162. Makale Paper 162
Mişkan Şöleninde At the Feast of Tabernacles
162:0.1 (1788.1) İSA on havari ile birlikte Kudüs için yola çıktığında, daha kısa güzergâh olarak, Samarya boyunca gitmeyi tasarlamıştı. Bunun uyarınca, onlar, gölün doğu kıyısı boyunca güneye doğru hareket etmiş olup, Scythopolis üzerinden, Samarya sınırlarına girmişlerdi. Karanlık çöküşüne yakın, İsa Filip ve Matta’yı, kafile için kalacak yeri sağlamaları amacıyla Gilboa Dağı’nın doğu yamaçları üzerindeki bir kasabaya gönderdi. Gel gör ki, bu kasaba sakinleri, ortalama Samirilerden daha bile fazla olan bir biçimde, Musevilere karşı fazlasıyla önyargılı haldeydi; ve, bu hisler, Musevilerden çoğu mişkan şölenleri için yollara düşmüş oldukları için tam da bu zaman zarfı içinde yoğunlaşmış haldeydi. Bu insanlar İsa hakkında çok az şey bilmekteydi; ve, onlar, İsa ve birlikteliklerinin Musevi olmaları nedeniyle onun konaklama istediğini reddetmişti. Matta ve Filip kızgınlıklarını gösterdiklerinde ve bu Samirileri İsrail’in Kutsal Biri’ni ağırlamayı reddetmiş olduklarını bilgilendirdiklerinde, aşırı biçimde sinirlenmiş kasaba sakinlerini kendilerini sopa ve taşlarla kasabadan dışarıya kovalamışlardı. 162:0.1 (1788.1) WHEN Jesus started up to Jerusalem with the ten apostles, he planned to go through Samaria, that being the shorter route. Accordingly, they passed down the eastern shore of the lake and, by way of Scythopolis, entered the borders of Samaria. Near nightfall Jesus sent Philip and Matthew over to a village on the eastern slopes of Mount Gilboa to secure lodging for the company. It so happened that these villagers were greatly prejudiced against the Jews, even more so than the average Samaritans, and these feelings were heightened at this particular time as so many were on their way to the feast of tabernacles. These people knew very little about Jesus, and they refused him lodging because he and his associates were Jews. When Matthew and Philip manifested indignation and informed these Samaritans that they were declining to entertain the Holy One of Israel, the infuriated villagers chased them out of the little town with sticks and stones.
162:0.2 (1788.2) Filip ve Matta akranlarına geri dönüp, kasabadan nasıl dışarı atıldıklarını bildirdiklerinde, Yakub ve Yahya İsa’ya çıkıp, şunu söyledi: “Üstün, bizler senden, bu saygısız ve tövbe bilmez Samirileri yok etmek için gökten ateş indirmeyi arzu etmemize izin vermeni rica ediyoruz.” Ancak, İsa, intikamın bu sözlerini duyduğunda, Zübeyde çocuklarına dönüp, onları ciddi bir biçimde tersledi: “Sizler, takındığınız tutumdan habersizsiniz. İntikam cennetin krallığına ait olamaz. Tartışmak yerine, Ürdün geçidi yakınındaki küçük kasabaya hareket edelim.” Böylece, mezhepsel önyargı nedeniyle bu Samiriler, bir evrenin Yaratan Evladı’na misafirperverlikte bulunma onurunu kendilerine reddetmiş oldular. 162:0.2 (1788.2) After Philip and Matthew had returned to their fellows and reported how they had been driven out of the village, James and John stepped up to Jesus and said: “Master, we pray you to give us permission to bid fire come down from heaven to devour these insolent and impenitent Samaritans.” But when Jesus heard these words of vengeance, he turned upon the sons of Zebedee and severely rebuked them: “You know not what manner of attitude you manifest. Vengeance savors not of the outlook of the kingdom of heaven. Rather than dispute, let us journey over to the little village by the Jordan ford.” Thus because of sectarian prejudice these Samaritans denied themselves the honor of showing hospitality to the Creator Son of a universe.
162:0.3 (1788.3) İsa ve onlu, geceyi geçirmek için Ürdün geçidi yakınındaki kasabada durmuşlardı. Ertesi gün erken vakitlerde nehri geçip, Bethani’ye Çarşamba akşamının geç vakitlerinde ulaşan bir biçimde, doğu Ürdün anayolu üzerinden Kudüs için yollarına devam etmişlerdi. Tomas ve Nathanyel, Rodan ile olan görüşmeleri nedeniyle varışları ertelenmiş olarak, Cuma günü varmışlardı. 162:0.3 (1788.3) Jesus and the ten stopped for the night at the village near the Jordan ford. Early the next day they crossed the river and continued on to Jerusalem by way of the east Jordan highway, arriving at Bethany late Wednesday evening. Thomas and Nathaniel arrived on Friday, having been delayed by their conferences with Rodan.
162:0.4 (1788.4) İsa ve on ikili, yaklaşık dört buçuk hafta olarak, ertesi ayın (Ekim’in) sonuna kadar Kudüs’ün çevresinde kalmaya devam etmişlerdi. İsa kendi başına şehre yalnızca birkaç sefer gitmişti; ve, bu kısa ziyaretler, mişkan şölenleri günlerinde gerçekleşmişti. İsa, Ekim’in büyük bir kısmını Beytüllahim’de Abner ve onun birliktelikleri ile geçirmişti. 162:0.4 (1788.4) Jesus and the twelve remained in the vicinity of Jerusalem until the end of the following month (October), about four and one-half weeks. Jesus himself went into the city only a few times, and these brief visits were made during the days of the feast of tabernacles. He spent a considerable portion of October with Abner and his associates at Bethlehem.
1. Kudüs’e olan Ziyaretin Tehlikeleri ^top 1. The Dangers of the Visit to Jerusalem ^top
162:1.1 (1788.5) Celile’den kaçışlarından uzunca bir süre önce, İsa’nın takipçileri kendisinden güçlüce bir biçimde, iletisinin Musevi kültür ve öğrenim merkezinde duyurulma itibarına sahip olması için, krallığın müjdesini duyurmak amacıyla Kudüs’e gitmesini rica etmişti; ancak, bu aşamada Kudüs’e öğretmek için mevcut bir biçimde gelmiş olması nedeniyle, bu kişiler onun yaşamından endişe etmekteydi. Sanhedrin heyetinin İsa’yı Kudüs’e yargılamayı amaçlamak için getirmek istediğini bilir ve Üstün’ün, ölüme maruz kalma zorunluluğuna dair yakın zaman içerisinde tekrarlamış olduğu duyuruları hatırlar bir biçimde, havariler öncesinde, İsa’nın mişkan törenlerine olan ani katılma kararı karşısında şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilmez konuma düşmüşlerdi. Öncesinde, onların kendisine gerçekleştirmiş olduğu Kudüs’e gitmesinin güçlü ricalarının tümüne, “Vaktim henüz gelmedi” biçiminde cevap vermişti. Bu aşamada, onların korkularından kaynaklanan itirazlarına sadece, “Ancak vaktim geldi” biçiminde cevap vermişti. 162:1.1 (1788.5) Long before they fled from Galilee, the followers of Jesus had implored him to go to Jerusalem to proclaim the gospel of the kingdom in order that his message might have the prestige of having been preached at the center of Jewish culture and learning; but now that he had actually come to Jerusalem to teach, they were afraid for his life. Knowing that the Sanhedrin had sought to bring Jesus to Jerusalem for trial and recalling the Master’s recently reiterated declarations that he must be subject to death, the apostles had been literally stunned by his sudden decision to attend the feast of tabernacles. To all their previous entreaties that he go to Jerusalem he had replied, “The hour has not yet come.” Now, to their protests of fear he answered only, “But the hour has come.”
162:1.2 (1789.1) Mişkan törenleri boyunca İsa, birkaç sefer cüretkâr biçimde Kudüs’e gitmiş olup, kamuya açık bir biçimde mabette öğretisinde bulunmuştu. O bunu, havarilerin kendisini vazgeçirme çabalarına rağmen gerçekleştirmişti. Her ne kadar onlar, uzunca bir süre boyunca kendisinden Kudüs’de iletisini duyurmasını güçlü bir biçimde talep etmiş olmalarına rağmen, onlar bu aşamada, kâtipler ve Ferisiler’in kendisinin ölümünü getirmede kararlı olduklarını bütünüyle bilen bir biçimde, şehre bu zaman zarfında girmesini görmekten korku duymuşlardı. 162:1.2 (1789.1) During the feast of tabernacles Jesus went boldly into Jerusalem on several occasions and publicly taught in the temple. This he did in spite of the efforts of his apostles to dissuade him. Though they had long urged him to proclaim his message in Jerusalem, they now feared to see him enter the city at this time, knowing full well that the scribes and Pharisees were bent on bringing about his death.
162:1.3 (1789.2) İsa’nın Kudüs’deki cüretkâr bir biçimde ortaya çıkışı, takipçilerini her zamankinden daha çok şaşırtmıştı. Öncesinde takipçilerinin çoğu, ve Yudas İskaryot bile, kendisinin Musevi önderleri ve Hirodes Antipa’dan korktuğu için Fenike’ye alelacele kaçmış olduğunu düşünmeye cüret etmişlerdi. Onlar, Üstün’ün hareketlerinin taşımış olduğu önemi kavramada başarısız olmuşlardı. Takipçilerinin tavsiyesine bile karşı çıkan bir biçimde, onun mişkan şölenindeki mevcudiyeti, korku ve korkaklığa dair tüm fısıltılara sonsuza kadar bir son vermeye yetmişti. 162:1.3 (1789.2) Jesus’ bold appearance in Jerusalem more than ever confused his followers. Many of his disciples, and even Judas Iscariot, the apostle, had dared to think that Jesus had fled in haste into Phoenicia because he feared the Jewish leaders and Herod Antipas. They failed to comprehend the significance of the Master’s movements. His presence in Jerusalem at the feast of tabernacles, even in opposition to the advice of his followers, sufficed forever to put an end to all whisperings about fear and cowardice.
162:1.4 (1789.3) Mişkan şöleni boyunca, Roma İmparatorluğu’nun her bir köşesinden gelmekte olan binlerce inanan kendisinin öğretisini duymuştu; ve, hatta birçokları, evlerinin bulunduğu bölgelerde krallığın ilerleyişi ile ilgili kendisiyle görüşmek için şehirden ayrılıp Bethani’ye hareket etmişlerdi. 162:1.4 (1789.3) During the feast of tabernacles, thousands of believers from all parts of the Roman Empire saw Jesus, heard him teach, and many even journeyed out to Bethany to confer with him regarding the progress of the kingdom in their home districts.
162:1.5 (1789.4) İsa’nın, şölen günleri boyunca kamuya açık bir biçimde mabet bahçelerinde duyuruda bulunmasının birçok nedeni bulunmaktaydı ve, bunların başında geleni, kendi aralarında gizli bir görüş ayrılığının bir sonucu olarak Sanhedrin görevlilerinin üzerine gelmiş olan korkuydu. Sanhedrin’in birçok üyesinin ya gizli bir biçimde İsa’ya inanmakta oluşu veya geride kalanlarının, bu kadar geniş sayıda insan Kudüs’de iken, şölen boyunca kendisini tutuklamayı kararlı bir biçimde istememeleri bir gerçekti; kalabalıkların büyük bir çoğunluğu ya kendisine inanmakta ya da en azından onun sunmuş olduğu ruhsal harekete sıcak bakmaktaydı. 162:1.5 (1789.4) There were many reasons why Jesus was able publicly to preach in the temple courts throughout the days of the feast, and chief of these was the fear that had come over the officers of the Sanhedrin as a result of the secret division of sentiment in their own ranks. It was a fact that many of the members of the Sanhedrin either secretly believed in Jesus or else were decidedly averse to arresting him during the feast, when such large numbers of people were present in Jerusalem, many of whom either believed in him or were at least friendly to the spiritual movement which he sponsored.
162:1.6 (1789.5) Öncesinde, Yudea boyunca Abner ve birlikteliklerinin çabaları aynı zamanda; İsa’nın düşmanlarının, karşıtlıklarında aşırı bir biçimde açık sözlü olmaya cüret edemedikleri bir düzeyde, krallığa elverişli bakan eğilimi pekiştirmiş haldeydi. Bu, İsa’nın Kudüs’ü kamuya açık bir şekilde ziyaret edişinin ve gidene kadar burada ikamet edişinin nedenlerinden bir tanesiydi. Bundan bir veya iki ay önce o kesin bir biçimde öldürülürdü. 162:1.6 (1789.5) The efforts of Abner and his associates throughout Judea had also done much to consolidate sentiment favorable to the kingdom, so much so that the enemies of Jesus dared not be too outspoken in their opposition. This was one of the reasons why Jesus could publicly visit Jerusalem and live to go away. One or two months before this he would certainly have been put to death.
162:1.7 (1789.6) Ancak, İsa’nın Kudüs’de kamuya açık bir biçimde görünüşünün içerdiği gözü kara cüretkârlık düşmanlarını dehşet içine düşürmüştü; onlar, bu türden cesur bir karşılık için hazırlanmamışlardı. Bu ay boyunca birkaç kez Sanhedrin, Üstün’ü tutukluk altına almak için nafile çabalarda bulunmuştu; ancak, bu çabalardan hiçbir şey çıkmamıştı. Onun düşmanları İsa’nın Kudüs’deki beklenmeyen kamu görünüşü tarafından o kadar şaşkına dönmüşlerdi ki, kendisine Romalı yöneticiler tarafından korunma sözünün verilmiş olduğunu düşünmüşlerdi. Filip’in (Hirodes Antipa’nın kardeşinin) neredeyse İsa’nın bir takipçisi olduğunu bilen bir biçimde, Sanhedrin’in üyeleri; öncesinde Filip’in, düşmanlarına karşı İsa için koruma sözleri vermiş olduğu tahminlerinde bulunmuşlardı. Onun Kudüs’de bu ani gerçekleşmiş ve cüretkâr ortaya çıkışının Roma yöneticileri ile olan gizli bir anlaşmasının sonucu olduğuna dair inanışlarında yanılmış olduklarını nihayeten fark ettiklerinde, İsa buradan çoktan ayrılmıştı. 162:1.7 (1789.6) But the audacious boldness of Jesus in publicly appearing in Jerusalem overawed his enemies; they were not prepared for such a daring challenge. Several times during this month the Sanhedrin made feeble attempts to place the Master under arrest, but nothing came of these efforts. His enemies were so taken aback by Jesus’ unexpected public appearance in Jerusalem that they conjectured he must have been promised protection by the Roman authorities. Knowing that Philip (Herod Antipas’s brother) was almost a follower of Jesus, the members of the Sanhedrin speculated that Philip had secured for Jesus promises of protection against his enemies. Jesus had departed from their jurisdiction before they awakened to the realization that they had been mistaken in the belief that his sudden and bold appearance in Jerusalem had been due to a secret understanding with the Roman officials.
162:1.8 (1789.7) Mecdel’den ayrıldıklarında, İsa’nın mişkan şölenine katılma arzusunda olduğunu yalnızca on iki havari bilmekteydi. Üstün’ün diğer takipçileri, o mabet bahçelerinde ortaya çıktığında ve kamuya açık bir şekilde öğretide bulunmaya başladığında fazlasıyla şaşkınlık içerisine düşmüşlerdi; ve, Musevi makamları, İsa’nın mabette öğretide bulunduğu bildirildiğinde, tarif edilemeyecek düzeyde şaşırmışlardı. 162:1.8 (1789.7) Only the twelve apostles had known that Jesus intended to attend the feast of tabernacles when they had departed from Magadan. The other followers of the Master were greatly astonished when he appeared in the temple courts and began publicly to teach, and the Jewish authorities were surprised beyond expression when it was reported that he was teaching in the temple.
162:1.9 (1790.1) Her ne kadar takipçileri İsa’nın şölene katılacak oluşunu beklememiş olsa da, öncesinde kendisini duymuş olan çok uzaklardan gelen kutsal yolcuların çok geniş bir çoğunluğu, kendisini Kudüs’de görebilme umuduna sahip olmuşlardı. Ve, onlar hayal kırıklığına uğramamışlardı birkaç sefer İsa, Solomon’un avlusunda ve mabet bahçesinin başka yerlerinde öğretide bulunmuştu. Bu öğretiler gerçekten de, Musevi insanlarına ve tüm dünyaya İsa’nın kutsallığının resmi veya herkese dönük bir biçimde doğrudan duyurusuydu. 162:1.9 (1790.1) Although his disciples had not expected Jesus to attend the feast, the vast majority of the pilgrims from afar who had heard of him entertained the hope that they might see him at Jerusalem. And they were not disappointed, for on several occasions he taught in Solomon’s Porch and elsewhere in the temple courts. These teachings were really the official or formal announcement of the divinity of Jesus to the Jewish people and to the whole world.
162:1.10 (1790.2) Üstün’ün öğretilerini dinlemiş olan kalabalıklar görüşlerinde bölünmüş haldelerdi. Bazıları onun iyi bir adam olduğunu söylüyordu; bazıları onun bir tanrı-elçisi olduğunu; bazıları, onun gerçekten Mesih olduğunu; diğerleri, onun kötü niyetli bir sorun çıkarıcı olduğunu söylüyordu, tuhaf inanç-savları ile insanları doğru yoldan ayırmakta olduğunu. İsa’nın düşmanları, onun dostane inananlarından korku duydukları için açık bir biçimde kendisini kötülemekten çekince göstermişlerdi; bunun karşısında ise, İsa’nın arkadaşları, Sanhedrin’in kendisini ölüme göndermeye kararlı olduğunu bilen bir biçimde, Musevi önderlerinden korku duydukları için ona herkese açık bir biçimde onay vermekten korku duymaktaydı. Ancak, onun düşmanları bile, kendisinin haham okulları içinde eğitilmemiş olduğunu bilen bir biçimde, İsa’nın öğretisi karşısında hayretler içerisinde kalmışlardı. 162:1.10 (1790.2) The multitudes who listened to the Master’s teachings were divided in their opinions. Some said he was a good man; some a prophet; some that he was truly the Messiah; others said he was a mischievous meddler, that he was leading the people astray with his strange doctrines. His enemies hesitated to denounce him openly for fear of his friendly believers, while his friends feared to acknowledge him openly for fear of the Jewish leaders, knowing that the Sanhedrin was determined to put him to death. But even his enemies marveled at his teaching, knowing that he had not been instructed in the schools of the rabbis.
162:1.11 (1790.3) İsa ne zaman Kudüs’e gittiyse, havarileri dehşet içine düşmüştü. Onlar, gün be gün kendisinin, yeryüzü üzerindeki görevinin doğasına dair artan bir şekilde gerçekleşen cüretkâr duyuruşunu dinlerken, daha da korku duyar hale gelmişlerdi. Onlar, arkadaşları arasında duyuruda bulunurken bile, İsa’nın bu türden açık ifadelerde ve bu türden hayretler verici kendinden emin sözleri söylemesine alışık değillerdi. 162:1.11 (1790.3) Every time Jesus went to Jerusalem, his apostles were filled with terror. They were the more afraid as, from day to day, they listened to his increasingly bold pronouncements regarding the nature of his mission on earth. They were unaccustomed to hearing Jesus make such positive claims and such amazing assertions even when preaching among his friends.
2. İlk Mabet Konuşması ^top 2. The First Temple Talk ^top
162:2.1 (1790.4) İsa’nın mabette öğretimde bulunmuş olduğu ilk öğleden sonrası, yeni müjdenin özgürlüğünü ve iyi haberlere inananların neşesini tasvir etmekte olan sözlerini dinler halde oturan dikkate değer düzeyde bir kafile içinde, meraklı bir dinleyici, şunu soran bir biçimde, onun lafını bölmüştü: “Öğretmen, bana senin hahamların öğretiminden geçmemiş olduğun söylenirken, sen nasıl olurda bu kadar Yazıtlar’a atıfta bulunmakta ve insanlara bu düzeyde akıcı bir biçimde öğretimde bulunmaktasınız?” İsa şu cevabı verdi: “Hiçbir insan, sizlere duyurduğum gerçeklerin hiçbirini bana öğretmedi. Ve, bu öğreti benim değil, beni gönderen, O’nundur. Eğer herhangi bir kişi gerçekten Babam’ın iradesini yerine getirme arzusu duyarsa, o kesin bir biçimde, benim Tanrı adına mı yoksa kendimin adına mı konuşmakta olduğuma dair, öğretimin doğasını kesin bir biçimde bilecektir. Kendisi için konuşan kişi kendi ihtişamını arzulamaktadır; ancak, ben Baba’nın kelimelerini duyurduğumda, bu sözler aracılığı ile beni göndermiş olanın ihtişamını arzulamaktayım. Ancak, yeni ışığa girmeyi demenizden önce, hâlihazırda sahip olduğunuzu takip etmeniz daha doğru olmaz mı? Musa sizlere kanunu verdi, gel gör ki, kaçınız dürüst bir biçimde onun taleplerini yerine getiriyor? Musa şu ifade de, sizlerden şunu talep ediyor: ‘Öldürmeyeceksiniz;’ bu emre rağmen sizlerden bazıları İnsan Evladı’nı öldürmeyi arzuluyor.” 162:2.1 (1790.4) The first afternoon that Jesus taught in the temple, a considerable company sat listening to his words depicting the liberty of the new gospel and the joy of those who believe the good news, when a curious listener interrupted him to ask: “Teacher, how is it you can quote the Scriptures and teach the people so fluently when I am told that you are untaught in the learning of the rabbis?” Jesus replied: “No man has taught me the truths which I declare to you. And this teaching is not mine but His who sent me. If any man really desires to do my Father’s will, he shall certainly know about my teaching, whether it be God’s or whether I speak for myself. He who speaks for himself seeks his own glory, but when I declare the words of the Father, I thereby seek the glory of him who sent me. But before you try to enter into the new light, should you not rather follow the light you already have? Moses gave you the law, yet how many of you honestly seek to fulfill its demands? Moses in this law enjoins you, saying, ‘You shall not kill’; notwithstanding this command some of you seek to kill the Son of Man.”
162:2.2 (1790.5) Kalabalık bu sözleri duyduğunda, kendi içinde bir tartışmaya tutuldu. Bazıları kendisinin deli olduğunu söyledi; bazıları bir şeytan olduğunu. Diğerleri ise, bu kişinin, kâtiplerin ve Ferisiler’in uzunca bir süredir öldürmeyi amaçladıkları Celileli tanrı-elçisinin tam da kendisini olduğunu söyledi. Bazıları, dini yöneticilerin kendisine kötü davranmaktan korku duyduğunu söylemişti; diğerleri, bu yöneticilerin kendisine, onun inananları haline geldiği için el sürmediklerini düşünmüştü. Dikkate değer uzunluktaki tartışmadan sonra, kalabalıktan biri öne çıkıp, İsa’ya şunu sormuştu: “Neden yöneticiler seni öldürmeyi amaçlıyor?” Ve, O: “Yöneticiler beni; bu öğretmenlerin ne pahasına olsun korumaya kararlı bulundukları, törenlerden meydana gelen resmi bir dinin insanların üzerine yük geleneklerinden onları özgürleştiren bir müjde olarak, krallığın iyi haberlerine dair öğretime karşı geldikleri için öldürmek istiyorlar. Onlar Şabat gününe dair kanun uyarınca ruhsal bir biçimde arınıyorlar, ancak, beni, bir seferinde hastalığın esareti altında bulunan bir kişiyi Şabat günü özgürleştirdiğim için öldürmek istiyorlar. Onlar Şabat günü beni gözetlemek için takip ediyorlar; ancak, beni, bir diğer sefer ciddi durumdaki birini Şabat günü iyileştirdim diye öldürmek istiyorlar. Onlar beni; eğer sizler dürüst bir biçimde öğretime inanırsanız ve onu kabul etmeye cüret ederseniz, gelenekseller dinlerinden meydana gelen sistemlerinin, sonsuza kadar yok olacağı biçimde, yıkılacağını oldukça iyi bildiklerinden öldürmeyi istemekteler. Böylece onlar, yaşamlarını adamış oldukları şey üzerindeki otoritelerinden mahrum kalacakları için, Tanrı’nın krallığına ait bu yeni ve daha fazla ihtişama sahip müjdeyi kabul etmeyi kararlı bir biçimde reddediyorlar. Ve, şimdi ben her birinize sormak istiyorum: Dışsal görünüşlere göre değil, bu öğretilerin taşımakta olduğu gerçek ruhaniyetle yargıda bulunun; doğruyu amaçlayan bir şekilde yargılayın.” 162:2.2 (1790.5) When the crowd heard these words, they fell to wrangling among themselves. Some said he was mad; some that he had a devil. Others said this was indeed the prophet of Galilee whom the scribes and Pharisees had long sought to kill. Some said the religious authorities were afraid to molest him; others thought that they laid not hands upon him because they had become believers in him. After considerable debate one of the crowd stepped forward and asked Jesus, “Why do the rulers seek to kill you?” And he replied: “The rulers seek to kill me because they resent my teaching about the good news of the kingdom, a gospel that sets men free from the burdensome traditions of a formal religion of ceremonies which these teachers are determined to uphold at any cost. They circumcise in accordance with the law on the Sabbath day, but they would kill me because I once on the Sabbath day set free a man held in the bondage of affliction. They follow after me on the Sabbath to spy on me but would kill me because on another occasion I chose to make a grievously stricken man completely whole on the Sabbath day. They seek to kill me because they well know that, if you honestly believe and dare to accept my teaching, their system of traditional religion will be overthrown, forever destroyed. Thus will they be deprived of authority over that to which they have devoted their lives since they steadfastly refuse to accept this new and more glorious gospel of the kingdom of God. And now do I appeal to every one of you: Judge not according to outward appearances but rather judge by the true spirit of these teachings; judge righteously.”
162:2.3 (1791.1) Bunun sonrasında, bir soru sahibi şunu söylemişti: “Evet, öğretmen, bizler Mesih’i beklemekteyiz; ancak, o geldiğinde, bizler onun görünüşünün gizem içinde olacağını biliyoruz. Bizler senin nereden geldiğini biliyoruz. Sen, en başından beri kardeşlerimiz arasındaydın. Kurtarıcı, Davud’un krallık tahtını eski haline getirmek için başa gelecek. Sen gerçekten de Mesih olduğunu mu duyuruyorsun?” Ve, İsa şu cevabı verdi: “Sen, beni tanıdığını ve nereden geldiğimi bildiğini söylemektesin. Umut ederim senin ifadelerin doğrudur; zira, o zaman gerçekten de sen, bu bilgi içinde cömert yaşamı bulacaksın. Ancak, ben sizlere, kendim için gelmediğimi duyuruyorum; ben, Baba tarafından gönderildim; ve, beni gönderen kişi gerçek ve dosdoğrudur. Beni duymayı reddederek sizler, beni göndermiş Olanı kabul etmeyi reddetmektesiniz. Sizler, eğer bu müjdeyi alacak olursanız, beni göndermiş Olanı bilir hale geleceksiniz. Ben Babayı biliyorum; zira, ben Baba’dan, sizlere duyurmak ve sizler için açığa çıkarmak için geliyorum.” 162:2.3 (1791.1) Then said another inquirer: “Yes, Teacher, we do look for the Messiah, but when he comes, we know that his appearance will be in mystery. We know whence you are. You have been among your brethren from the beginning. The deliverer will come in power to restore the throne of David’s kingdom. Do you really claim to be the Messiah?” And Jesus replied: “You claim to know me and to know whence I am. I wish your claims were true, for indeed then would you find abundant life in that knowledge. But I declare that I have not come to you for myself; I have been sent by the Father, and he who sent me is true and faithful. By refusing to hear me, you are refusing to receive Him who sends me. You, if you will receive this gospel, shall come to know Him who sent me. I know the Father, for I have come from the Father to declare and reveal him to you.”
162:2.4 (1791.2) Kâtiplerin hafiyeleri onu yakalamayı istemişlerdi; ancak, onlar kalabalıktan korku duymaktaydı, zira onların birçoğu kendisine inanmaktaydı. Vaftizinden beri İsa’nın emekleri, Musevilerin tümü için oldukça bilinir hale gelmişti; ve, bunlar tekrar düşündüklerinde onlar kendi aralarında: “Her ne kadar bu öğretmen Celile’den gelmiş olsa da, ve her ne kadar Mesih’e dair beklentilerimizin hepsini karşılamasa da, merak ediyoruz, Mesih gerçekten geldiğinde, gerçekte, bu Nasıralı İsa’nın hâlihazırda yapmış olduklarından daha da fazla büyüleyici bir şey mi yapacak.” 162:2.4 (1791.2) The agents of the scribes wanted to lay hands upon him, but they feared the multitude, for many believed in him. Jesus’ work since his baptism had become well known to all Jewry, and as many of these people recounted these things, they said among themselves: “Even though this teacher is from Galilee, and even though he does not meet all of our expectations of the Messiah, we wonder if the deliverer, when he does come, will really do anything more wonderful than this Jesus of Nazareth has already done.”
162:2.5 (1791.3) Ferisiler ve onların hafiyeleri insanların bu şekilde konuştuklarını duyduklarında, öncelerine danışıp, mabet bahçelerinde İsa’nın kamuya açık bu ortaya çıkışlarına derhal bir son vermek için bir şeyin yapılması gerektiğine karar vermişlerdi. Musevilerin önderleri, genel olarak, Roma yöneticilerin kendisine dokunulmazlık vermiş olduğuna inanan bir biçimde, İsa ile yaşanacak bir çatışmadan kaçınma eğilimi içindeydiler. Aksi bir biçimde onlar, onun Kudüs’e bu zaman zarfında gelişindeki cüretkârlığını açıklayamamaktaydılar; ancak, Sanhedrin görevlileri, bu söylentiye bütünüyle inanmamıştı. Onlar, Roma yöneticilerinin bu türden bir şeyi gizlice ve Musevi dininin en yüksek yönetim biriminin bilgisi olmayan yapmayacağını düşünmüşlerdi. 162:2.5 (1791.3) When the Pharisees and their agents heard the people talking this way, they took counsel with their leaders and decided that something should be done forthwith to put a stop to these public appearances of Jesus in the temple courts. The leaders of the Jews, in general, were disposed to avoid a clash with Jesus, believing that the Roman authorities had promised him immunity. They could not otherwise account for his boldness in coming at this time to Jerusalem; but the officers of the Sanhedrin did not wholly believe this rumor. They reasoned that the Roman rulers would not do such a thing secretly and without the knowledge of the highest governing body of the Jewish nation.
162:2.6 (1791.4) Bunun uyarınca, Sanhedrin’in yerinde sorumlusu olan, Eber, iki yardımcısı ile birlikte İsa’yı tutuklamak için gönderilmişti. Eber İsa’ya vardığında, Üstün şunu söylemişti: “Bana yaklaşmaktan korkma. Benim öğretimi dinlerken daha da yakınıma gel. Ben, senin beni tutuklamak için gönderilmiş olduğunu biliyorum; ancak, sen, vakti gelene kadar İnsan Evladı’nın başına hiçbir şeyin gelmeyecek oluşunu anlamalısın. Senin aklın bana karşı henüz değil; sen yalnızca üstlerinin emrini yerine getirmek için gelmiş bulunmaktasın; ve, Musevilerin bu yöneticileri bile, gerçekten de, gizlice benim yok olmamı arzularken Tanrı’nın hizmetini yerine getiriyor olduklarını düşünmekteler. 162:2.6 (1791.4) Accordingly, Eber, the proper officer of the Sanhedrin, with two assistants was dispatched to arrest Jesus. As Eber made his way toward Jesus, the Master said: “Fear not to approach me. Draw near while you listen to my teaching. I know you have been sent to apprehend me, but you should understand that nothing will befall the Son of Man until his hour comes. You are not arrayed against me; you come only to do the bidding of your masters, and even these rulers of the Jews verily think they are doing God’s service when they secretly seek my destruction.
162:2.7 (1792.1) “Ben hiçbirinizin kötü niyetli olmadığını kabul ediyorum. Baba sizleri derinden seviyor; ve, bu nedenle, ben sizlerin, önyargının esaretinden ve geleneğin karanlığından kurtulmanızı arzu ediyorum. Ben sizlere, yaşamın özgürlüğünü ve kurtuluşun neşesini sunuyorum. Ben sizlere, kötülükten kurtuluş ve günahın esaretini kırış olarak, yeni ve yaşayan yolu duyuruyorum. Ben, sizler yaşama sahip olabilesiniz, ve bunu ebedi bir biçimde gerçekleştirebilesiniz diye geldim. Sizler, benden ve benim rahatsızlık verici öğretilerimden kurtulmayı arzu ediyorsunuz. Keşke sizler, benim sizlerle çok kısa bir süre boyunca beraber olacağımın farkına bir kez olsun varsanız! Çok kısa bir süre içinde ben, bu dünyaya beni göndermiş Olan’a gideceğim. Ve, bunun sonrasında, sizlerden çoğu kararlı bir biçimde beni arayacak ama nerede olduğumu keşfedemeyecek; zira, yakın bir süre içinde gidecek olduğum yere sizler gelemezsiniz. Ancak, beni bulmayı gerçek bir biçimde arzu edecek olanların tümü, er ya da geç, Babamın mevcudiyetine götüren yaşama erişecek.” 162:2.7 (1792.1) “I bear none of you ill will. The Father loves you, and therefore do I long for your deliverance from the bondage of prejudice and the darkness of tradition. I offer you the liberty of life and the joy of salvation. I proclaim the new and living way, the deliverance from evil and the breaking of the bondage of sin. I have come that you might have life, and have it eternally. You seek to be rid of me and my disquieting teachings. If you could only realize that I am to be with you only a little while! In just a short time I go to Him who sent me into this world. And then will many of you diligently seek me, but you shall not discover my presence, for where I am about to go you cannot come. But all who truly seek to find me shall sometime attain the life that leads to my Father’s presence.”
162:2.8 (1792.2) Alaycılardan bazıları kendi aralarında şunu söylemişti: “Bizlerin kendisini bulamayacağı bu kişi de nereye gidecek? O, Yunanlılar arasında yaşamaya mı gidecek? O kendisini mi yok edecek? Yakın bir zaman içinde bizlerden ayrılacağını ve bizlerin kendisinin gitmiş olduğu yere gidemeyeceğimizi duyurduğunda da ne demek istiyor?” 162:2.8 (1792.2) Some of the scoffers said among themselves: “Where will this man go that we cannot find him? Will he go to live among the Greeks? Will he destroy himself? What can he mean when he declares that soon he will depart from us, and that we cannot go where he goes?”
162:2.9 (1792.3) Eber ve yardımcıları İsa’yı tutuklamayı reddetmişlerdi; onlar buluşma yerlerine kendisi olmadan geri dönmüşlerdi. Baş din-adamları ve Ferisiler bu nedenle, İsa’yı kendileri ile birlikte getirmemiş olmaları nedeniyle Eber ve yardımcılarını azarladıklarında, Eber yalnızca şu cevabı vermişti: “Bizler, birçokları kendisine inandığı için kalabalık ortasında kendisini tutuklamaktan korktuk. Bunun yanı sıra, bizler daha öncesinde hiçbir zaman, bu adam gibi konuşan bir kişiyi duymadık. Bu öğretmene dair olağanın dışında bir şey var. Hepiniz, onu duymak için oraya kadar gitmekle iyi edersiniz.” Ve, baş yöneticiler bu sözleri duyduklarında, onlar hayretler içerisine düşmüş olup, Eber’e hakaret eden bir biçimde şunu söylemişlerdi: “Sen de mi yoldan saptın? Bu aldatıcı kişiye inanmak mı üzeresin? Eğitimlilerimizden veya yöneticilerimizden herhangi birinin ona inandığını duydun mu? Kâtiplerden veya Ferisilerden herhangi birinin onun zeki öğretileri tarafından aldanmış olduğunu? Nasıl olur da sen, ne kanunları ne de peygamberi bilir bu bilgisiz kalabalıkların davranışından etkilenirsin? Bu türden eğitimsiz insanların lanetlenmiş olduğunu bilmiyor musun?” Ve, bunların sonrasında Eber cevap olarak: “Öyle olsa bile, üstünlerim, bu kişi kalabalıklara bağışlama ve ümit sözlerini söylüyor. O, hayal kırıklığına uğramışlara neşe veriyor; ve, onun sözleri, bizlerin ruhlarına bile teselli verdi. Yazıtların Mesihi olmasa bile bu öğretilerde ne yanlış olabilir? Ve, böyle olsa bile bizlerin kanunu hakkaniyeti gerektirmemekte midir? Bir kişiyi, kendisini duymadan önce kınayacak mıyız?” Ve, Sanhedrin’in başı Eber’e oldukça sinirlenmişti, ve kendisine dönüp şunu söyledi: “Sen aklını mı yitirdin? Galiba sen de Celile’den gelmektesin? Yazıtları aç, bırak Mesih’i, Celile’den bir tanrı-elçisinin bile gelmediğini göreceksin.” 162:2.9 (1792.3) Eber and his assistants refused to arrest Jesus; they returned to their meeting place without him. When, therefore, the chief priests and the Pharisees upbraided Eber and his assistants because they had not brought Jesus with them, Eber only replied: “We feared to arrest him in the midst of the multitude because many believe in him. Besides, we never heard a man speak like this man. There is something out of the ordinary about this teacher. You would all do well to go over to hear him.” And when the chief rulers heard these words, they were astonished and spoke tauntingly to Eber: “Are you also led astray? Are you about to believe in this deceiver? Have you heard that any of our learned men or any of the rulers have believed in him? Have any of the scribes or the Pharisees been deceived by his clever teachings? How does it come that you are influenced by the behavior of this ignorant multitude who know not the law or the prophets? Do you not know that such untaught people are accursed?” And then answered Eber: “Even so, my masters, but this man speaks to the multitude words of mercy and hope. He cheers the downhearted, and his words were comforting even to our souls. What can there be wrong in these teachings even though he may not be the Messiah of the Scriptures? And even then does not our law require fairness? Do we condemn a man before we hear him?” And the chief of the Sanhedrin was wroth with Eber and, turning upon him, said: “Have you gone mad? Are you by any chance also from Galilee? Search the Scriptures, and you will discover that out of Galilee arises no prophet, much less the Messiah.”
162:2.10 (1792.4) Sanhedrin kafa karışıklığı içinde dağılmış olup, İsa gece için Bethani’ye çekilmişti. 162:2.10 (1792.4) The Sanhedrin disbanded in confusion, and Jesus withdrew to Bethany for the night.
3. Zina ile Suçlanan Kadın ^top 3. The Woman Taken in Adultery ^top
162:3.1 (1792.5) Kudüs’e olan bu ziyareti içinde İsa, karşısına suçlayıcıları ve düşmanları tarafından getirilmiş olan kötü itibara sahip bir kadın ile ilgilenmişti. Sizlerin bu yaşanılmışlığa dair bozulmaya uğramış kaydı, bu kadının İsa’nın karşısına kâtipler ve Ferisiler tarafından çıkarılmış olduğunu ve Museviler’in bu dini önderlerinin kendilerinin ahlaksızlıktan suçlu bulunduklarını ima eden bir biçimde İsa’nın kendileriyle yüzleştiğini öne sürmektedir. İsa; her ne kadar kâtipler ve Ferisiler, geleneğe olan sadakatleri nedeniyle ruhsal bir biçimde gözleri görmez ve ussal bir biçimde önyargılı olsalar da, kendilerinin, bu günün ve neslin sahip olduğu en doğru ahlaka sahip insanlar arasında geldiğini oldukça iyi bilmekteydi. 162:3.1 (1792.5) It was during this visit to Jerusalem that Jesus dealt with a certain woman of evil repute who was brought into his presence by her accusers and his enemies. The distorted record you have of this episode would suggest that this woman had been brought before Jesus by the scribes and Pharisees, and that Jesus so dealt with them as to indicate that these religious leaders of the Jews might themselves have been guilty of immorality. Jesus well knew that, while these scribes and Pharisees were spiritually blind and intellectually prejudiced by their loyalty to tradition, they were to be numbered among the most thoroughly moral men of that day and generation.
162:3.2 (1793.1) Gerçekte yaşanılmış olan şey şuydu: Şölenin üçüncü sabahı, erken vakitlerde İsa mabede yaklaşırken, kendileri ile birlikte bir kadını sürüklemekte olan Sanhedrin’in tutulmuş hafiyelerinden meydana gelen bir topluluk ile karşılaştı. Onlar yaklaşırken, temsilcileri şunu söylemişti: “Üstün, bu kadın zinada yakalandı — tam da suç üzerinde. Şimdi, Musa’nın yasası bizlerin böyle bir kadını taşlamamızı emrediyor. Onunla neyin yapılacağına dair görüşün nedir?” 162:3.2 (1793.1) What really happened was this: Early the third morning of the feast, as Jesus approached the temple, he was met by a group of the hired agents of the Sanhedrin who were dragging a woman along with them. As they came near, the spokesman said: “Master, this woman was taken in adultery—in the very act. Now, the law of Moses commands that we should stone such a woman. What do you say should be done with her?”
162:3.3 (1793.2) Kanuna karşı gelmiş itirafçının taşlanmasını gerektiren Musa’nın yasasını desteklediği takdirde, bir Roma yüksek mahkemesinin onayı olmadan ölüm cezası verme hakkını Museviler’e yasaklamış olan Roma yöneticileri ile kendisini sıkıntıya düşürmek İsa’nın düşmanlarının tasarımıydı. Kadının taşlanmasını yasakladığı takdirde, onlar kendisini Sanhedrin heyeti önünde, Musa ve Musevi kanununun üzerinde kendisini konumlandırmakla suçlayacaklardı. Sessiz kaldığı takdirde ise, onlar kendisini korkaklık ile suçlayacaklardı. Ancak, Üstün bu durumu öyle bir biçimde idare etmişti ki, kumpasın tamamı kendi kirli ağırlığı altında parçalara ayrıldı. 162:3.3 (1793.2) It was the plan of Jesus’ enemies, if he upheld the law of Moses requiring that the self-confessed transgressor be stoned, to involve him in difficulty with the Roman rulers, who had denied the Jews the right to inflict the death penalty without the approval of a Roman tribunal. If he forbade stoning the woman, they would accuse him before the Sanhedrin of setting himself up above Moses and the Jewish law. If he remained silent, they would accuse him of cowardice. But the Master so managed the situation that the whole plot fell to pieces of its own sordid weight.
162:3.4 (1793.3) Bir zamanlar güzel olan, bu kadın, gençliği boyunca İsa’ya sorun çıkarmış bir adam olarak, Nasıra’nın alt düzeydeki bir vatandaşının eşiydi. Bu kadın ile evlenmiş olarak, bu adam, olabilecek en utanmaz biçimde, eşinin zorlayarak onun bedeni üzerinden ticaretle yaşamlarını sağlamaya çalışmıştı. O, mali kazanç için eşi fiziksel alımlarını satabilsin diye Kudüs’deki şölene çıkmıştı. O, ticarete dönüşmüş günahı içinde eşini bu şekilde sergilemek için Musevi yöneticileri ile kira anlaşmasına girmişti. Ve, böylece, kadın ve onunla birlikte olan kişi, tutuklanması hususunda kendisine karşı kullanılabilecek bir ifadeye İsa’yı zorlayarak onu tuzağa düşürme amacı ile, yasaya karşı gelmiş halde ortaya çıkmışlardı. 162:3.4 (1793.3) This woman, once comely, was the wife of an inferior citizen of Nazareth, a man who had been a troublemaker for Jesus throughout his youthful days. The man, having married this woman, did most shamefully force her to earn their living by making commerce of her body. He had come up to the feast at Jerusalem that his wife might thus prostitute her physical charms for financial gain. He had entered into a bargain with the hirelings of the Jewish rulers thus to betray his own wife in her commercialized vice. And so they came with the woman and her companion in transgression for the purpose of ensnaring Jesus into making some statement which could be used against him in case of his arrest.
162:3.5 (1793.4) Kalabalığa bakar halde, İsa, kadının eşinin diğerleri arkasında beklediğini görmüştü. İsa, bu kişinin nasıl biri olduğunu bilmekte olup, onun utanç verici anlaşmanın bir tarafı olduğunu sezmişti. İsa ilk olarak bu ahlaktan yoksun eşin durduğu yerin çevresinde yürümüş olup, kumun üzerine bu kişinin aceleyle ayrılmasına neden olan bir kaç kelime yazmıştı. Bunun sonrasında, o, kadının karşısına geçip, yere yine, onu birazdan suçlayacak olanların yararına bir şeyler yazmıştı ve, bu kişiler İsa’nın kelimelerini okuduğunda, onlar da birer birer dağılmışlardı. Ve, Üstün, kuma üçüncü kez yazı yazdığında, kötülük içindeki kadının dostu da orayı terk etmişti olup, böylece, yazısını bitirip ayağa kalktığında, karşısında tek başına durmakta olan kadına bakışlarını dikti. İsa: “Kadın, seni suçlayanlar da nerede? Seni taşlayacak bir kişi bile kalmadı mı?” Ve, gözlerini kaldıran bir biçimde, kadın, “Hiç kimse, Koruyucu” şeklinde cevapladı.” Ve, bunun sonrasında İsa: “Ben seni biliyorum; ne de seni kınıyorum. Yoluna sağlıcakla git.” Ve, Hildana ismindeki bu kadın, ahlaksız eşini terk edip, isteyerek krallığın takipçileri arasına katıldı. 162:3.5 (1793.4) Jesus, looking over the crowd, saw her husband standing behind the others. He knew what sort of man he was and perceived that he was a party to the despicable transaction. Jesus first walked around to near where this degenerate husband stood and wrote upon the sand a few words which caused him to depart in haste. Then he came back before the woman and wrote again upon the ground for the benefit of her would-be accusers; and when they read his words, they, too, went away, one by one. And when the Master had written in the sand the third time, the woman’s companion in evil took his departure, so that, when the Master raised himself up from this writing, he beheld the woman standing alone before him. Jesus said: “Woman, where are your accusers? did no man remain to stone you?” And the woman, lifting up her eyes, answered, “No man, Lord.” And then said Jesus: “I know about you; neither do I condemn you. Go your way in peace.” And this woman, Hildana, forsook her wicked husband and joined herself to the disciples of the kingdom.
4. Mişkan Şöleni ^top 4. The Feast of Tabernacles ^top
162:4.1 (1793.5) İspanya’dan Hindistan’a olarak, bilinen dünyanın tümünden gelen insanların mevcudiyeti mişkan şölenini İsa için, Kudüs’de duyurusunu ilk kez kamuya açık bir biçimde bütüncül olarak gerçekleştirmesi için ideal bir durum yaratmıştı. Bu şölende insanlar vakitlerinin büyük bir kısmını, yeşil çardaklar olarak, açık havada geçirmekteydi. Bu; serin sonbahar aylarında gerçekleştiği için, kış sonundaki Hamursuz’a veya yaz başındaki Hamsin Yortusu’na kıyasla dünya Musevileri tarafından daha genel olarak katılmaktaki, hasat arifesi ve hasat kaldırılış buluşmasının şöleniydi. Havariler en sonunda Üstünleri’ni; tamı tamına olduğu gibi, tüm dünyanın gözü önünde yeryüzü üzerindeki görevini cesur bir biçimde duyururken görmüşlerdi. 162:4.1 (1793.5) The presence of people from all of the known world, from Spain to India, made the feast of tabernacles an ideal occasion for Jesus for the first time publicly to proclaim his full gospel in Jerusalem. At this feast the people lived much in the open air, in leafy booths. It was the feast of the harvest ingathering, and coming, as it did, in the cool of the autumn months, it was more generally attended by the Jews of the world than was the Passover at the end of the winter or Pentecost at the beginning of summer. The apostles at last beheld their Master making the bold announcement of his mission on earth before all the world, as it were.
162:4.2 (1794.1) Bu şölenlerin şöleniydi çünkü herhangi bir şölende kurban verilen şey burada kurban verilemezdi. Bu, tapınağa bağışlanılan şeylerinin kabulünün yaşandığı etkinlikti; dini ibadetin oldukça ciddi bir biçimde gerçekleştirilen törenleri ile tatil arzularının bir bileşimiydi. Bu dönem kurban verilen şeyler ile birlikte ırksal neşenin, tekrarlanan Levisel nakaratlarının ve din-adamlarının gümüş borazanlarının oldukça ciddiyetle yerine getirilen güçlü seslerinin bir vaktiydi. Gece vakti, mabedin görkemli görünüşü ve onun kutsal-yolcu kalabalıkları mabet bahçeleri çevresinde duran sayısız meşalenin parıltısına ek olarak kadınların bahçesinde oldukça parlak bir biçimde yanmakta olan devasa mumlar ile apaçık bir şekilde aydınlatılmaktaydı. Bütün bir şehir, bu şölen havası ve ibadetsel görünüş ile iç karartıcı bir tezatlık oluşturan biçimde tepe durur haldeki, Antonya Roma Kalesi dışında çok canlı bir biçimde süslenmekteydi. Ve, Museviler nasıl da, Roma boyunduruğunu kendilerine bu şekilde sürekli hatırlatmakta olan şeyden nefret etmekteydi! 162:4.2 (1794.1) This was the feast of feasts, since any sacrifice not made at the other festivals could be made at this time. This was the occasion of the reception of the temple offerings; it was a combination of vacation pleasures with the solemn rites of religious worship. Here was a time of racial rejoicing, mingled with sacrifices, Levitical chants, and the solemn blasts of the silvery trumpets of the priests. At night the impressive spectacle of the temple and its pilgrim throngs was brilliantly illuminated by the great candelabras which burned brightly in the court of the women as well as by the glare of scores of torches standing about the temple courts. The entire city was gaily decorated except the Roman castle of Antonia, which looked down in grim contrast upon this festive and worshipful scene. And how the Jews did hate this ever-present reminder of the Roman yoke!
162:4.3 (1794.2) Yetmiş boğa, yetmiş milletin inançsızlığının simgesi olarak, şölen boyunca kurban edilmişti. Suyun akıtılma töreni, kutsal ruhaniyetin bahşedilişini temsil etmekteydi. Suyla geçen bu törenden sonra, din-adamları ve Levilerin gündoğumu geçitleri gerçekleşmekteydi. İbadette bulunanlar İsrail bahçesinden çıkarak kadınların bahçesine doğru merdivenden inerlerken, gümüş borazanlardan birbirlerini takip eden yüksek sesler gelmekteydi. Ve, bunun sonrasında, inanç sahipleri, Musevi-olmayanların bahçesine açılmakta olan, Güzel Kapı’ya doğru yürümekteydi. Burada onlar bedenlerini batıya doğru çevirmekte, nakaratlarını tekrarlamakta ve simgesel su için gerçekleşen yürüyüşlerine devam etmekteydi. 162:4.3 (1794.2) Seventy bullocks were sacrificed during the feast, the symbol of the seventy nations of heathendom. The ceremony of the outpouring of the water symbolized the outpouring of the divine spirit. This ceremony of the water followed the sunrise procession of the priests and Levites. The worshipers passed down the steps leading from the court of Israel to the court of the women while successive blasts were blown upon the silvery trumpets. And then the faithful marched on toward the Beautiful Gate, which opened upon the court of the gentiles. Here they turned about to face westward, to repeat their chants, and to continue their march for the symbolic water.
162:4.4 (1794.3) Şölenin son gününde, neredeyse dört yüz elli din-adamı aynı sayıdaki Levi akranları ile birlikte ayinleri yönetmekteydi. Günün ağırmış olduğu vakit; her biri sağ elinde mersin, söğüt ve palmiye dallarından meydana gelen bir demeti, sol ellerinde ise, limon veya diğer bir değişle “yasaklı meyve” olarak — cennet elmasının bir dalını taşıyan bir biçimde şehrin her bir tarafından bir araya gelmekteydi. Bu kutsal yolcular, bu öncül sabah töreni için üç topluluğa ayrılmaktaydı. Bir topluluk, sabah kurbanlarına katılmak için mabette kalmakta; diğeri, kurbanlık sunağının süslenişi için söğüt dalları kesmek amacıyla Maza yakınlarına gitmek için Kudüs’den güneye iner halde topluca yürümekte; üçüncü topluluk ise, borazanların sesi ile birlikte Ofel’den çeşme kapısının bulunduğu Şiloam’a akan simgesel suyu taşıyacak altın sürahiyi eline alan su din-adamı arkasında, mabetten ayrılmak için yürüyüş toplulukları oluşturmaktaydı. Altın sürahi Şiloam havuzunun suyu ile doldurulduktan sonra, geçit halindeki kafile su kapısı yolundan geçerek doğrudan bir biçimde, suyu tutmaktaki din-adamına içecekleri sunmak için şarabı taşıyan din-adamının katıldığı yer olan din-adamlarının bahçesine ilerlemekteydi. Bu iki din-adamı daha sonra, sunağın tabanına giden gümüş hunilere geçip, buraya sürahilerinin içindekileri boşaltırlardı. Şarap ve suyu boşaltmanın bu âdetinin uygulanışı, Leviler ile değişmeceli bir biçimde, 113’den 118’e kadar (118’in dâhil olduğu biçimde) Zeburları tekrarlamaya başlamaları için bir araya gelmiş kutsal-yolculara işaretti. Ve, onlar bu nakaratları tekrar ederlerken, sunakta demetlerini sallarlardı. Bunun sonrasında; beşinci mısra ile başlayan bir biçimde, seksen ikinci Zebur olarak şölenin son günü için okunan metin halinde, günün Zebur’unun tekrar edilişi ile birlikte gün için verilen kurbanlara geçilirdi. 162:4.4 (1794.3) On the last day of the feast almost four hundred and fifty priests with a corresponding number of Levites officiated. At daybreak the pilgrims assembled from all parts of the city, each carrying in the right hand a sheaf of myrtle, willow, and palm branches, while in the left hand each one carried a branch of the paradise apple—the citron, or the “forbidden fruit.” These pilgrims divided into three groups for this early morning ceremony. One band remained at the temple to attend the morning sacrifices; another group marched down below Jerusalem to near Maza to cut the willow branches for the adornment of the sacrificial altar, while the third group formed a procession to march from the temple behind the water priest, who, to the sound of the silvery trumpets, bore the golden pitcher which was to contain the symbolic water, out through Ophel to near Siloam, where was located the fountain gate. After the golden pitcher had been filled at the pool of Siloam, the procession marched back to the temple, entering by way of the water gate and going directly to the court of the priests, where the priest bearing the water pitcher was joined by the priest bearing the wine for the drink offering. These two priests then repaired to the silver funnels leading to the base of the altar and poured the contents of the pitchers therein. The execution of this rite of pouring the wine and the water was the signal for the assembled pilgrims to begin the chanting of the Psalms from 113 to 118 inclusive, in alternation with the Levites. And as they repeated these lines, they would wave their sheaves at the altar. Then followed the sacrifices for the day, associated with the repeating of the Psalm for the day, the Psalm for the last day of the feast being the eighty-second, beginning with the fifth verse.
5. Dünyanın Işığı Vaazı ^top 5. Sermon on the Light of the World ^top
162:5.1 (1794.4) Şölenin son gününün bir önceki akşamı, etraf şamdanların ve meşalelerin ışıkları ile parlak bir biçimde aydınlandığında, İsa, bir araya toplanmış olan kalabalığın ortasında önce çıkıp, şunu söyledi: 162:5.1 (1794.4) On the evening of the next to the last day of the feast, when the scene was brilliantly illuminated by the lights of the candelabras and the torches, Jesus stood up in the midst of the assembled throng and said:
162:5.2 (1795.1) “Ben, yaşamın ışığıyım. Beni takip eden kişi karanlıkta yürümeyecektir; o, yaşamın ışığına sahip olacaktır. Beni mahkemeye çıkarmaya cüret edip, yargıçlarım olarak oturma sorumluluğunu üstlenir halde sizler, şayet ben kendi kendimin şahidi olursam, şahitliğimin geçerli olmayacağını duyurmaktasınız. Ancak, yaratılmış hiçbir zaman Yaratan’ı karşısına alıp yargılayamaz. Ben kendi kendimin şahidi olsam bile, benim şahitliğim sonsuza kadar gerçektir; zira, ben, kendimin nereden geldiğini, kim olduğumu ve nereye gittiğimi biliyorum. Sizler; nereden gelmiş olduğumu, kim olduğumu veya nereye gideceğimi bilmeden İnsan Evladı’nı öldürmek istemektesiniz. Sizler yalnızca, bedenin görüntüleri ile yargılamaktasınız; ruhaniyete ait gerçeklikleri algılamamaktasınız. Ben kimseyi yargılamamaktayım, baş düşmanımı bile. Ancak, eğer ben yargılamayı tercih edersem, benim yargım gerçek ve doğru olacaktır; zira, ben, kendi başıma değil, beni dünyaya gönderen ve her gerçek yargının kaynağı olan Baba ile birlikte olarak yargılamaktayım. Sizler, iki güvenilir kişinin şahitliğinin bile kabul edilebileceğine izin vermektesiniz — peki, o zaman ben, bu gerçeklere şahitlik etmekteyim ve cennet içindeki Babam da onlara şahitlik etmekte. Ve, ben sizlere bunu bir önceki gün söylediğimde, karanlığınız içinde sizlere bana, ‘Baban nerde?’ diye sordunuz. Gerçekten de, sizler ne beni ne de Babamı bilmiyorsunuz; zira, sizler eğer beni bilmiş olsaydınız, aynı zamanda Baba’yı da bilmiş olurdunuz. 162:5.2 (1795.1) “I am the light of the world. He who follows me shall not walk in darkness but shall have the light of life. Presuming to place me on trial and assuming to sit as my judges, you declare that, if I bear witness of myself, my witness cannot be true. But never can the creature sit in judgment on the Creator. Even if I do bear witness about myself, my witness is everlastingly true, for I know whence I came, who I am, and whither I go. You who would kill the Son of Man know not whence I came, who I am, or whither I go. You only judge by the appearances of the flesh; you do not perceive the realities of the spirit. I judge no man, not even my archenemy. But if I should choose to judge, my judgment would be true and righteous, for I would judge not alone but in association with my Father, who sent me into the world, and who is the source of all true judgment. You even allow that the witness of two reliable persons may be accepted—well, then, I bear witness of these truths; so also does my Father in heaven. And when I told you this yesterday, in your darkness you asked me, ‘Where is your Father?’ Truly, you know neither me nor my Father, for if you had known me, you would also have known the Father.
162:5.3 (1795.2) “Ben hâlihazırda sizlere, ayrılacağımı ve sizlerin benim ardıma düşeceğinizi ve beni bulamayacağınızı söyledim; zira, benim gitmekte olduğum yere sizler gelemezsiniz. Bu ışığı reddedecek olanlar yerin altındadır; ben yerin üstündeyim. Karanlıkta oturmayı tercih eden sizler bu dünyaya aitsiniz; ben, bu dünyaya ait değilim ve ben ışıkların Babası’na ait ebedi ışık içinde yaşamaktayım. Hepiniz benim kim olduğumu öğrenmeye dair bolca olanağa sahipsiniz; ancak, sizler hala, İnsan Evladı’nın kimliğini onaylayacak başka kanıtlara sahip olmak istiyorsunuz. Ben yaşamın ışığıyım; ve, kasıtlı ve her şeyin farkında olarak bu kurtarıcı ışığı reddeden herkes günahları içinde ölecektir. Sizlere ben bilmeniz gereken her şeyi söyledim; ancak, sizler, sözlerimi almaya yetkin değilsiniz. Buna rağmen, beni göndermiş olan gerçek ve dosdoğrudur; Babam hata yapan çocuklarını bile derinden sevmektedir. Ve, Babamın söylemiş olduğu şeylerin tümü ben de dünyaya duyurmaktayım. 162:5.3 (1795.2) “I have already told you that I am going away, and that you will seek me and not find me, for where I am going you cannot come. You who would reject this light are from beneath; I am from above. You who prefer to sit in darkness are of this world; I am not of this world, and I live in the eternal light of the Father of lights. You all have had abundant opportunity to learn who I am, but you shall have still other evidence confirming the identity of the Son of Man. I am the light of life, and every one who deliberately and with understanding rejects this saving light shall die in his sins. Much I have to tell you, but you are unable to receive my words. However, he who sent me is true and faithful; my Father loves even his erring children. And all that my Father has spoken I also proclaim to the world.
162:5.4 (1795.3) “İnsan Evladı yukarı kaldırıldığında, o zaman hepiniz benim gerçekte bu kişinin kendisi olduğumu ve kendi başıma hiçbir şeyi gerçekleştirmediğimi, yalnızca Baba’nın bana öğretmiş olduğu şeyi yaptığımı bileceksiniz. Ben bu sözleri sizlere ve sizlerin çocuklarına söylüyorum. Ve, beni göndermiş olan şu an da bile benimle birliktedir; o beni yalnız bırakmamıştır, zira ben her zaman onun gözüne hoş gelen şeyleri yapmaktayım.” 162:5.4 (1795.3) “When the Son of Man is lifted up, then shall you all know that I am he, and that I have done nothing of myself but only as the Father has taught me. I speak these words to you and to your children. And he who sent me is even now with me; he has not left me alone, for I do always that which is pleasing in his sight.”
162:5.5 (1795.4) İsa mabet bahçelerinde kutsal-yolculara bu şekilde öğretimde bulunduğunda, birçok kişi kendisine inanmıştı. Ve, hiç kimse ona el sürmeye cüret edememişti. 162:5.5 (1795.4) As Jesus thus taught the pilgrims in the temple courts, many believed. And no man dared to lay hands upon him.
6. Yaşam Suyu Üzerine Söyleşi ^top 6. Discourse on the Water of Life ^top
162:6.1 (1795.5) Büyük şölen günü olarak, son gün, Şiloam havuzundan gelen geçit kafilesi mabet bahçeleri boyunca ilerlerken, ve din-adamları tarafından su ve şarabın sunak üzerinde boşaltılmasından kısa bir süre sonra, kutsal-yolcular arasında durur halde, İsa, şunu söyledi: “Eğer herhangi bir kişi susuzluk çekerse, bırakınız bu kişi bana gelsin ve ihtiyacını gidersin. Yukarıdaki Baba’dan ben bu dünyaya yaşam suyunu getirmekteyim. Bana inanan kişi, bu suyu temsil eden ruhaniyet ile dolacaktır; zira, Yazıtlar bile, ‘Ondan yaşayan suların nehirleri akacak,’ demiştir. İnsan Evladı yeryüzü üzerindeki emeklerini tamamladığında, bedenin tümü üzerine canlı Gerçekliğin Ruhaniyeti boşaltılacaktır. Bu ruhaniyeti almış olanlar hiçbir zaman ruhsal açlığı bilmeyeceklerdir.” 162:6.1 (1795.5) On the last day, the great day of the feast, as the procession from the pool of Siloam passed through the temple courts, and just after the water and the wine had been poured down upon the altar by the priests, Jesus, standing among the pilgrims, said: “If any man thirst, let him come to me and drink. From the Father above I bring to this world the water of life. He who believes me shall be filled with the spirit which this water represents, for even the Scriptures have said, ‘Out of him shall flow rivers of living waters.’ When the Son of Man has finished his work on earth, there shall be poured out upon all flesh the living Spirit of Truth. Those who receive this spirit shall never know spiritual thirst.”
162:6.2 (1795.6) İsa, bu sözleri söylemek için ayini bölmemişti. O ibadet edenlere bunları, sunak önünde demetlerin sallanması ile söylenen hızlı Zebur nakaratı olarak, Hallel’in söylenmesinden hemen sonra ifade etmişti. Tam da burada, kurbanlar hazırlanırken, bir ara yaşanmıştı ve, bu zaman zarfında, kutsal-yolcular, Üstün’ün, ruhaniyet-susuzluğu çekmekte olan her bir ruha yaşayan suyu veren kişi oluşunu duyurduğu büyüleyici sesi duymuştu. 162:6.2 (1795.6) Jesus did not interrupt the service to speak these words. He addressed the worshipers immediately after the chanting of the Hallel, the responsive reading of the Psalms accompanied by waving of the branches before the altar. Just here was a pause while the sacrifices were being prepared, and it was at this time that the pilgrims heard the fascinating voice of the Master declare that he was the giver of living water to every spirit-thirsting soul.
162:6.3 (1796.1) Bu öncül sabah ayininin sonunda, İsa, şunu söyleyen bir biçimde, kalabalıklara öğretimde bulunmaya devam etmişti; “Yazıtlarda şunu okumadınız mı: ‘Bakın, suların kuru yere boşaltılması ve kurak toprağa serpilmesi gibi, kutsanması için çocuklarınıza, hatta çocuklarınızın çocuklarına, kutsallığın ruhaniyetini vereceğim’? Törensel hizmetin kırık sürahilerinden boşaltılır halde, insanlara ait gelenekler ile ruhlarınızın susuzluğunu gidermeyi arzularken, ruhaniyetin hizmeti için neden susuzluk çekesiniz ki? Bu mabette gerçekleşir halde görmüş olduğunuz şeyler, babalarınızın, inanç çocukları üzerine kutsal ruhaniyetin bahşedilişinin simgelemesini arzu ettiği yoldur; ve, sizler, bu güne kadar bile uzanır halde, bu simgeleri devam ettirmede oldukça başarılı oldunuz. Ancak, vakit, bu nesle Evladı’nın bahşedilmesi vasıtasıyla ruhaniyetlerin Babası’nın açığa çıkarılışına gelmiştir; ve, tüm bunların hepsini kesin bir biçimde, insan çocuklarının üzerine Baba ve Evlat’ın ruhaniyetinin bahşedilişi izleyecektir. İnanca sahip olan her bir kişi için, ruhaniyetin bu bahşedilişi, yeryüzü üzerindeki cennetin krallığı içinde yaşamın gerçek sularına ve buradaki Baba’nın Cenneti’ne olan bir biçimde, sonsuza kadar sürecek olan yaşama götüren gerçek öğretmen haline gelecektir.” 162:6.3 (1796.1) At the conclusion of this early morning service Jesus continued to teach the multitude, saying: “Have you not read in the Scripture: ‘Behold, as the waters are poured out upon the dry ground and spread over the parched soil, so will I give the spirit of holiness to be poured out upon your children for a blessing even to your children’s children’? Why will you thirst for the ministry of the spirit while you seek to water your souls with the traditions of men, poured from the broken pitchers of ceremonial service? That which you see going on about this temple is the way in which your fathers sought to symbolize the bestowal of the divine spirit upon the children of faith, and you have done well to perpetuate these symbols, even down to this day. But now has come to this generation the revelation of the Father of spirits through the bestowal of his Son, and all of this will certainly be followed by the bestowal of the spirit of the Father and the Son upon the children of men. To every one who has faith shall this bestowal of the spirit become the true teacher of the way which leads to life everlasting, to the true waters of life in the kingdom of heaven on earth and in the Father’s Paradise over there.”
162:6.4 (1796.2) Ve, İsa, hem kalabalıkların hem de Ferisilerin sorularına cevap verişini sürdürmüştü. Bazıları kendisinin bir peygamber olduğunu düşünmekteydi; bazıları onun Mesih olduğuna inanmaktaydı diğerleri ise, kendisinin Celile’den gelmekte olduğunu ve Mesih’in Davud’un tahtını yeniden kurmak zorunda oluşunu gören bir biçimde, Kutsanmış olamayacağını söylemişti. 162:6.4 (1796.2) And Jesus continued to answer the questions of both the multitude and the Pharisees. Some thought he was a prophet; some believed him to be the Messiah; others said he could not be the Christ, seeing that he came from Galilee, and that the Messiah must restore David’s throne. Still they dared not arrest him.
7. Ruhsal Özgürlük Üzerine Söyleşi ^top 7. The Discourse on Spiritual Freedom ^top
162:7.1 (1796.3) Şölenin son gününün öğleden sonrası, ve havariler, Kudüs’den kaçmak için kendisini ikna etme çabalarında başarısız olduktan sonra, İsa tekrar mabede öğretmek için gitmişti. Solomon’un avlusunda bir araya gelmiş inananlardan oluşmuş bir kafileyi bulmuş halde onlara, şunları söyleyen bir biçimde, konuşmuştu: 162:7.1 (1796.3) On the afternoon of the last day of the feast and after the apostles had failed in their efforts to persuade him to flee from Jerusalem, Jesus again went into the temple to teach. Finding a large company of believers assembled in Solomon’s Porch, he spoke to them, saying:
162:7.2 (1796.4) “Eğer benim sözlerim sizlerde kalmaya devam ederse ve sizler Babamın iradesini yerine getirmeyi başlıca amacınız haline getirirseniz, o zaman sizler gerçekten de benim takipçilerim haline gelirsiniz. Sizler gerçeği bilen hale gelir, gerçek de sizleri özgür kılan hale getirir. Ben sizlerin bana nasıl cevap vereceğinizi biliyorum: Bizler İbrahim’in çocuklarıyız, ve bizlerin kimsenin esareti altında değiliz; nasıl olur da bizler özgür hale getiriliriz? Böyle olsa bile, ben, başkasının yönetimine olan dışsal taabiyetten bahsetmemekteyim; ben, ruhun özgürlüklerine atıfta bulunmaktayım. Gerçekten de, gerçekten de sizlere söylüyorum ki, günah işleyen herkes, günahın esir kölesi halindedir. Ve, sizler, esir kölenin sonsuza kadar üstünün evinde kalamayacağını biliyorsunuz. Sizler aynı zamanda, evladın babanın evinde kesin bir biçimde kalacağını bilmektesiniz. Hal böyleyken, şayet, Evlat sizleri özgür hale getirecekse, sizleri kendi evlatları haline getirecekse, sizler gerçekten de özgür hale geleceksiniz. 162:7.2 (1796.4) “If my words abide in you and you are minded to do the will of my Father, then are you truly my disciples. You shall know the truth, and the truth shall make you free. I know how you will answer me: We are the children of Abraham, and we are in bondage to none; how then shall we be made free? Even so, I do not speak of outward subjection to another’s rule; I refer to the liberties of the soul. Verily, verily, I say to you, everyone who commits sin is the bond servant of sin. And you know that the bond servant is not likely to abide forever in the master’s house. You also know that the son does remain in his father’s house. If, therefore, the Son shall make you free, shall make you sons, you shall be free indeed.
162:7.3 (1796.5) “Ben sizlerin İbrahim’in tohumu olduğunuzu biliyorum; ancak, sizlerin önderleriniz, benim sözümün kendi kalpleri içinde dönüştürücü etkiye sahip olmasına izin vermedikleri için beni öldürmeyi amaçlamaktadır. Onların ruhları önyargılarıyla kapalı, intikamın guruyla gözleri görmez haldedir. Ben sizlere, ebedi Baba’nın bana göstermiş olduğu gerçekliği duyurmaktayım; bunun karşısında, bu aldanmış öğretmenler, yalnızca zamansal babalarından öğrenmiş oldukları şeyleri yerine getirme arzusu duymaktadırlar. Ve, İbrahim’in sizlerin babası olduğu cevabını verdiğinizde, ben sizlere; eğer sizler İbrahim’in çocukları olsaydınız, İbrahim’in yaptıklarını yapardınız cevabını veririm. Sizlerden bazıları benim öğretime inanmaktadır; ancak, diğerleri, Tanrı’dan almış olduğum gerçeği sizlere söylediğim için beni yok etmeyi arzulamaktadır. Ancak, İbrahim, Tanrı’nın gerçekliğine böyle davranmamıştı. Ben, aranızdan bazılarının kötü olanın yaptıklarını yapmaya kararlı olduğunuzu görüyorum. Eğer Tanrı sizlerin Babası olsaydı, sizler beni bilip, açığa çıkardığım gerçeği derinden severdiniz. Sizler, bu emekleri kendimden yerine getirmediğimi, Tanrı tarafından gönderilmiş olduğumu, Baba’dan geldiğimi görmeyecek misiniz? Nasıl olur da sözlerimi anlamazsınız? Kötülüğün çocukları haline gelmeyi seçtiğiniz için mi? Eğer sizler karanlığın çocuklarıysanız, açığa çıkarmakta olduğum gerçekliğin ruhaniyetinde neredeyse hiçbir bir biçimde yürüyemeyeceksiniz. Kötülüğün çocukları yalnızca, aldatıcı olmuş ve kendisinde hiçbir gerçeklik olmadığı için gerçek hiçbir şeyi savunmamış biri olarak, babalarının yolarında ilerlerler. Ancak, şimdi, gerçekliği söyler ve onu yaşar halde, İnsan Evladı gelmekte olup, birçoğunuz ona inanmayı reddetmektesiniz. 162:7.3 (1796.5) “I know that you are Abraham’s seed, yet your leaders seek to kill me because my word has not been allowed to have its transforming influence in their hearts. Their souls are sealed by prejudice and blinded by the pride of revenge. I declare to you the truth which the eternal Father shows me, while these deluded teachers seek to do the things which they have learned only from their temporal fathers. And when you reply that Abraham is your father, then do I tell you that, if you were the children of Abraham, you would do the works of Abraham. Some of you believe my teaching, but others seek to destroy me because I have told you the truth which I received from God. But Abraham did not so treat the truth of God. I perceive that some among you are determined to do the works of the evil one. If God were your Father, you would know me and love the truth which I reveal. Will you not see that I come forth from the Father, that I am sent by God, that I am not doing this work of myself? Why do you not understand my words? Is it because you have chosen to become the children of evil? If you are the children of darkness, you will hardly walk in the light of the truth which I reveal. The children of evil follow only in the ways of their father, who was a deceiver and stood not for the truth because there came to be no truth in him. But now comes the Son of Man speaking and living the truth, and many of you refuse to believe.
162:7.4 (1797.1) “Söyleyin, hanginiz beni günah işlemekten suçlu buluyor? Eğer öyle değilse, ben Baba tarafından bana gösterilmiş olan gerçekliği duyuruyor ve onu yaşıyorsam, neden bana inanmıyorsunuz? Tanrı’ya ait olan kişi, Tanrı’nın sözlerini mutlulukla duymaktadır; böyle olduğu için birçoğunuz benim sözlerimi duymuyorsunuz, çünkü Tanrı’ya ait halde değilsiniz. Öğretmenleriniz, emeklerimi kötülüklerin prensinin gücü ile yerine getirdiğimi söyleme cüreti bile göstermiştir. Yakındaki biri daha yeni, içimde bir ecinninin olduğunu ve şeytanın bir çocuğu olduğumu söylemiştir. Ancak, kendi ruhlarınız ile dürüstçe bir biçimde ilişki içerisinde bulunan hepiniz, benim bir şeytan olmadığımı bütünüyle bilmektedir. Sizler, sizler beni onursuzlaştıracakken bile benim Babama hak ettiği onuru vermekte olduğumu biliyorsunuz. Ben kendi ihtişamımı aramamaktayım; yalnızca Cennet Babamın ihtişamını aramaktayım. Ve, ben sizleri yargılamamaktayım; zira, orada, benim için yargılayan biri bulunmaktadır. 162:7.4 (1797.1) “Which of you convicts me of sin? If I, then, proclaim and live the truth shown me by the Father, why do you not believe? He who is of God hears gladly the words of God; for this cause many of you hear not my words, because you are not of God. Your teachers have even presumed to say that I do my works by the power of the prince of devils. One near by has just said that I have a devil, that I am a child of the devil. But all of you who deal honestly with your own souls know full well that I am not a devil. You know that I honor the Father even while you would dishonor me. I seek not my own glory, only the glory of my Paradise Father. And I do not judge you, for there is one who judges for me.
162:7.5 (1797.2) “Gerçekten de, gerçekten de müjdeye inanmakta olanlara söylüyorum ki, eğer bir kişi gerçekliğin bu sözünü kalbinde canlı tutacak olursa, o hiçbir zaman ölümü tatmayacaktır. Ve, şimdi, benim yanı başımda bulunan bir kâtip, İbrahim’in ve aynı zamanda diğer tanrı-elçilerinin ölü olduğunu gören bir biçimde, bu ifademin içinde bir ecinni olduğunu ispat ettiğini söylemekte. Ve, o şu soruyu sormakta: ‘Burada durmaya ve her kim sözünü tutmazsa öleceğini söylemeye cüret etmekle, İbrahim ve tanrı-elçilerinden çok daha büyük mü oluyorsun? Bu türden Tanrı’ya karşı geliş cümlelerini söylemeye cüret etmekle de kim olduğunu söylüyorsun?’ Ve, ben her zaman size, eğer ben kendimi yüceltiyorsam ihtişamımın hiçbir değeri yoktur diyorum. Ancak, beni yüceltecek olan kişi Baba’dır, sizlerin Tanrı olarak adlandırdığı tam da aynı Baba. Ancak, sizler, bunun sizin Tanrınız ve benim Babam olduğunu bilmede başarısız oldunuz; ve, ben, sizleri bir araya getirmek için geldim; sizlere gerçekten de nasıl Tanrı’nın evlatları olacağınızı göstermek için. Her ne kadar sizler Baba’yı tanımasanız da, ben gerçekten onu bilmekteyim. İbrahim bile benim dönemimi görmekten mutluluk duydu; ve, kendisi onu inançla gördü, ve ondan hoşnut kaldı.” 162:7.5 (1797.2) “Verily, verily, I say to you who believe the gospel that, if a man will keep this word of truth alive in his heart, he shall never taste death. And now just at my side a scribe says this statement proves that I have a devil, seeing that Abraham is dead, also the prophets. And he asks: ‘Are you so much greater than Abraham and the prophets that you dare to stand here and say that whoso keeps your word shall not taste death? Who do you claim to be that you dare to utter such blasphemies?’ And I say to all such that, if I glorify myself, my glory is as nothing. But it is the Father who shall glorify me, even the same Father whom you call God. But you have failed to know this your God and my Father, and I have come to bring you together; to show you how to become truly the sons of God. Though you know not the Father, I truly know him. Even Abraham rejoiced to see my day, and by faith he saw it and was glad.”
162:7.6 (1797.3) Bu zaman zarfında bir araya toplanmış haldeki inanmayan Museviler ve Sanhedrin hafiyeleri bu kelimeleri duyduklarında, onlar, şöyle bağıran bir biçimde, büyük bir kargaşa çıkardılar: “Sen elli yaşında bile değilsin; yine de İbrahim’i görmekten bahsetmektesin; sen şeytanın bir çocuğusun!” İsa konuşmasına devam edemedi. O, ayrılırken yalnızca şunu söylemişti: “Gerçekten de, gerçekten de, sizlere söylüyorum ki, İbrahim’den önce ben vardım.” İnanmayanlardan çoğu kendisine fırlatmak için taşlara doğru koşmuş olup, Sanhedrin hafiyeleri kendisini tutuklamayı amaçlamıştı ancak, Üstün hızlıca mabet koridorlarının yolunu tutunmuş olup, Marta, Meryem ve Lazarus’un kendisini beklemekte oldukları Bethani yakınlarındaki gizli bir buluşma yerine kaçmıştı. 162:7.6 (1797.3) When the unbelieving Jews and the agents of the Sanhedrin who had gathered about by this time heard these words, they raised a tumult, shouting: “You are not fifty years of age, and yet you talk about seeing Abraham; you are a child of the devil!” Jesus was unable to continue the discourse. He only said as he departed, “Verily, verily, I say to you, before Abraham was, I am.” Many of the unbelievers rushed forth for stones to cast at him, and the agents of the Sanhedrin sought to place him under arrest, but the Master quickly made his way through the temple corridors and escaped to a secret meeting place near Bethany where Martha, Mary, and Lazarus awaited him.
8. Marta ve Meryem ile olan Sohbet ^top 8. The Visit with Martha and Mary ^top
162:8.1 (1797.4) Öncesinden, havariler etrafa küçük topluluklar halinde dağılırken, İsa’nın Lazarus ve onun kız kardeşleri ile birlikte bir arkadaşın evinde konaklaması ayarlanmıştı bu önlemler, Musevi makamları tekrar onu tutuklama planlarında cüretkâr oldukları için alınmaktaydı. 162:8.1 (1797.4) It had been arranged that Jesus should lodge with Lazarus and his sisters at a friend’s house, while the apostles were scattered here and there in small groups, these precautions being taken because the Jewish authorities were again becoming bold with their plans to arrest him.
162:8.2 (1797.5) Yıllar boyunca, İsa her ne zaman fırsat olup kendilerini ziyaret ettiğinde bu üçlünün her şeylerini bırakıp, onun öğretilerini dinlemesi onların âdeti haline gelmişti. Ebeveynlerini kaybetmekle birlikte, Marta ev yaşamının sorumluluklarını üstlenmişti; ve, bu böylece bu sefer, Lazarus ve Meryem İsa’nın dizinin dibinde canlandırıcı öğretiyi dinler halde otururlarken, Marta akşam yemeğini hazırlamaktaydı. Marta’nın birçok sayıda gereksiz görevler ile ilgisinin dağılışı ve aslında çok da önemli olmayan birçok tasaya kendisini tamamiyle meşgul etmesi belirtilmelidir; bunun onun eğilimi olduğu. 162:8.2 (1797.5) For years it had been the custom for these three to drop everything and listen to Jesus’ teaching whenever he chanced to visit them. With the loss of their parents, Martha had assumed the responsibilities of the home life, and so on this occasion, while Lazarus and Mary sat at Jesus’ feet drinking in his refreshing teaching, Martha made ready to serve the evening meal. It should be explained that Martha was unnecessarily distracted by numerous needless tasks, and that she was cumbered by many trivial cares; that was her disposition.
162:8.3 (1798.1) Marta varsayılan tüm bu sorumluluklar ile kendisini meşgul kılarken, Meryem’in kendisine hiçbir biçimde yardım etmeyişi nedeniyle rahatsız olmuştu. Bu nedenle İsa’ya gidip, şunu söylemişti: “Üstün, tüm bu hizmetleri yapmada kardeşimin beni yalnız başına bırakmış olmasını önemsemiyor musun? Onun buraya gelmesini ve bana yardım etmesini emretmeyecek misin?” İsa: “Marta, Marta, neden bu kadar şeyi kendine dert ediyorsun, ve bu kadar küçük şeyden rahatsız oluyorsun? Yalnızca tek bir şey gerçekten değerlidir; ve, Meryem bu iyi ve gerekli kısmı tercih etmiş olduğundan, ben onu kendisinden almamalıyım. Ancak, her ikiniz de ne zaman benim sizlere öğretmiş olduğum biçimde yaşayacaksınız: her ikiniz de işbirliği içinde hizmet ederek ve her ikiniz de bir bütün halinde ruhlarınızı canlandırarak? Her şeyin bir zamanı olduğunu öğrenemeyecek misiniz — yaşamın küçük hususlarının cennetsel krallığın büyük hususlarından sonra geldiğini?” 162:8.3 (1798.1) As Martha busied herself with all these supposed duties, she was perturbed because Mary did nothing to help. Therefore she went to Jesus and said: “Master, do you not care that my sister has left me alone to do all of the serving? Will you not bid her to come and help me?” Jesus answered: “Martha, Martha, why are you always anxious about so many things and troubled by so many trifles? Only one thing is really worth while, and since Mary has chosen this good and needful part, I shall not take it away from her. But when will both of you learn to live as I have taught you: both serving in co-operation and both refreshing your souls in unison? Can you not learn that there is a time for everything—that the lesser matters of life should give way before the greater things of the heavenly kingdom?”
9. Abner ile Beytüllahimde ^top 9. At Bethlehem with Abner ^top
162:9.1 (1798.2) Mişkan şölenini takip eden hafta boyunca, inananların büyük bir çoğunluğu Bethani’de bir araya gelmiş ve on iki havariden eğitim almışlardı. Sanhedrin, İsa burada mevcut bulunmadığından bu toplanmaları rahatsız etmek için hiçbir çaba göstermemişti; o bu zaman zarfı boyunca Beytüllahim’de, Abner ve onun birliktelikleri ile çalışır haldeydi. Şölenin kapanışını takip eden gün, İsa Bethani için ayrılmıştı ve, o, Kudüs’e olan bu ziyaret boyunca bir daha mabette öğretimde bulunmamıştı. 162:9.1 (1798.2) Throughout the week that followed the feast of tabernacles, scores of believers forgathered at Bethany and received instruction from the twelve apostles. The Sanhedrin made no effort to molest these gatherings since Jesus was not present; he was throughout this time working with Abner and his associates in Bethlehem. The day following the close of the feast, Jesus had departed for Bethany, and he did not again teach in the temple during this visit to Jerusalem.
162:9.2 (1798.3) Bu zaman zarfında Abner, Beytüllahimi kendi karargâhı haline getirmekteydi; ve, bu merkezden birçok çalışan, Yudea ve güney Samarya’nın şehirlerine, ve hatta İskenderiye bile, gönderilmişti. Varışının bir kaç günü içinde, İsa ve Abner, bu iki havari topluluğunun çalışmasını bir araya getirmek için gerekli olan düzenlemeleri tamamlamışlardı. 162:9.2 (1798.3) At this time, Abner was making his headquarters at Bethlehem, and from that center many workers had been sent to the cities of Judea and southern Samaria and even to Alexandria. Within a few days of his arrival, Jesus and Abner completed the arrangements for the consolidation of the work of the two groups of apostles.
162:9.3 (1798.4) Mişkan şölenlerine olan ziyareti boyunca İsa zamanını, Bethani ve Beytüllahim arasında iki eşit parçaya bölmüştü. Bethani’de o, kendi havarileri ile dikkate değer düzeyde zaman harcamıştı Beytüllahim’de, eğitiminin çoğunu Abner ve Yahya’nın diğer eski havarilerine vermişti. Ve, bu yakın ilişki nihai bir biçimde, onların kendisine inanmasına götürmüştü. Vaftizci Yahya’nın bu eski havarileri, Beytüllahim’de onun özel eğitimi ile kendilerinin deneyimlemiş oldukları duygudaş anlayışa ek olarak Kudüs’deki onun kamu öğretisinde sergilediği cesaretten etkilenmişlerdi. Bu etkiler nihai bir biçimde ve bütüncül olarak, krallığın içten bir kabulüne ve bu adımın içerdiği her şeyi içine alan yöne götüren bir biçimde Abner’in her bir birlikteliğini kazanmıştı. 162:9.3 (1798.4) Throughout his visit to the feast of tabernacles, Jesus had divided his time about equally between Bethany and Bethlehem. At Bethany he spent considerable time with his apostles; at Bethlehem he gave much instruction to Abner and the other former apostles of John. And it was this intimate contact that finally led them to believe in him. These former apostles of John the Baptist were influenced by the courage he displayed in his public teaching in Jerusalem as well as by the sympathetic understanding they experienced in his private teaching at Bethlehem. These influences finally and fully won over each of Abner’s associates to a wholehearted acceptance of the kingdom and all that such a step implied.
162:9.4 (1798.5) Beytüllahim’den son kez ayrılmadan önce, Üstün, beden içindeki yeryüzü sürecinin sona ermesinden önce birleşmiş çabalarında hepsinin kendisine katılması için düzenlemelerde bulundu. Abner ve birlikteliklerinin yakın bir süre içinde Mecdel Parkı’nda kendilerine katılması üzerinde anlaşılmıştı. 162:9.4 (1798.5) Before leaving Bethlehem for the last time, the Master made arrangements for them all to join him in the united effort which was to precede the ending of his earth career in the flesh. It was agreed that Abner and his associates were to join Jesus and the twelve in the near future at Magadan Park.
162:9.5 (1798.6) Bu anlayış uyarınca, Kasım’ın başlarında Abner ve onun on bir akranı, İsa ve on ikili ile kaderlerini birleştirmiş olup, tek bir örgütleniş olarak çarmıhın vaktine kadar onlarla birlikte emek vermişlerdi. 162:9.5 (1798.6) In accordance with this understanding, early in November Abner and his eleven fellows cast their lot with Jesus and the twelve and labored with them as one organization right on down to the crucifixion.
162:9.6 (1798.7) Ekimin sonlarında, İsa ve on ikili Kudüs’ün sınırlarından çekilmişti. Pazar günü, Ekim’in 30’u, İsa ve birliktelikleri, birkaç günlüğüne yalnız istirahat ettikleri yer olan Efrahim şehrinden ayrılmış olup, Çarşamba günü, Kasım’ın 2’si, geç öğleden sonrası vakitlerinde ulaşan bir biçimde doğrudan Mecdel Parkı için batı Ürdün yolunu tutmuşlardı. 162:9.6 (1798.7) In the latter part of October Jesus and the twelve withdrew from the immediate vicinity of Jerusalem. On Sunday, October 30, Jesus and his associates left the city of Ephraim, where he had been resting in seclusion for a few days, and, going by the west Jordan highway directly to Magadan Park, arrived late on the afternoon of Wednesday, November 2.
162:9.7 (1799.1) Havariler, Üstün’ün dostane topraklara geri dönmesi nedeniyle fazlasıyla rahatlamışlardı bir daha onlar kendisinden güçlü bir biçimde, krallığın duyurusunda bulunmak için Kudüs’e çıkmasını istememişlerdi. 162:9.7 (1799.1) The apostles were greatly relieved to have the Master back on friendly soil; no more did they urge him to go up to Jerusalem to proclaim the gospel of the kingdom.