanrı’yı tanımanın bilincindeki, ruhsal olarak bahşedilmiş usun nüfuz alanıdır. Bilgi gösterilebilir niteliktedir; gerçeklik deneyimlenebilendir. Bilgi, aklın bir iyeliğidir; ruhun bir deneyimi olarak gerçeklik, ilerleyen benliğe ait bir şeydir. Bilgi, ruhsal-olmayan düzeyin bir işlevidir; gerçeklik, evrenlerin akıl-ruhaniyet düzeyinin bir fazıdır. Maddi aklın gözü, gerçeksel bilginin bir dünyasını algılar; ruhsallaşmış usun gözü, gerçek değerlerden oluşan bir dünyayı ayrıştırır. Eş zamanlı hale gelmiş ve uyumlaşmış bu iki bakış açısı içinde bilgeliğin, evren olaylarını ilerleyici nitelikteki kişisel deneyim bakış açısından yorumladığı, gerçekliğin dünyasını açığa çıkarır. 130:4.10 (1435.2) Knowledge is the sphere of the material or fact-discerning mind. Truth is the domain of the spiritually endowed intellect that is conscious of knowing God. Knowledge is demonstrable; truth is experienced. Knowledge is a possession of the mind; truth an experience of the soul, the progressing self. Knowledge is a function of the nonspiritual level; truth is a phase of the mind-spirit level of the universes. The eye of the material mind perceives a world of factual knowledge; the eye of the spiritualized intellect discerns a world of true values. These two views, synchronized and harmonized, reveal the world of reality, wherein wisdom interprets the phenomena of the universe in terms of progressive personal experience.
130:4.11 (1435.3) Hata (kötülük), kusurlu olmanın beraberinde getirdiği, kendisinden olumsuz yönde etkilenilen sonuçtur. Kusurlu olmanın nitelikleri veya yanlış uyumun gerçekleri, irdeleyici gözlem ve bilimsel inceleme vasıtasıyla maddi düzey üzerinde ortaya çıkmaktadır; onlar ahlaki düzeyde ise, insan deneyimi vasıtasıyla ortaya çıkmaktadır. Kötülüğün mevcudiyeti, aklın hatalarının ve evrimleşen benliğin henüz olgunlaşmamış konumunun kanıtıdır. Kötülük aynı zamanda, bu nedenle, kâinat yorumundaki kusurluluğun bir ölçüm birimidir. Yanlış yapma olasılığı, göreceli ve kusurlu olandan nihai ve kusursuz olana doğru olarak, kısmi ve geçici olandan bütüncül ve ebedi olana ilerleyiş düzeni halindeki bilgeliğin erişiminde içkin niteliktedir. Hata, insanın Cennet kusursuzluğuna giden yukarı doğru uzanmaktaki kâinat yolunda zorunluluk gereği önüne düşmek durumunda olan göreceli nitelikteki tamamlanmamışlığın gölgesidir. Hata (kötülük) mevcut bir kâinat niteliği değildir; o, yalın bir değişle, tamamlanmamış nitelikteki sınırlılığa ait kusurluluğun Yüce ve Nihai Olan’ın yükseliş düzeylerine olan içkin ilişkisinde ortaya çıkan bir göreceliliğin gözlenişidir. 130:4.11 (1435.3) Error (evil) is the penalty of imperfection. The qualities of imperfection or facts of misadaptation are disclosed on the material level by critical observation and by scientific analysis; on the moral level, by human experience. The presence of evil constitutes proof of the inaccuracies of mind and the immaturity of the evolving self. Evil is, therefore, also a measure of imperfection in universe interpretation. The possibility of making mistakes is inherent in the acquisition of wisdom, the scheme of progressing from the partial and temporal to the complete and eternal, from the relative and imperfect to the final and perfected. Error is the shadow of relative incompleteness which must of necessity fall across man’s ascending universe path to Paradise perfection. Error (evil) is not an actual universe quality; it is simply the observation of a relativity in the relatedness of the imperfection of the incomplete finite to the ascending levels of the Supreme and Ultimate.
130:4.12 (1435.4) Her ne kadar İsa tüm bunları ufaklığa, kavrayışına en uygun dille söylemişse de, görüş alışverişinin sonunda Ganid’in gözleri kapanmakta olup, yakın bir süre sonra uykuya dalmıştı. Onlar, Girit adasında Lasea için yol alacak olan tekneye binmek için bir sonraki sabah erkenden kalktılar. Ancak, yola çıkmadan önce, ufaklık hala, İsa’nın şu cevabı vermiş olduğu, kötülük hakkında yöneltmesi gereken ilave sorulara sahipti: 130:4.12 (1435.4) Although Jesus told all this to the lad in language best suited to his comprehension, at the end of the discussion Ganid was heavy of eye and was soon lost in slumber. They rose early the next morning to go aboard the boat bound for Lasea on the island of Crete. But before they embarked, the lad had still further questions to ask about evil, to which Jesus replied:
130:4.13 (1435.5) Kötülük, bir görecelilik kavramsallaşmasıdır. O; tıpkı bir kâinatın, Sınırsız Olan’a ait ebedi gerçekliklerin evrensel dışavurumunun yaşayan ışığını görmeyi zorlaştırışı gibi, nesnelerden ve varlıklardan oluşan sınırlı bir evrenin yarattığı gölgede ortaya çıkan kusurlulukların gözlenişinden doğmaktadır. 130:4.13 (1435.5) Evil is a relativity concept. It arises out of the observation of the imperfections which appear in the shadow cast by a finite universe of things and beings as such a cosmos obscures the living light of the universal expression of the eternal realities of the Infinite One.
130:4.14 (1435.6) Potansiyel kötülük kökensel olarak, sonsuzluk ve ebediyetin zaman-mekân-tarafından-kısıtlı bir dışavurumu olarak Tanrı’nın açığa çıkarılışının olması zorunlu nitelikteki tamamlanmamışlığından doğmaktadır. Bütüncül olanın mevcudiyeti içinde kısmi olanın gerçeksel konumu; gerçekliğin göreceliliğini meydana getirmekte, ussal tercihin gerekliliğini yaratmakta ve ruhaniyet farkındalığına ve ona gösterilen karşılığa ait değer düzeylerini oluşturmaktadır. Geçici ve sınırlı olan yaratılmış aklı tarafından inanılmakta olan Sınırlı Olan’a dair tamamlanmamış ve sınırlı nitelikteki kavramsallaşma, kendisi içinde ve özü itibariyle, potansiyel kötülüktür. Ancak, bu özü itibariyle doğal olan ussal ahenksizlikleri ve ruhsal yetersizlikleri kabul edilebilir bir biçimde ruhsal olarak düzeltmede gerekçelendirilemeyecek nitelikteki yoksunluğun yarattığı ilave hata, mevcut kötülüğün gerçekleşmesine denk düşmektedir. 130:4.14 (1435.6) Potential evil is inherent in the necessary incompleteness of the revelation of God as a time-space-limited expression of infinity and eternity. The fact of the partial in the presence of the complete constitutes relativity of reality, creates necessity for intellectual choosing, and establishes value levels of spirit recognition and response. The incomplete and finite concept of the Infinite which is held by the temporal and limited creature mind is, in and of itself, potential evil. But the augmenting error of unjustified deficiency in reasonable spiritual rectification of these originally inherent intellectual disharmonies and spiritual insufficiencies, is equivalent to the realization of actual evil.
130:4.15 (1436.1) Yaşamını yitirmiş olarak, durağan kavramsallaşmaların tümü potansiyel olarak kötüdür. Göreceli ve yaşayan gerçekliğin sınırlı gölgesi sürekli bir biçimde hareket etmektedir. Durağan kavramsallaşmalar her durumda, bilimi, siyaseti, toplumu ve dini yavaşlatmaktadır. Durağan kavramsallaşmalar belirli bir bilgiyi temsil edebilir; ancak, onlar, bilgelik bakımından yetersiz olup, gerçeklikten yoksundur. Ancak, görecelik kavramsallaşmasının sizleri; kâinatsal aklın rehberliği altındaki kâinatın eşgüdümünü ve Yüce’nin enerji ve ruhaniyeti tarafından sağlanan onun istikrara kavuşturulmuş denetimini tanımanıza engel olacak bir biçimde yanlış yönlendirmesine izin vermeyin. 130:4.15 (1436.1) All static, dead, concepts are potentially evil. The finite shadow of relative and living truth is continually moving. Static concepts invariably retard science, politics, society, and religion. Static concepts may represent a certain knowledge, but they are deficient in wisdom and devoid of truth. But do not permit the concept of relativity so to mislead you that you fail to recognize the co-ordination of the universe under the guidance of the cosmic mind, and its stabilized control by the energy and spirit of the Supreme.
5. Girit Adası’nda ^top 5. On the Island of Crete ^top
130:5.1 (1436.2) Yolcuların Girit’e gidişinde yalnızca tek bir amacı vardı ve, bu ise, hoşça vakit geçirmek, adada gezmek ve dağlara çıkmaktı. Bu zamanın Giritlileri, çevre insan toplulukları arasında kıskanılabilir bir üne memnuniyetle sahip değillerdi. Yine de, İsa ve Ganid, düşünme ve yaşamanın daha yüksek düzeylerine birçok ruhu kazandırmış olup, böylece, Kudüs’den ilk duyurucular buraya ulaştığında daha sonraki müjde öğretilerinin hızlı bir biçimde kabulü için altyapıyı oluşturmuşlardı. İsa bu Girit insanlarını her ne kadar Pavlus daha sonrasında, Titus’u adaya kiliselerini yeniden düzenlemesi için ilerleyen zamanlarda gönderdiğinde onlar hakkında ağır sözler söylemiş olmasına rağmen, derinden sevmişti. 130:5.1 (1436.2) The travelers had but one purpose in going to Crete, and that was to play, to walk about over the island, and to climb the mountains. The Cretans of that time did not enjoy an enviable reputation among the surrounding peoples. Nevertheless, Jesus and Ganid won many souls to higher levels of thinking and living and thus laid the foundation for the quick reception of the later gospel teachings when the first preachers from Jerusalem arrived. Jesus loved these Cretans, notwithstanding the harsh words which Paul later spoke concerning them when he subsequently sent Titus to the island to reorganize their churches.
130:5.2 (1436.3) Girit’in dağlık bölgesinde İsa, din hakkında Gonod ile olan ilk uzun konuşmasında bulunmuştu. Ve, baba fazlasıyla etkilemiş olup, şunu söylemişti: “Oğlanın ona söylediğin her şeye inanmasına şaşmamak gerek; ama ben hiç, bırak Şam’ı, Kudüs’de bile onların böyle bir dine sahip olduklarını bilmiyordum.” Adadaki konaklamaları boyunca Gonod İsa’ya ilk kez, kendisinin Hindistan’a beraberlerinde geri dönmesini teklif etmişti; ve, Ganid, İsa’nın böyle bir şeyin sağlanmasına razı olabileceği düşüncesi karşısında çok mutlu olmuştu. 130:5.2 (1436.3) On the mountainside in Crete Jesus had his first long talk with Gonod regarding religion. And the father was much impressed, saying: “No wonder the boy believes everything you tell him, but I never knew they had such a religion even in Jerusalem, much less in Damascus.” It was during the island sojourn that Gonod first proposed to Jesus that he go back to India with them, and Ganid was delighted with the thought that Jesus might consent to such an arrangement.
130:5.3 (1436.4) Bir gün Ganid İsa’ya, neden kendisini halkın bir öğretmeni görevine adamamış olduğunu sorduğunda, İsa şunu söyledi: “Benim evladım, her şey kendi vaktinin gelmesini beklemek zorundadır. Sen dünyaya doğmuş bulunmaktasın; ancak, ne kadar endişelenirsen endişelen ve ne kadar sabırsızlık gösterirsen göster, bunlar büyümene yardımcı olmayacak. Sen, tüm bu durumlarda, zamanı beklemek zorundasın. Tek başına zaman, ağaçtaki yeşil meyveyi olgunlaştıracaktır. Yalnızca akıp giden zamanla mevsimler mevsimi ve gün batımı gün doğumunu izler. Ben şimdi sen ve baban ile Roma yolumun üzerindeyim; ve, bu, bugün için bana yeterlidir. Benim yarınım tamamiyle, cennet içindeki Yaratıcım’ın ellerindedir.” Ve, bunun sonrasında o Ganid’e, Musa ve kırk yıllık dikkatli bekleme ve süregelen hazırlanmanın hikâyesini anlattı. 130:5.3 (1436.4) One day when Ganid asked Jesus why he had not devoted himself to the work of a public teacher, he said: “My son, everything must await the coming of its time. You are born into the world, but no amount of anxiety and no manifestation of impatience will help you to grow up. You must, in all such matters, wait upon time. Time alone will ripen the green fruit upon the tree. Season follows season and sundown follows sunrise only with the passing of time. I am now on the way to Rome with you and your father, and that is sufficient for today. My tomorrow is wholly in the hands of my Father in heaven.” And then he told Ganid the story of Moses and the forty years of watchful waiting and continued preparation.
130:5.4 (1436.5) İyi Limanlar’a olan bir gezintide Ganid’in hiçbir zaman unutmayacağı bir şey yaşandı bu yaşanılmışlığın hafızası her zaman, doğduğu ülkesi Hindistan’ın kast sistemini değiştirmek için bir şeyler yapabilmeyi dilemesine neden oldu. Sarhoş bir bayağı kişi, her kesin kullandığı ortak yolda bir köle kıza saldırmaktaydı. İsa kızın içinde bulunduğu kötü durumu gördüğünde, ileri atılıp, aklını yitirmiş adamın saldırısından genç kızı çekip aldı. Korkmuş çocuk ona sıkıca sarılmışken, güçlü olan uzun sağ koluyla, acınası akranı havayı kızgın yumruklarıyla döverek kendisini yorana kadar öfkeden kendini kaybetmiş adamı güvenli bir mesafede tutmuştu. Ganid, İsa’nın olayı denetim altına alışına yardım etmek için güçlü bir dürtü hissetti; ancak, babası ona engel oldu. Her ne kadar onlar kızın dilinden konuşamasalar da, kız, duydukları merhamet sonucu onların gerçekleştirmiş oldukları eylemi anlamıştı ve, içten takdirinin simgesi olan bir şeyi, üçü de kendisini evine eşlik ederken onlara vermişti. Bu muhtemelen, beden içindeki tüm yaşamı boyunca İsa’nın akranlarıyla karşılaşmış olduğu kişisel bir yüzleşmeye en yakın olaydı. Ancak, onu bu akşam, neden sarhoş adama el kaldırmayışını Ganid’e açıklamanın zor bir görevi beklemişti. Ganid bu adamın, en azından kıza vurmuş olduğu kadar dayak yemesi gerektiğini düşünmüştü. 130:5.4 (1436.5) One thing happened on a visit to Fair Havens which Ganid never forgot; the memory of this episode always caused him to wish he might do something to change the caste system of his native India. A drunken degenerate was attacking a slave girl on the public highway. When Jesus saw the plight of the girl, he rushed forward and drew the maiden away from the assault of the madman. While the frightened child clung to him, he held the infuriated man at a safe distance by his powerful extended right arm until the poor fellow had exhausted himself beating the air with his angry blows. Ganid felt a strong impulse to help Jesus handle the affair, but his father forbade him. Though they could not speak the girl’s language, she could understand their act of mercy and gave token of her heartfelt appreciation as they all three escorted her home. This was probably as near a personal encounter with his fellows as Jesus ever had throughout his entire life in the flesh. But he had a difficult task that evening trying to explain to Ganid why he did not smite the drunken man. Ganid thought this man should have been struck at least as many times as he had struck the girl.
6. Korkmuş Olan Genç Adam ^top 6. The Young Man Who Was Afraid ^top
130:6.1 (1437.1) Dağ eteklerindeyken, İsa, korku duymakta ve ümitsizlik içinde bulunmakta olan bir genç adamla uzun bir konuşma yaptı. Akranlarıyla olan birlikteliğinden huzur ve cesaret bulmada başarısız olarak bu genç, tepelerde yalnızlığı aramış haldeydi; o, bir acizlik ve aşağılık duygusuyla büyümüş haldeydi. Bu doğal kökenli eğilimler; en dikkate değer olanı on iki yaşında babasını yitirişi olarak, ufaklığın büyürken karşılaşmış olduğu sayısız zorlu durumla çoğalmıştı. Onlar karşılaştıklarında, İsa şunu söylemişti: “Selamlar, dostum! böyle güzel bir günde neden bu kadar üzüntü içerisinde görünmektesin? Eğer seni sıkıntıya sokan bir şey olmuşsa, ben, belki bir şekilde sana yardımcı olabilirim. Her ne olursa olsun, yardımlarımı sunmak bana büyük keyif vermektedir.” 130:6.1 (1437.1) While they were up in the mountains, Jesus had a long talk with a young man who was fearful and downcast. Failing to derive comfort and courage from association with his fellows, this youth had sought the solitude of the hills; he had grown up with a feeling of helplessness and inferiority. These natural tendencies had been augmented by numerous difficult circumstances which the lad had encountered as he grew up, notably, the loss of his father when he was twelve years of age. As they met, Jesus said: “Greetings, my friend! why so downcast on such a beautiful day? If something has happened to distress you, perhaps I can in some manner assist you. At any rate it affords me real pleasure to proffer my services.”
130:6.2 (1437.2) Genç adam konuşmaya isteksizdi, ve bu yüzden İsa şunları söyleyerek onun ruhuna ikinci kez yaklaşımda bulunmuştu: “Senin bu tepelere insanlardan kurtulmak için gelmiş olduğunu anlayabiliyorum; bu nedenle, tabiî ki de, sen, benle konuşmak istememektesin; ama, ben, bu tepelere aşina olup olmadığını öğrenmek isterim; dağ patikalarına giden yolu biliyor musun? ve, ki eğer şanlıysam, Feniks’e en iyi hangi yoldan gidebileceğim hakkında beni bilgilendirebilir misin?” Bu zaman zarfında bu genç, bu dağları oldukça iyi bilir hale gelmişti; ve, o gerçekten de, Feniks’e giden yolu İsa’ya söylemede çok fazla ilgili hale gelmişti ki; o kadar çok ki, arazi üzerindeki tüm patika yolları eliyle göstermiş ve her detayı bütünüyle açıklamıştı. Ancak, o, İsa güle güle dedikten ve ayrılırmış gibi yaptıktan sonra birden kendisine dönüp şu sözleri söyleyişiyle, şaşkına dönüp ve meraklanmıştı: “Ben, huzur bulamayışınla yalnız başına bırakılma arzusu duyduğunu oldukça iyi biliyorum; ancak, Feniks’e yolumu en iyi şekilde nasıl bulacağıma dair senden böyle cömert bir yardımı aldıktan sonra, burada dağ eteklerinde bekleyerek vaktini geçirirken kalbinde arayışına düşmüş olduğun nihai son amacına gidecek en iyi yolla ilgili hoşa giden yardım ve rehberlik ricana cevap vermek için en küçük bir çabada bile bulunmadan senden düşüncesizce ayrılmak benim için ne iyi ne de adil bir şey olurdu. Sen, onları birçok kez katetmiş olarak, Feniks’e giden dağ patikalarını nasıl çok iyi biliyorsan, ben de, hayal kırıklığına uğramış ümitlerinin ve engellenmiş gelecek arzularının şehrine giden yolu çok iyi bilmekteyim. Ve, sen benden yardım istediğin için, seni hayal kırıklığına uğratmayacağım.” Genç, hissettiği yoğun duygulardan neredeyse hiçbir şekilde konuşacak bir şey bulamıyordu; ama, o şunları, kesik kesik dile getirmeyi başarabildi: “Ama — ben senden hiçbir şey istemedim ki — ” Ve, İsa, elini onun omzuna usulca koyarak, şunu söyledi: “Hayır evlat, sözcüklerle değil, arayan bakışlarınla sen benim kalbime geldin. Küçük oğlum benim, akranlarını derinden seven biri için, hayal kırıklığı ve ümitsizlik içindeki çehrende yardım için kendini çok güzel ifade eden bir talep bulunmaktadır. Sana; benliğin kederlerinden, insanların kardeşliğindeki ve cennetin Tanrısı’na olan hizmetteki sevgi dolu etkinliklerin neşelerine götüren hizmet patikaları ve mutluluk ana yollarından bahsederken, gel yanıma otur.” 130:6.2 (1437.2) The young man was disinclined to talk, and so Jesus made a second approach to his soul, saying: “I understand you come up in these hills to get away from folks; so, of course, you do not want to talk with me, but I would like to know whether you are familiar with these hills; do you know the direction of the trails? and, perchance, could you inform me as to the best route to Phenix?” Now this youth was very familiar with these mountains, and he really became much interested in telling Jesus the way to Phenix, so much so that he marked out all the trails on the ground and fully explained every detail. But he was startled and made curious when Jesus, after saying good-bye and making as if he were taking leave, suddenly turned to him, saying: “I well know you wish to be left alone with your disconsolation; but it would be neither kind nor fair for me to receive such generous help from you as to how best to find my way to Phenix and then unthinkingly to go away from you without making the least effort to answer your appealing request for help and guidance regarding the best route to the goal of destiny which you seek in your heart while you tarry here on the mountainside. As you so well know the trails to Phenix, having traversed them many times, so do I well know the way to the city of your disappointed hopes and thwarted ambitions. And since you have asked me for help, I will not disappoint you.” The youth was almost overcome, but he managed to stammer out, “But—I did not ask you for anything—” And Jesus, laying a gentle hand on his shoulder, said: “No, son, not with words but with longing looks did you appeal to my heart. My boy, to one who loves his fellows there is an eloquent appeal for help in your countenance of discouragement and despair. Sit down with me while I tell you of the service trails and happiness highways which lead from the sorrows of self to the joys of loving activities in the brotherhood of men and in the service of the God of heaven.”
130:6.3 (1437.3) Bu zaman zarfında genç adam, oldukça fazla bir biçimde İsa ile konuşma arzusu duymaktaydı ve, o, kişisel keder ve yenilgiden oluşan dünyasından kaçışı işin kendisine yol göstermesi amacıyla, kendisine yardım etmesini ondan çok güçlü bir biçimde talep ederek ayaklarına kapanmıştı. İsa şöyle söyledi: “Dostum, ayağa kalk! Bir insan gibi dimdik dur! Küçük düşmanlarla çevrilmiş, birçok engel tarafından durdurulmuş olabilirsin; ancak, bu dünyanın ve kâinatın büyük şeyleri ve gerçek şeyleri senin yanındadır. Güneş her sabah, tıpkı dünya üzerindeki en güçlü ve en varlıklı insana yaptığı gibi, seni saygıyla selamlamak için doğmaktadır. Bir bak —kuvvetli bir bedene ve güçlü kaslara sahip olarak — fiziksel yapın ortalamanın üstünde. Tabii ki de, böyle olman, burada böyle dağ eteklerinde dışarıda otururken ve kimisi gerçek kimisi de hayal ürünü olan talihsizliklerin üzerine yas tutarken neredeyse anlamsızdır. Ancak, sen, mükemmel şeylerin yapılmayı beklediği yere bir an önce giderek kurtulursan, bedeninle büyük şeyleri yapabilirsin. Sen, mutsuz olan benliğinden kaçmaya çalışıyorsun; ancak, bu gerçekleştirilemez niteliktedir. Sen ve yaşamaya dair sorunların gerçektir; sen, yaşadığın müddetçe onlardan kaçamazsın. Ancak, bir daha bak, aklın açık ve yetkin. Kuvvetli bedenin, yönlendirmek için us sahibi olan bir akla sahip. Aklını, sahip olduğu sorunları çözmesiyle görevlendir; usuna, senin için çalışmasını öğret; artık, düşünmeyen bir hayvan gibi korkunun egemenliği altına girmeyi reddet. Aklın; senin, şimdiye kadar olduğun gibi, onun ümitsiz korku-kölesi ve umutsuzluğun ve yenilginin esir hizmetçisi olacağına, yaşam sorunlarının çözümünde cesur müttefikin olsun. Ancak, hepsi içinde en değerlisi olarak, gerçek kazanımında sahip olduğun potansiyel; senin içinde yaşayan, ve eğer onu korkunun zincirlerinden özgür bırakacak olursan ve böylelikle elinde bulundurduğun ruhsal doğanın, yaşayan inancın güç-mevcudiyeti ile eylemsizlikten kaynaklanan kötülüklerden kurtulmaya başlamasını mümkün kılarsan, kendisini denetlemesi ve bedeni harekete geçirmesi için aklını uyaracak ve ona ilham kaynağı olacak olan ruhaniyettir. Ve bunun sonrasında, hiç aralıksız gerçekleşen bir biçimde, bu inanç; senin Tanrı’nın bir evladı olduğunun kalbinde doğmuş olduğu bilinç nedeniyle ruhunu çok yakın bir süre içinde dolup taşıracak olan, bu yeni ve her şeyi egemenliği altına alan akranlarının derin sevgisinin karşı konulmaz mevcudiyeti ile insanlardan duyulan korkuyu alt edecektir. 130:6.3 (1437.3) By this time the young man very much desired to talk with Jesus, and he knelt at his feet imploring Jesus to help him, to show him the way of escape from his world of personal sorrow and defeat. Said Jesus: “My friend, arise! Stand up like a man! You may be surrounded with small enemies and be retarded by many obstacles, but the big things and the real things of this world and the universe are on your side. The sun rises every morning to salute you just as it does the most powerful and prosperous man on earth. Look—you have a strong body and powerful muscles—your physical equipment is better than the average. Of course, it is just about useless while you sit out here on the mountainside and grieve over your misfortunes, real and fancied. But you could do great things with your body if you would hasten off to where great things are waiting to be done. You are trying to run away from your unhappy self, but it cannot be done. You and your problems of living are real; you cannot escape them as long as you live. But look again, your mind is clear and capable. Your strong body has an intelligent mind to direct it. Set your mind at work to solve its problems; teach your intellect to work for you; refuse longer to be dominated by fear like an unthinking animal. Your mind should be your courageous ally in the solution of your life problems rather than your being, as you have been, its abject fear-slave and the bond servant of depression and defeat. But most valuable of all, your potential of real achievement is the spirit which lives within you, and which will stimulate and inspire your mind to control itself and activate the body if you will release it from the fetters of fear and thus enable your spiritual nature to begin your deliverance from the evils of inaction by the power-presence of living faith. And then, forthwith, will this faith vanquish fear of men by the compelling presence of that new and all-dominating love of your fellows which will so soon fill your soul to overflowing because of the consciousness which has been born in your heart that you are a child of God.
130:6.4 (1438.1) “Şu gün, benim evladım, sen, yeniden doğacak, kendini inancın bir insanı olarak yeniden oluşturacak, Tanrı için, insana olan hizmete bağlanacaksın. Ve, kendin içinde yaşama oldukça bütüncül bir biçimde yeniden uyumlu hale geldiğinde, benzer bir biçimde kâinata yeniden uyumlu hale gelirsin; sen, ruhaniyetten doğmuş olarak — yeniden doğmuş olup, senin bütüncül yaşamın artık, utkun kazanımdan biri olacaktır. Sorunlar seni canlandıracak; hayal kırıklıkları seni gelecek için kamçılayacak; zorluklar seni, onların üstesinden gelmen için kışkırtacak; ve, engeller, seni harekete geçirecek. Doğrul, genç adam! Korkuya kul köle olan ve her zorluktan kaçan korkak yaşama elveda et. Bir an önce göreve geri dönmek için acele et, ve beden içinde sahip olduğun yaşamını, dünya üzerinde insanın soylulaştırıcı hizmetine adanmış ve ebediyet içindeki Tanrı’ya olan muhteşem ve ebedi hizmetin nihai sonuna ait bir fani olarak, Tanrı’nın bir evladı halinde yaşa.” 130:6.4 (1438.1) “This day, my son, you are to be reborn, re-established as a man of faith, courage, and devoted service to man, for God’s sake. And when you become so readjusted to life within yourself, you become likewise readjusted to the universe; you have been born again—born of the spirit—and henceforth will your whole life become one of victorious accomplishment. Trouble will invigorate you; disappointment will spur you on; difficulties will challenge you; and obstacles will stimulate you. Arise, young man! Say farewell to the life of cringing fear and fleeing cowardice. Hasten back to duty and live your life in the flesh as a son of God, a mortal dedicated to the ennobling service of man on earth and destined to the superb and eternal service of God in eternity.”
130:6.5 (1438.2) Ve, Fortune ismindeki bu genç, ilerleyen zamanlarda; Girit’de bulunan Hıristiyanlar’ın önderi, ve, Girit inananlarını canlandırmadaki çabalarında Titus’un yakın birlikteliği haline gelmişti. 130:6.5 (1438.2) And this youth, Fortune, subsequently became the leader of the Christians in Crete and the close associate of Titus in his labors for the uplift of the Cretan believers.
130:6.6 (1438.3) Yolcular; Kirene’de iki günlük bir süre boyunca durarak, kuzey Afrika’da bulunan Kartaca için bir gün öğlen vakti suları hazır hale geldiklerinde, gerçekten dinlenmiş ve yenilenmişlerdi. İsa ve Ganid, yüklü bir öküz arabasının dağılması sonucu yaralanmış olan Rufus adındaki bir ufaklığa burada ilk yardımda bulunmuşlardı. Onlar Rufus’u; eve annesine ve, bir Roma askerinin verdiği emirlerle yapmış olduğu çarmıha ileride gerilmiş olan kişinin bir zamanlar oğluna arkadaşlık yapmış bu yabancı olduğunu çok az aklından geçirmiş olan, Şimon ismindeki babasına götürmüştü. 130:6.6 (1438.3) The travelers were truly rested and refreshed when they made ready about noon one day to sail for Carthage in northern Africa, stopping for two days at Cyrene. It was here that Jesus and Ganid gave first aid to a lad named Rufus, who had been injured by the breakdown of a loaded oxcart. They carried him home to his mother, and his father, Simon, little dreamed that the man whose cross he subsequently bore by orders of a Roman soldier was the stranger who once befriended his son.
7. Kartaca’da — Zaman ve Mekân üzerine olan Konuşma ^top 7. At Carthage—Discourse on Time and Space ^top
130:7.1 (1438.4) Çoğu zaman, Kartaca’ya olan yol üzerinde, İsa, akran yolcularıyla, toplumsal, siyasi ve ticari olan şeyler hakkında konuşmuştu; neredeyse tek bir söz din hakkında söylenmemişti. İlk kez Gonod ve Ganid, İsa’nın iyi bir hikâye anlatıcısı olduğunu keşfetmişti; ve, onlar kendisini, Celile’deki öncül yaşamı hakkında hikâyeler anlattırarak kendisini meşgul tutmuşlardı. Onlar aynı zamanda, İsa’nın, ne Kudüs’de ne de Şam’da değil, ancak Celile’de yetişmiş olduğunu öğrenmişlerdi. 130:7.1 (1438.4) Most of the time en route to Carthage Jesus talked with his fellow travelers about things social, political, and commercial; hardly a word was said about religion. For the first time Gonod and Ganid discovered that Jesus was a good storyteller, and they kept him busy telling tales about his early life in Galilee. They also learned that he was reared in Galilee and not in either Jerusalem or Damascus.
130:7.2 (1438.5) Ganid, şans eseri karşılaştıkları kişilerin büyük bir çoğunluğunun İsa’yı ilgi çekici bulduğunun farkına vararak, bir kişinin arkadaşlık kurabilmek için ne yapması gerektiğini öğrenmek istediğinde, onun öğretmeni İsa şunu söylemişti: “Akranlarına karşı ilgi duyar hale gel; onları nasıl derinden sevebileceğini öğren, ve onların yararına, gerçekleşmesini arzuladıklarına emin olduğun şeylere katkıda bulunmak için fırsat kolla.” Ve, bunun sonrasında o, eski Musevi atasözüne alıntı yapmıştı — “Arkadaşlara sahip olacak bir kişi kendisini arkadaşça göstermek zorundadır.” 130:7.2 (1438.5) When Ganid inquired what one could do to make friends, having noticed that the majority of persons whom they chanced to meet were attracted to Jesus, his teacher said: “Become interested in your fellows; learn how to love them and watch for the opportunity to do something for them which you are sure they want done,” and then he quoted the olden Jewish proverb—“A man who would have friends must show himself friendly.”
130:7.3 (1439.1) Kartaca’da İsa, bir Mitraik din-adamı ile, zaman ve ebediyet hakkında olarak, ölümsüzlük üzerine uzun ve dikkate değer bir konuşmada bulunmuştu. Bu Farslı kişi İskenderiye’de eğitim görmüş olup, gerçekten de İsa’dan bir şeyler öğrenmeyi arzulamıştı. Bugünün sözcükleri ile ifade edilmiş biçimde, özetle İsa, onun birçok sorusuna cevap olarak şunları söylemişti: 130:7.3 (1439.1) At Carthage Jesus had a long and memorable talk with a Mithraic priest about immortality, about time and eternity. This Persian had been educated at Alexandria, and he really desired to learn from Jesus. Put into the words of today, in substance Jesus said in answer to his many questions:
130:7.4 (1439.2) Zaman, yaratılmış bilinci tarafından algılandığı haliyle, ilerlemekte olan geçici olayların bir akımıdır. Zaman, aracılığı ile olayların yeniden düzenlendiği ve ayrıştırıldığı, şeylerin birbirini izleyişine-bir düzen için konumlanışına verilen bir isimdir. Mekân evreni, Cennet’in sabit yerleşkesinin dışında bulunan içteki herhangi bir konumdan gözlendiği haliyle, bir zaman-ilişkili olgudur. Zamanın hareketi yalnızca, bir zaman olgusu olarak mekânda hareket etmeyen bir şeyle ilişkili olarak açığa çıkar konumdadır. Kâinat âlemlerinin tümünde, Cennet ve ona ait İlahiyatlar, hem zaman hem de mekânın ötesinde bulunmaktadır. İkamet edilen dünyalarda, (Cennet Yaratıcısı’nın ruhaniyeti tarafından ikamet edilen ve onun aracılığı ile yönlendirilen) insan kişiliği, geçici olayların maddi ilerleyişinin ötesine geçebilen fiziksel olarak ilişkili tek gerçekliktir. 130:7.4 (1439.2) Time is the stream of flowing temporal events perceived by creature consciousness. Time is a name given to the succession-arrangement whereby events are recognized and segregated. The universe of space is a time-related phenomenon as it is viewed from any interior position outside of the fixed abode of Paradise. The motion of time is only revealed in relation to something which does not move in space as a time phenomenon. In the universe of universes Paradise and its Deities transcend both time and space. On the inhabited worlds, human personality (indwelt and oriented by the Paradise Father’s spirit) is the only physically related reality which can transcend the material sequence of temporal events.
130:7.5 (1439.3) Hayvanlar zamanı insanlar gibi hissetmemektedirler; ve, insan için bile, onun bölünmüş ve kısıtlı bakış açısı nedeniyle, zaman, olayların birbirlerini takip edişi olarak görünmektedir; ancak, içe doğru ilerleyen bir biçimde, insan yükseldikçe, bu olayların birbirlerini takip edişine dair genişleyen bakış açısı öyle bir konuma gelir ki, gittikçe artan bir biçimde onun bütüncüllüğü algılanır. Öncesinde olaylar arasında bir takip ediş olarak görülen şey, sonrasında bütüncül ve kusursuz bir biçimde birbiriyle ilişkili olan çevrim olarak görülecektir; böylelikle, döngüsel eş zamanlılık artan bir biçimde, bir zamanlar olayların dairesel sıralanışına dair sahip olunan bilincin yerine geçecektir. 130:7.5 (1439.3) Animals do not sense time as does man, and even to man, because of his sectional and circumscribed view, time appears as a succession of events; but as man ascends, as he progresses inward, the enlarging view of this event procession is such that it is discerned more and more in its wholeness. That which formerly appeared as a succession of events then will be viewed as a whole and perfectly related cycle; in this way will circular simultaneity increasingly displace the onetime consciousness of the linear sequence of events.
130:7.6 (1439.4) Orada, zaman tarafından belirlenen haliyle, mekâna ait yedi farklı kavramsallaşma bulunmaktadır. Mekân zaman tarafından ölçülür; zaman mekân tarafından değil. Bilim adamının yaşadığı kafa karışıklığı, mekânın gerçekliğini tanımadaki başarısızlıktan doğmaktadır. Mekân yalnızca, kâinat nesneleri ile ilişkili çeşitlenişe dair ussal bir kavramsallaşma değildir. Mekân boş değildir; ve, insanın, mekânın kısmen bile olsa ötesine geçebilecek olarak bildiği tek şey akıldır. Akıl, maddi nesnelerin mekân-ilişkiselliği kavramsallaşmasından bağımsız olarak faaliyet gösterebilir. Mekân görecesel ve karşılaştırmasal olarak, yaratılmış düzeye ait tüm varlıklar için sınırlıdır. Bilinç, yedi kâinat boyutunun farkındalığına yaklaştıkça, potansiyel mekân kavramsallaşması, daha fazla bir biçimde nihayete yaklaşmaktadır. Ancak, mekân potansiyeli, yalnızca mutlak düzeyde gerçekten nihaidir. 130:7.6 (1439.4) There are seven different conceptions of space as it is conditioned by time. Space is measured by time, not time by space. The confusion of the scientist grows out of failure to recognize the reality of space. Space is not merely an intellectual concept of the variation in relatedness of universe objects. Space is not empty, and the only thing man knows which can even partially transcend space is mind. Mind can function independently of the concept of the space-relatedness of material objects. Space is relatively and comparatively finite to all beings of creature status. The nearer consciousness approaches the awareness of seven cosmic dimensions, the more does the concept of potential space approach ultimacy. But the space potential is truly ultimate only on the absolute level.
130:7.7 (1439.5) Kâinatsal gerçekliğin, kâinatın yükseliş ve kusursuzlaşma halindeki düzeyleri üzerinde genişleyen ve her zaman göreceli bir anlamı olduğu sizler için bariz nitelikte olmalıdır. Nihai olarak, kurtuluş halindeki faniler, yedi-katmanlı bir evrende kimliklerini kazanırlar. 130:7.7 (1439.5) It must be apparent that universal reality has an expanding and always relative meaning on the ascending and perfecting levels of the cosmos. Ultimately, surviving mortals achieve identity in a seven-dimensional universe.
130:7.8 (1439.6) Maddi kökene ait bir aklın zaman-mekân kavramsallaşması, bilinçli ve kavrayış halindeki kişilik evrenlerin aşamalarında yükseldikçe, birbirini takip eden genişlemelerden geçme nihai sonuna sahiptir. İnsan, mevcudiyetin maddi ve ruhsal düzlemleri arasında bulunan akla eriştiğinde, onun zaman-mekân düşünceleri devasa bir biçimde, hem algının niteliği hem de deneyimin niceliği bakımından genişleyecektir. İlerleyen bir ruhaniyet kişiliğinin sahip olduğu genişlemekte olan kâinatsal kavramsallaşmalar, hem kavrayışın derinliğindeki ve hem de bilincin kapsamındaki çoğalmalar sebebiyle gerçekleşmektedir. Ve, kişilik, yukarı ve içe doğru olarak, İlahiyat-benzerliğinin aşkın düzeylerine doğru ilerledikçe, zaman-mekân kavramsallaşması artan bir biçimde, Mutlak Olanlar’a ait zamansız ve mekânsız kavramsallaşmalara yaklaşacaktır. Göreceli bir biçimde, ve aşkın nitelikteki kazanım ile uyumlu olarak, mutlak düzeyin bu kavramsallaşmaları, nihai kutsal sonun çocukları tarafından tahayyül edilir hale gelecektir. 130:7.8 (1439.6) The time-space concept of a mind of material origin is destined to undergo successive enlargements as the conscious and conceiving personality ascends the levels of the universes. When man attains the mind intervening between the material and the spiritual planes of existence, his ideas of time-space will be enormously expanded both as to quality of perception and quantity of experience. The enlarging cosmic conceptions of an advancing spirit personality are due to augmentations of both depth of insight and scope of consciousness. And as personality passes on, upward and inward, to the transcendental levels of Deity-likeness, the time-space concept will increasingly approximate the timeless and spaceless concepts of the Absolutes. Relatively, and in accordance with transcendental attainment, these concepts of the absolute level are to be envisioned by the children of ultimate destiny.
8. Napoli ve Roma Yolunda ^top 8. On the Way to Naples and Rome ^top
130:8.1 (1440.1) İtalya yolunda ilk olarak durdukları yer Malta adası olmuştu. Burada İsa, Klaudus isminde hayal kırıklığına uğramış ve güveni kırılmış genç bir kişiyle uzun bir konuşmada bulunmuştu. Bu akran öncesinden, canını almayı düşünmüştü; ancak, Şamlı kâtip ile konuşmasını bitirince şöyle söyledi: “Ben yaşamla bir erkek gibi yüzleşeceğim; korkağı oynadığım günler artık geride kaldı. Ben insanlarıma geri gidip, yaşama yeni baştan başlayacağım.” Yakın bir süre içinde o, Kinik inanışının şevkli bir duyurucusu haline gelip, daha da sonra, Petrus ile birlikte, Roma ve Napoli’de Hıristiyanlığı duyurma çabalarını birleştirmişlerdi; ve, Petrus’un ölümünden sonra, o, müjdeyi duyurmak için İspanya’ya geçmişti. Ancak, o hiçbir zaman; Malta’da kendisine ilham kaynağı olmuş kişinin, daha sonra dünyanın Kurtarıcısı olarak duyurduğu İsa olduğunu öğrenmemişti. 130:8.1 (1440.1) The first stop on the way to Italy was at the island of Malta. Here Jesus had a long talk with a downhearted and discouraged young man named Claudus. This fellow had contemplated taking his life, but when he had finished talking with the scribe of Damascus, he said: “I will face life like a man; I am through playing the coward. I will go back to my people and begin all over again.” Shortly he became an enthusiastic preacher of the Cynics, and still later on he joined hands with Peter in proclaiming Christianity in Rome and Naples, and after the death of Peter he went on to Spain preaching the gospel. But he never knew that the man who inspired him in Malta was the Jesus whom he subsequently proclaimed the world’s Deliverer.
130:8.2 (1440.2) Syracuse’de onlar bir tam hafta geçirmişlerdi. Duraklarında yaşanılmış dikkate değer olay, İsa ve onun dostlarının durakladıkları yer olan hanı idare eden, inancını terk etmiş Musevi olan Üzeyir’in yeniden kazanılışı olmuştu. Üzeyir İsa’nın yaklaşımıyla büyülenmiş olup, İsa’dan, İsrail’in inancına olan geri dönüşünde kendisine yardım etmesini istemişti. O ümitsizliğini şöyle söyleyerek ifade etmişti: “Ben İbrahim’in gerçek bir evladı olmak istiyorum, ama Tanrı’yı bulamıyorum.” Buna karşılık olarak İsa: “Eğer gerçekten Tanrı’yı bulmak istiyorsan, bu arzu kendi içinde, onu çoktan bulmuş olduğunun kanıtıdır. Senin yaşadığın zorluk, Tanrı’yı bulamama oluşun değildir, zira, Yaratıcı, çoktan seni bulmuş haldedir; senin yaşadığın zorluk, yalın bir değişle, Tanrı’yı bilmeyişindir. Yeremya Peygamberi’nde okumadın mı, ‘Beni tüm kalbinle aramış olduğun zamanı, benim ardıma düşmüş ve beni bulmuş olursun?’ Ve, tekrar edilmesi gerekirse, bu aynı peygamber şunu söylemiyor mu: ‘Ve, ben sana beni tanıması için bir kalp veriyorum, ben Koruyucunuz olan; ve, sen benim insanlarıma aitsin, böylece ben senin Tanrın oluyorum?’ Ve, sen, Yazıtlar’da şunların ifade edildiği metinleri de mi okumadın: ‘O aşağıya, insanlara doğru bakarken eğer biri “ben günah işledim ve doğru olandan ayrıldım, ve hiçbir yararını da görmedim” derse, bunun sonucunda Tanrı bu insanın ruhunu karanlıktan kurtarır ve bu kişi ışığı görür?” Ve, Üzeyir Tanrı’yı bulmuş olup, bunu ruhunun tatmin olduğu düzeyde gerçekleştirdi. Daha sonra, bu Musevi, dinini yakın zamanda değiştirmiş bir Yunanlı ile birliktelik halinde, Syracuse’de ilk Hıristiyan din kurumunu kurdu. 130:8.2 (1440.2) At Syracuse they spent a full week. The notable event of their stop here was the rehabilitation of Ezra, the backslidden Jew, who kept the tavern where Jesus and his companions stopped. Ezra was charmed by Jesus’ approach and asked him to help him come back to the faith of Israel. He expressed his hopelessness by saying, “I want to be a true son of Abraham, but I cannot find God.” Said Jesus: “If you truly want to find God, that desire is in itself evidence that you have already found him. Your trouble is not that you cannot find God, for the Father has already found you; your trouble is simply that you do not know God. Have you not read in the Prophet Jeremiah, ‘You shall seek me and find me when you shall search for me with all your heart’? And again, does not this same prophet say: ‘And I will give you a heart to know me, that I am the Lord, and you shall belong to my people, and I will be your God’? And have you not also read in the Scriptures where it says: ‘He looks down upon men, and if any will say: I have sinned and perverted that which was right, and it profited me not, then will God deliver that man’s soul from darkness, and he shall see the light’?” And Ezra found God and to the satisfaction of his soul. Later, this Jew, in association with a well-to-do Greek proselyte, built the first Christian church in Syracuse.
130:8.3 (1440.3) Messina’da onlar, yalnızca bir günlüğüne durmuşlardı ancak, bu, İsa’nın kendisinden meyve aldığı ve karşılığında yaşamın ekmeği ile beslediği bir meyve satıcısı olan küçük bir erkek çocuğunun yaşamını değiştirecek kadar yeteri kadar uzunlukta bir süreydi. Ufaklık; elini erkek çocuğun omzuna koyup şunları söylediğinde, İsa’nın söylemiş olduğu kelimeleri ve bu kelimelere eşlik eden onun arkadaşçıl bakışını bir daha unutmamıştı: “Sağlıcakla kal, benim ufaklığım, erkekliğe büyürken cesur ol ve yılma; bedeni besledikten sonra, ruhu nasıl beslemen gerektiğini de öğren. Ve, cennetteki Yaratıcım, seninle beraber olup, senin önünden gidecektir.” Ufaklık, Mitraik dinin bir takipçisi haline gelip, daha sonra Hıristiyan inancına bağlandı. 130:8.3 (1440.3) At Messina they stopped for only one day, but that was long enough to change the life of a small boy, a fruit vendor, of whom Jesus bought fruit and in turn fed with the bread of life. The lad never forgot the words of Jesus and the kindly look which went with them when, placing his hand on the boy’s shoulder, he said: “Farewell, my lad, be of good courage as you grow up to manhood and after you have fed the body learn how also to feed the soul. And my Father in heaven will be with you and go before you.” The lad became a devotee of the Mithraic religion and later on turned to the Christian faith.
130:8.4 (1440.4) En sonunda onlar Napoli’ye ulaşmış olup, istikametleri olan Roma’dan çok uzakta olmadıklarını hissetmişlerdi. Gonod’un Napoli’de, ilgilenmesi gereken birçok iş ilişkisi bulunmaktaydı kendisine mütercim olarak ihtiyaç duyulan zaman dışında, İsa ve Ganid boş vakitlerini, şehirde gerçekleştirdikleri gezintilerde ve keşiflerde harcamaktaydılar. Ganid, yardıma muhtaç oldukları görülen bireylerin yarattığı manzaraya fazlasıyla aşina hale gelmekteydi. Onlar bu şehirde fazlasıyla fakirlik görmüş olup, etrafa fazlasıyla para yardımında bulunmuşlardı. Ancak, Ganid; bir sokak dilencisine bir miktar bozukluk verdikten sonra, İsa’nın durup, bu kişiyle onu teselli eder biçimde konuşmayı reddettiğinde söylemiş olduğu sözcüklerin anlamını hiçbir zaman kavramamıştı. İsa şunları söylemişti: “Ne söylediğinin içerdiği anlamı algılayamayacak biri üzerinde neden kelimeler israf edilsin? Yaratıcı’nın ruhaniyeti, evlatlık için herhangi bir yetkinliğe sahip olmayan birine bir şeyler öğretemez ve onu kurtaramaz.” İsa’nın söylemek istediği şey, bu kişinin olağan bir akla ait olmadığıydı onun, ruhaniyet yönlendirişine karşılık verme yetisinden yoksunluğuydu. 130:8.4 (1440.4) At last they reached Naples and felt they were not far from their destination, Rome. Gonod had much business to transact in Naples, and aside from the time Jesus was required as interpreter, he and Ganid spent their leisure visiting and exploring the city. Ganid was becoming adept at sighting those who appeared to be in need. They found much poverty in this city and distributed many alms. But Ganid never understood the meaning of Jesus’ words when, after he had given a coin to a street beggar, he refused to pause and speak comfortingly to the man. Said Jesus: “Why waste words upon one who cannot perceive the meaning of what you say? The spirit of the Father cannot teach and save one who has no capacity for sonship.” What Jesus meant was that the man was not of normal mind; that he lacked the ability to respond to spirit leading.
130:8.5 (1441.1) Napoli’de hiçbir olağandışı deneyim yaşanmamıştı İsa ve genç adam şehri tamamiyle katetmiş ve yüzlerce erkeğe, kadına ve çocuğa, birçok gülücükle birlikte cesaret vermişti. 130:8.5 (1441.1) There was no outstanding experience in Naples; Jesus and the young man thoroughly canvassed the city and spread good cheer with many smiles upon hundreds of men, women, and children.
130:8.6 (1441.2) Buradan onlar, Capua’da üç günlüğüne yolculuklarına bir ara vererek, Capua üzerinden Roma’ya gitmişlerdi. Appian Yolu üzerinden, üçününde imparatorluğun bu en güçlü kraliçesi ve tüm dünyanın en büyüğü olan bu şehri görmeyi derinden arzuladığı bir biçimde, seyahat hayvanlarının yanında Roma’ya hareket etmişlerdi. 130:8.6 (1441.2) From here they went by way of Capua to Rome, making a stop of three days at Capua. By the Appian Way they journeyed on beside their pack animals toward Rome, all three being anxious to see this mistress of empire and the greatest city in all the world.